Çocukluğundan beri tiyatro aşkıyla dolu olan ve uzun yıllardır cemaat tiyatrolarının vazgeçilmez ismi, çocukların sevgili İzzet Ağabeyleri, Estreyikas d’Estanbol Korosu’nu bizlere kazandıran İzzet Bana’yı biraz daha yakından tanıyalım istedik. İşte onun hikâyesi…
Biraz çocukluğunuzdan bahseder misiniz? Tiyatroya merakınız küçük yaşta mı başladı?
Benim için ‘tiyatrodan önce’ diye bir şey yok. Çocukluğumdan beri tiyatroya merakım vardı. Komşularımızın çocuklarını bizim evde toplardım. ‘Maceracılık oynayalım, sen silahşor ol, ben kahraman olacağım, ben seni yakalayacağım’ gibi küçük ev oyunlarıyla başladı bu iş. 1950’li yıllarda çoğumuz Kuledibi’nde yaşardık. Günlerimiz, bayramlarımız çok güzel geçerdi. Kuledibi’nde Yüksek Kaldırım’la kesişen meşhur bir Yahudi Sokağı vardır. Turşucusu, gazetecisi, kasabı, hepsi aynı mahalledeydi. Bizim evimiz bodrum katındaydı ve bahçesi vardı. Orada kendime göre bir dünyam vardı. On iki- on üç yaşına gelene kadar orada yaşadık. İlkokulu, evimize çok yakın olduğu için Musevi 2. Karma Okulu’nda okudum. Daha sonra, İtalyan Lisesi’ne gittim. Ancak, orta sonda Latince dersi bana çok ağır geldiğinden Tarhan Koleji’ne geçtim. Orta eğitimimi bitirdikten sonra iş hayatına atıldım. Çeşitli dallarda çalıştım, bir taraftan da hafta sonları derneklere gidiyor ve dernek tiyatroları ile ilgileniyordum. Çalıştığım yerlerde, patronlarım beni bu alanda hep desteklediler. İş yerinde, planlamayı yapar, sağa sola telefonlar eder, programlamayı yapardım. Her yıl, bir prodüksiyon yapmaya başladık. Tabii ki, derneğimizin küçük, mütevazı sahnesinde oynardık. Yavaş yavaş, tiyatroya gönül veren kişilerin sayısı gittikçe artmaya başladı ve bugünlere kadar geldik. Hakikaten, sonunda büyük bir tiyatro ailesine dönüştük. O zamanlar oyunlarda oynadığımız roller, halen lakap olarak üstümüzde kaldı. Örneğin kasap rolünde oynayan arkadaşımızı, halen ‘kasap’ çağırırız. Tiyatro bir virüs gibidir. İnsanın içine girdi mi, bir daha çıkmaz. Bugün, bu arkadaşlarımın çocuklarını, hatta torunlarını çalıştırıyorum.
Ailenizde tiyatroyla ilgilenenler var mıydı? Çocukluk dönemi oyunları sonrasında, tiyatroyla gerçek anlamda tanışmanız nasıl oldu?
Büyükbabam hokkabazdı. ‘Dümbüllüvari’ şapkasını, çantasını alır ve eğlence yerlerinde, sünnetlerde çocukları eğlendirirdi. Öldüğü zaman, daha çok küçük olduğumdan, onu tanıyamadım, ama babaannem ve babam onu hep anlatırlardı.
Tiyatroyla tanışmama gelince... Bu işe ilk başladığımızda Onk Ajans vardı. Bizler oraya gider oynanacak oyunları seçerdik. Tabii o zamanlar oyunları bilinçli bir şekilde seçemiyorduk, ne bulduysak onu oynuyorduk. O zamanlar istediğimiz anlamda tiyatro yapamıyor, sadece tiyatroyla zaman harcıyorduk. Bu arada, seyirci olarak gittiğimiz tiyatrolar da vardı. Bu tiyatrolar içinde, Tepebaşı Deneme Sahnesi’nde oynanan deneysel oyunlar çok ilgimizi çekiyordu. Brecht’in ‘Cesaret Ana ve Çocukları’ gibi oyunlarını oynuyorlardı. Ve “acaba biz de buna benzer şeyler yapamaz mıyız?” dedik. Aziz Nesin’den parçalar da içeren bir küçük oyunlar dizisi yaptık. Bu denemelerimizi DYD’de yürütüyorduk. Ancak daha amatördük. Örneğin, bir kişi piyanodan bir nota çalıyor, ses karşı tarafa ulaşmadan onu geçmeye çalışıyor, sesin kendisinden önce oraya nasıl vardığını anlayamıyordu. 1977 yılında Fikso oyununu sahneye koyduk. Fikso bizim ilk önemli denememizdi. Başlangıçta her ne kadar yadırgandıysa da, sonraları bu oyun yirmi otuz kere sahnelendi. Kelime Judeo-Espanyol’dan (Ladino) gelmiş olabilir, kesin konuşmayayım, ama ‘fikse’ edilmiş, sabitlenmiş gün anlamına geliyordu. O gün, kadınlar birinin evinde toplanır, dedikodu yaparlar, kâğıt oynarlar, hoş zaman geçirirler. Bugüne kadar, oyunu zaman zaman tekrarladık. Bu oyun, çevrede büyük yankı uyandırmıştı.
Sizin tiyatrodaki göreviniz ne idi?
En başından beri hep yönetmen olarak görev yaptım. Ama bana kalırsa, benim yönetmenliğim, ‘teknik yönetmenlik’ denebilecek bir yön de içeriyor. Yönetmenlik çok geniş bir kavram. Yönetmenlik tek bir kişinin yapabileceği bir iş değildir. En az sekiz on kişiden oluşan bir takıma ihtiyaç vardır. Ben daha çok topluluğun organizasyonunu üstlenirim. Yönetmenlik yaptığım gibi, teknik işlerin sorumluluğunu da alırım. Oyun sırasında, ışık odasına gider ve tek tek tüm direktifleri veririm. Elbette ki oyuncularla da çalışırım, ama işin oyunculuk kısmı ayrıdır. Oyunculukta yetenek belirleyici unsurdur. Bizler, ister istemez deneme yanılma ile öğrendik. Bu işin okuluna gitmedik. Özdemir Nutku’nun birkaç kitabını okuyarak bu işe başladık. Bir de oyun yazarlığı var. Yazar olmak bambaşka bir olay. Bu işin bir hazırlık aşaması bir de araştırma aşaması var. Yıllar içerisinde alınmış küçük notlar, oluşmuş bir birikim vardır. Bunlar ayrı ayrı beş altı oyunun malzemeleridir. Tüm bu birleşim, günün birinde birer oyun olarak çıkar karşınıza. Bana göre yazarlık budur.
Oyunlarınızın çoğunu Judeo-Espanyol lisanında sergilediniz. Bu lisanın ölmemesi için yapılan çalışmalarda, sizin büyük rolünüz var. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Bizim Judeo-Espanyol üzerine yürüttüğümüz çalışmalar tiyatro çalışmalarımızla paralellik arz eder. Bir gün bir arkadaşım, bana Yaoram Gaon’un bir long play’ini getirdi. O dönemde Fikso’yu oynuyorduk. Bu plağın içinde Judeo-Espanyol dilinde baladlar vardı. Bu baladlarda anlatılan hikâyecikleri o dönemde İsrail’de oynanan bir oyuna adapte ettim. Böylece, Türkiye’deki Yahudilerle ilgili bir oyun çıktı ortaya. Kısa hikâyelerin arka arkaya gelmesiyle, oluşan bu oyunun adı Kula 930’du. 1930’larda Kuledibi’nde yaşayan Yahudilerle ilgili bir oyundu. Şarkılarda anlatılan hikâyelere uygun biçimde oyundaki karakterleri yaratmıştık. Başlangıçta bu kurgu önerisini arkadaşlarıma anlattım ve üç arkadaşımla birlikte bu oyunu yazdık. Bu eser bizim için çok önemli bir yapıt oldu. Dernekte ve dışarıda, neredeyse 75 kez oynadık. İzmir’de ve İsrail’de de sergilendi. Bu oyun aynı zamanda bizim müzik grubumuz Los Paşaros Sefaradis’in kuruluşuna da zemin hazırladı. Biz Judeo-Espanyol şarkılarının otantik formlarına sadık kalarak, şarkılarımızı ninelerimizin dedelerimizin söylediği gibi söyledik. Bu özelliğimiz nedeniyle, dünyanın birçok yerinden davet aldık: ABD, İspanya, Fransa, Almanya, İngiltere, Yunanistan. Bu çabalarımız, Judeo-Espanyol lisanının korunmasına hizmet etti. Kula930 oyununda, Moiz tiplemesi yaratıldı. Hani Ayşegül şurada, Ayşegül burada diye kitaplar vardır. Bizim de Moiz’imiz vardı: Moiz yürürüken, Moiz hamamda vs... Bu tipleme Judeo-Espanyol dilinde yaratıldı. Moiz (Jojo Eskenazi) insanları hem güldürdü, hem de hicvetti. Bu oyuna gelen ve Judeo-Espanyol lisanını anlayan kişiler, Moiz’in her türlü yönünü çok iyi anlayabildiklerini hissediyorlar. Bugün 50 yaş üzerindeki insanlar bu lisanı biliyor, ama onların çocukları ve torunları bilmiyor. Bu nedenle ben bir çocuk korosu kurdum: Estreyikas d’Estambol (İstanbul’un Yıldızları). Amacım, hazırladığım metinler aracılığıyla Judeo-Espanyol lisanında şarkı sözlerinden yola çıkarak, çocuklara bu lisanı öğretmek. Bu yönde bir katkısı olduğunu düşünüyorum. Arkadaşlarım Karen Gerson Şarhon, Selim Hubeş ve Yavuz Hubeş ile birlikte bu alanda yaptığımız çalışmalarımızın kayda değer olduğunu düşünüyorum.
MÜZİK ALANINDA YAPTIĞINIZ ÇALIŞMALARINIZI KISACA ÖZETLER MİSİNİZ?
Şöyle sıralayabilirim: Halen devam eden Yahudi müziği araştırması. Sefarad müziği araştırması (Dünya Sefarad folk grupları ve otantik sesler), Sefarad müzik uygulaması (Karen Gerson Şarhon-İzi Eli-Rıfat Özkohen (1980-1986). Los Paşaros Sefaradis müzik grubunun kurucusu ve grup üyesi (1986-). Ayrıca yurt içi ve dışı turneler…
Dernek çalışmalarınız dışında, ne gibi çalışmalarınız oldu?
Neve Şalom Sinagogu’ndaki törenlerde müzik uygulaması ve yeni parça araştırması yapıyorum. Bir dönem Şalom Gazetesi’nde arşiv sorumluluğu yaptım. Ayrıca fotoğraf çekimi ve Şalom kitaplığıyla ilgili alım-satım (1990-1993) işleri ile de ilgilendim.
Halen faal olduğu alanlar nelerdir?
Derneklerde ve diğer kurumlarda tiyatro yönetmenliği, Neve-Şalom Sinagogu’nda tören müziği, UÖMO’da Tiyatro Kulübü Öğretmeni, Konferans ve mültivizyon gibi gösterilerde müziği uyarlamak, Los Paşaros Sefaradis grup üyesi ve Estreyikas d’Estambol çocuk korosu kurucusu ve yönetmeni.