Yahudi Cemaati söz konusu olduğunda akla ilk gelen yerler Galata ve Balat´tır.
İstanbul’da kökleri çok eskilere kadar uzanan Yahudi cemaatinin tarihsel süreçteki yaşam alanlarına bir göz attığımız üç bölümlük yazı dizimizin ikinci bölümünde Yahudilerin İstanbul’daki yaşam bölgelerinden Balat ve Galata’yı ele aldık.
İtalyan Sinagogu
BALAT
Yahudi Cemaati söz konusu olduğunda akla ilk gelen yerlerden biri hatta belki de birincisi ise Balat’tır. Bilindiği üzere Haliç kıyısındaki bazı semtler bir takım gayrimüslim cemaatlerin yoğun olarak yaşadıkları mekânlar konumundaydı. Misalen Fener, daha ziyade varlıklı Rumların yaşadığı bir yerleşke idi. Buna karşılık Ayvansaray yakınlarında bir miktar Ermeni’nin yaşadığı bilinir. Balat’a ise Yahudi cemaati damgasını vurmuştur. Daha Bizans’ın son zamanlarında bu bölgede az da olsa Yahudi’nin yaşadığı bilinir. Ancak cemaat açısından asıl gelişim Osmanlı devresinde olacaktır. Bununla beraber Balat’taki Yahudi nüfusu bilhassa 17. yüzyıldan sonra artar. Nitekim 16. yüzyılda Balat’ta yaşayan Yahudiler İstanbul’daki cemaatin sadece yüzde 20’sini teşkil ediyorlardı.
Burada gerek sivil mimari gerekse de dinsel mimari bağlamında Yahudi cemaatinin izlerine hâlihazırda tesadüf edersiniz. Mesela Yıldırım Caddesine bakıldığında çok sayıda iki hatta bir kısmı üç katlı eski Yahudi evlerine rastlamak mümkün. Bunların bir kısmı yakın zaman önce restore edilmiş. Balat, hemen yakınında bulunan ve patrikhanenin de merkezi konumundaki Fener ile birlikte son yıllarda talep gören semtlerden biri oldu. Hâlihazırdaki hareketliliği biraz da buna vermek lazım. Gerek Yıldırım Caddesinde gerekse de çevresinde son zamanlarda pek çok kafe açıldı. Burası da tıpkı Karaköy ve Galata civarı gibi nezih bir aktivite muhiti olma yolunda.
Yalnız bazı kaynaklarda Yıldırım sokaktaki evlerin Yahudhane olduğu bilgisi geçmekte. Buralar Yahudhane değil, doğrudan Yahudi kökenli vatandaşların yaşadığı konutlar durumundaydı. Üst katlarının yaşam alanı, alt katların ise iş yeri olarak kullanılma ihtimali çok fazla. Yahudhane denilince daha ziyade çok katlı ve ahşap yapılar akla geliyor. Bu tip yapılar apartmanvarî bir işlev görüyordu. Her bir odası ayrı ayrı kiraya veriliyordu. Genellikle alt sınıflara mensup Yahudiler buralarda kalıyorlardı. Balat ve Hasköy Yahudhaneler açısından son derece zengin muhitlerdi. Günümüze gelen tek örnek bildiğim kadarıyla Hasköy’de Keçecipiri mahallesinde bulunuyor. Bunun da günümüze ulaşma sebebi kâgir bir bina olmasıdır. Hemen tüm Yahudhanelerin sonu semt yangınlarında cayır cayır yanmak olmuştur. Hatta bazı semt yangınları bu Yahudhanelerden çıkmıştı. Düzinelerce ailenin yaşadığı bu mekânlardaki en ufak bir dikkatsizlik önce tüm yapının, akabinde de mahallenin yanmasına sebebiyet verebiliyordu. Bundan dolayı stratejik açıdan öneme haiz tarihi mekânların, mabetlerin bulunduğu yerlerin yakınlarında Yahudhanelerin kurulmasına izin verilmezdi.
93 Harbinde Balat Ahrida Sinagogunda Osmanlı Ordusu için dua edimesini resmeden gravür
Yukarıda da belirttiğim üzere Balat’ın bir Yahudi yerleşimi olarak önem kazanması Fatih Sultan Mehmet zamanı iledir. Fatih dönemindeki Yahudi yerleşimi sinagog adlarına da yansımıştı. Bilindiği üzere Fatih, İstanbul’u fethettikten sonra şehri şenlendirme politikası çerçevesinde farklı bölgelerden pek çok nitelikli nüfusu ama teşvik ama sürgün yoluyla İstanbul’a getirtmişti. Bunlar arasında Yahudiler de önemli rol oynar. Moşe Kapsali’yi Yahudi cemaatinin lideri olarak tayin eden Sultan, sonrasında özellikle Balkanlardan çok sayıda Yahudi’nin İstanbul’a gelmesini teşvik etmişti. Gerek onun zamanında, gerekse sonradan gelen Yahudiler, geldikleri yerlerin izlerini hem unvanlarına hem de kurdukları sinagoglara yansıtmışlardı. Selanik, Yanbol (Bulgaristan’da bir yerleşke), Ahrida (Makedonya’daki Ohri şehri) gibi isimler bu durumun açık göstergeleridir. Makedonya’nın Castrio şehrinden gelenlerin kurmuş olduğu Kasturya Sinagogu, yazık ki günümüzde otopark olarak kullanılmaktadır. Bugüne sadece abidevi kapısı kalmıştır.
Tekrar semtin geçmişine uzanalım; Balat, Fatih devrinden sonra ikinci büyük göçü tıpkı Hasköy gibi 17. yüzyılda Bahçekapı, Yemiş iskelesi gibi yerlerden göç eden Yahudilerle almıştır. 18. yüzyılda Balat’ın genel bir büyüme sürecine girdiği görülür. Bu dönemde iki ya da üç katlı cumbalı evler yaptırılır, yollar genişletilir ve kanalizasyonları elden geçirilir.
Balat 19. ve 20. yüzyılda yangınlardan hayli zarar görür. Gerek semtin ticari önemini kaybetmesi, gerek Haliç’te yaşanan kirlilik ve gerekse de yangınlar neticesinde Balat Yahudileri, başta karşı sahildeki Hasköy ve Galata olmak üzere farklı semtlere dağılacaktır. 1930’larda 10 bin kadar olduğu tahmin edilen Balat Yahudi nüfusu göz önüne alındığında, bugün semtte hiç Yahudi ailesinin yaşamıyor olması hayli düşündürücüdür. Oysa Balat, Yahudi cemaatinin en yoğun yaşadığı yerlerden biri olagelmişti. Reşat Ekrem Koçu’nun deyimi ile, “İstanbul’da Musevi denilince Balat, Balat denilince de Musevi akla gelir.” Ancak hemen belirtmekte fayda var ki burası özellikle 19. yüzyıldan itibaren daha ziyade maddi açıdan kötü durumda olan Yahudilerin yaşam alanıdır. Bu dönemde Balat’ın tam ortasından lağım geçmekte ve bu lağım Haliç’e döküldüğü noktada çok kötü bir kokuya sebebiyet vermekte idi. İstanbul’da çıkan kolera salgınlarının da genellikle önce Balat’ta görüldüğü, buradan diğer semtlere sirayet ettiği kayıtlıdır. Hahambaşılık 19. yüzyıl sonlarına kadar Osmanlı yetkililerine talepte bulunarak Haliç’te sonlanan lağım kısmının bakımının yapılmasını ister. Devlet de ayağında lale denilen demir gülleler takılı tersane mahkûmlarını buraya göndererek lağım ağzında biriken pisliği temizletirdi.
Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi’nden, 19. yüzyılda Balat Yahudileri arasında namlı kabadayıların da olduğunu öğreniyoruz. Bunlardan biri olan Perendeoğlu, tek başına bölgede kayıkçılık yapan Lazlara karşı büyük korku salmıştı.
Öte yandan 19. yüzyıla gelindiğinde her ne kadar Balat ‘Or-Ahayim Hastanesi’ olarak anılsa da gerçekte Ayvansaray semtine yakın bir noktada tesis edilen hastane, Yahudi cemaati açısından bölgeyi önemli kılmaya devam etmişti. Hayat Işığı anlamına gelen Or-Ahayim Hastanesi cemaat için önemini aynen muhafaza etmekte. Son derece modern bir tesis olan hastanede Avram Galanti, Nisim Benbanaste gibi cemaat açısından son derece kıymetli pek çok isim, ömrünün son demlerini geçirdiler. Yine Samuel Abrayava Marmaralı gibi cemaatin önde gelen pek çok doktoru da burada hizmet verdi.
Cumhuriyet döneminde İstanbul’u planlayan Fransız şehir planlamacısı Henri Prost, Haliç bölgesini sanayi merkezi olarak kurgular. Burada fabrikalar, antrepolar, atölye ve depolar inşa edilir. Böylece hem boş alanlar sanayi işletmeleri ile doldurulur hem de tarihsel doku büyük ölçüde tahrip edilir. Atıklarını Haliç’e boşaltan sanayi tesisleri de bölgeyi siviller açısından yaşanmaz hale getirir.
Hasköy ve Balat semtleri arasındaki bağların gayet sıkı olduğu bilinir. 1852 yılına gelindiğinde Ayvansaray ile Piri Paşa semtleri arasında Mıgırdiç Cezayirliyan tarafından bir ahşap köprü inşa ettirilir. Bu köprüden geçen kişilerden belli bir miktar geçiş ücreti alındığı ve köprünün de (ihtimal daha çok Yahudilerce kullanılmasından dolayı) ‘Yahudi Köprüsü’ olarak adlandırıldığı bilinir. Köprü, gelirlerini düşürdüğü gerekçesiyle iki semt arasında yolcu taşıyan kayıkçılar tarafından kundaklanarak yakıldı. Yine 20. yüzyıl başlarında Hasköylü Yahudilerin zaman zaman Balat’taki sinemaya gitmek için Haliç vapurunu kullandıklarını Reşat Ekrem Koçu zikreder.
Balat Yahudileri genellikle cemaatin orta ve alt kesimine mensup oldukları için İsrail Devleti’nin kurulmasından sonra bu yeni devlete önemli oranda göç verdiler. Reşat Erkem Koçu, 1949 yılında Balat’ta yaptığı bir araştırmada bir yıl içinde semt Yahudilerinin dörtte birinin İsrail’e göç ettiğini kaydeder. İhtimal ki gayrimüslimlere yönelik 6-7 Eylül saldırıları gibi olaylar sonrasında buradaki göç daha da büyük hız kazanmıştır. Balat’ta Yahudilerden doğan boşluğu büyük ölçüde Kastamonu’dan gelen Karadenizli nüfus doldurdu. Ağırlıklı olarak Karadeniz’den gelen bu yeni yerleşimcilerin bir kısmı sahipleri İsrail’e göç etmiş olan Yahudi evlerine yerleşti. Ellerinde tapu olmadığı için de kaldıkları konuta bakım yapma konusundan hasis davrandılar. Bu da var olan tarihi yapıların zaman içinde harap olmasının önünü açtı.
Günümüzde Balat’ta bir Yahudi varlığından söz etmek ne yazık ki mümkün değil. Sadece sokak aralarındaki binalarda bazen tek tük İbrani yıldızı sembolüne rastlama şansınız var. Bir de Dr. David Aşkenazi’nin muayenehanesinin tabelasını görmeniz mümkün.
GALATA
Galata bölgesi 19. yüzyıldan itibaren Yahudi cemaatinin en etkili olduğu yerlerden birisi oldu. Bunda, bölgenin Karaköy Limanına ve Levantenlerin yaşadığı Pera bölgesine yakınlığı önemli rol oynamış olsa gerek. Zaman içinde zenginleşen Osmanlı tebaası gayrimüslimlerin yerleşim için yeni gözde mekânı 19. yüzyıl ortalarından itibaren artık Galata’dır. Önceleri ağırlıklı olarak Levanten kesimine mensup insanların konaklarına ev sahipliği yapan bölge, zamanla çok katlı ahşap yapılara ve en nihayetinde İstanbul’un ilk lüks apartmanlarına mekân oldu. Bu apartman sahipleri arasında Asseolar, Friedmanlar, Camondolar gibi Yahudi kökenli aileler de bulunuyordu.
Hâlihazırda cemaatin Hahambaşılık binası ile en tanınmış sinagogu olan Neve Şalom bu havalidedir. Söz konusu mabet aynı zamanda bölgede faal olan tek Yahudi ibadethanesidir. Yine cemaate ait eğitim kurumları 1990’lara kadar bu havalide idi. Sonradan Musevi Lisesi Ulus semtine taşındı. Nitekim cemaatin belki de en önemli mezar alanı da Ulus’ta. Şunu söylemek sanırım çok iddialı bir tespit olmasa gerek. İsrail Devleti kurulduktan sonra ama Varlık Vergisi’nin vurduğu ama zaten orta ve alt sınıflara mensup pek Türkiye Yahudi’si İsrail’e göç ederken, görece refah durumu daha iyi olan cemaat mensupları da Teşvikiye, Ulus, Şişli gibi semtlerde yaşamaya devam ettiler. Cemaatin geleneksel merkezleri olan Balat, Hasköy ve Galata ise zaman içinde Yahudi nüfusu açısından boşaldı. Ancak Galata’nın merkezi konumu Yahudi nüfus açısından tenhalaşsa da, burayı cemaat açısından önemli bir mekân kılmaya yetiyor.
Galata, Aşkenaz Yahudi Cemaati açısından da son derece önemli bir merkezdi. Doğu Avrupa’dan göç eden, Yidiş lisanını konuşan bu cemaat üyeleri, sayıca az olmalarına rağmen kültürel hayatta son derece etkililerdi. Cemaatin 20. yüzyıl başlarından itibaren başkanlığını yapan David Marcus’un da ismini burada zikretmek gerekir. Cemaatin iki önemli sinagogu bulunuyordu. Biri Yüksekkaldırım üzerinde bulunan ve bugün hâlihazırda ibadet yapılabilen Avusturyalı Aşkenazlar Sinagogu, diğeri ise Terziler Sinagogudur. Sonuncu sinagog bugün Schneidertempel Sanat Merkezi olarak çeşitli etkinliklere ev sahipliği yapıyor.
Galata sinagogları içinde İtalyan Yahudi Cemaati’ne ait olan sinagog ayrıca ilgi çekici. Türkiye’de ve dünyada genel itibari ile Aşkenaz ve Seferad olmak üzere iki ana kol bulunsa da, İstanbul aynı zamanda Osmanlılar zamanında temelleri atılan İtalyan Yahudi Cemaati’nin de merkezi olarak kabul edilir. Osmanlı ülkesinde Osmanlı tebaası Yahudiler olduğu gibi Avusturya-Macaristan, İtalyan cumhuriyetleri, Alman prenslikleri gibi bazı yabancı devletlerin tebaası konumunda olan Yahudiler de yaşıyordu. Bunlar ibadet ya da gömü alanı olarak Osmanlı Yahudileri ile aynı mekânları kullanıyorlardı. Çoğu varlıklı olan bu cemaat mensupları, hem daha nitelikli bir eğitim görüyorlar hem de dış ticarette tabiiyetlerinin de etkisiyle daha etkin bir rol alıyordu. Bu durumun da etkisiyle 1862 yılına gelindiğinde yabancı devlet tebaası olan bazı Yahudi aileler banker Camondo Ailesi’nin önderliğinde yeni kurulan İtalya Krallığının himayesi altında örgütlendi. Önce Şişli’de kendi mezarlık alanlarına kavuştular. Sonrasında ise, bugüne kadar gelen, Galata Kulesi yakınlarındaki kendi sinagoglarını tesis ettiler.
Devam edecek