Felsefenin açmazı Mutsuzluk: ‘Yazılım’ mı, ‘Alın Yazısı’ mı?

Moris FRANSEZ Köşe Yazısı 0 yorum
7 Eylül 2016 Çarşamba

İnsanı, hayvanda bulunmayan, hayvandan üstün kıldığı düşünülen bir özelliğini öne çıkararak tanımlama geleneği vardır ya… “İnsan alet yapan hayvandır” gibi… Sanıyorum ki, eşit bir doğrulukla, insanı “… Felsefe yapan hayvandır” ifadesi ile tanımlamak da mümkündür. “Homo Philosophicus” da fena durmaz sanki…

Tabii bu ‘felsefe yapma’ eğilimi, insanın hayvana karşı gerçekten bir üstünlüğü müdür yoksa zaafı mıdır bilmiyorum… Örneğin, bizim kayıp kara kedinin felsefi görüş ve ilkeleri uğruna vejetaryen bir keşiş olmaya karar verdiğine, kayıplara da bu nedenle karışmış olduğuna ihtimal vermiyorum. Bu

‘ilkesizliğin’, kedinin bir zaafını açığa vurduğunu da zannetmiyorum.

Bu ‘özelliğini’ biz ne sayarsak sayalım, insanın -ivedi gereksinimlerini karşıladıktan sonra- yaşamı sorgulamaya, yani ‘felsefe yapmaya’ koyulması doğasının gerektirdiği bir zorunluluktur sanıyorum.

‘Doğa Ana’ bize yeteri kadar cömert davranmaz… İhtiyaçlarımızı karşılamak için çalışmamız, ekmeğimizi ‘taştan’ -değilse de topraktan- çıkarmamız gerekir… Ölüm, yaşlılık ve hastalıkla karşılaşmamız kaçınılmaz, ekonomik sefalete düşmemiz de olasıdır…

Sürekli olarak endişe ile umut arasında gidip gelir, iyi günde, yaşamın bahşettiği ‘iyilikleri’ (örneğin sağlığımızı, servetimizi) kaybetmenin endişesi ile yaşar, kötü günde de, ‘kötülüklerden’ (örneğin, hastalıktan, fakirlikten) kurtulmayı ümit ederiz. Endişelerimiz umut içerir, umutlarımız da endişe… Ve bu iki duygu da, mutluluğu ‘bir başka bahara’ ertelememize neden olur.

‘Nöbetçi’ endişeler, iyi günün dahi tadına varmamızı engeller, sürekli bir hoşnutsuzluk ve yoksunluk duygusu içinde yaşarız. Felsefi arayış içinde olmamızın nedeni de budur: Yaşamakta olduğumuz hayattan hoşnut olmayışımız…

Hepimiz, yaşamakta olduğumuzdan daha kusursuz, daha bilgece bir yaşamın mümkün olduğunu imgeler, öylesini gerçekleştirmeye istekleniriz. Yaşam deneyimimiz, gereksiz kaygı ve korkuların, boş ümitlerin, kıskançlık, aşağılık duygusu, kibir gibi duyguların yarardan fazla zarar getirdiğini öğretir, bu yıkıcı duygulardan arınmanın yolunu ararız.

Bize çeşitli felsefi, dinsel ve spiritüel ‘yollar’ sunulur… Kimimiz yolu ‘haritadan’ (kitaptan) incelemekle yetinir, kimimiz fiilen yola koyulur… Yolun sonunda bizi herhangi bir ‘ermişlik’ ya da başka ödülün beklediğinden de emin değilim. Çünkü bazen ‘haritadan’, bazen de ‘sahaya inerek’ sayısız yollar denedim, bu rahatsız edici duygulara karşı herhangi bir bağışıklık kazandığımı söyleyemiyorum.

***

Bütün canlılar gibi biz de, bilincimize ulaşmayan, kendisini onaylayıp onaylamadığımızı umursamadan içimizde işleyen bir yaşama çabası ile doğuyoruz. Doğuşumuzda beraberimizde getirdiğimiz, daha doğrusu doğmamızı da zorunlu kılan bu genetik güç, yaşamımız boyunca da bizi güdüyor.

Spinoza’nın Conatus, Freud’un Libido adını verdiği bu ‘esrarengiz’ ya da ‘tanrısal’ enerji, cinsel arzu ve saldırganlığımızın en ‘aşağı’ biçimlerinden, ‘yüksek kültürümüzün’, bilgeliğimizin, adalet anlayışımız ve ahlaki değerlerimizin en ‘soylu’ olanlarına kadar tüm düşünce, duygu ve heyecanlarımızı belirliyor…

Hangi neden ve koşulların bizi hangi hallere sokacağı ‘yazılımımızda’ kayıtlı… Nasıl ki neden ve koşulları oluştuğunda Newton’un elması düşmezlik edemiyorsa, kıskançlık duygusu da doğmazlık edemiyor…

Felsefenin açmazı

Eğer felsefi arayış içinde olmamızın nedeni, yaşamımızdan hoşnut olmayışımız,  daha bilgece yaşamanın mümkün olduğunu imgelememiz ise, şöyle bir açmazın içindeyiz demektir:

Kendi belleğinde yazılımı ile dünyaya gelen ve yaşamı boyunca karşılaşacağı olaylardan nasıl etkileneceği de belirlenmiş olan beden/zihin karışımı yaşam

malzememize yön vermek, bu her şeyden etkilenen, ‘yaşayan’ ortamda, bizi mutsuz kılan duyguların oluşmamasını sağlamak nasıl mümkün olacak?

Acaba bu belirlenim adı verilen neden-sonuç zorunluluğu, katlanmak zorunda olduğumuz alın yazısı gibi bir şey mi? Yoksa verilerine müdahale edebileceğimiz yazılım gibi bir şey mi?

 

 

****************************

1 Yorum