BDS akımının boykot ve diğer taktikleri

Umut UZER Köşe Yazısı
28 Eylül 2016 Çarşamba

BDS (Boycott, Divestment, Sanctions) hareketi Filistinli sivil toplum örgütleri tarafından İsrail’i işgal altında tuttuğu topraklardan çıkarma hedefiyle 2005 yılında kuruldu. Güney Afrika’da apartheid politikalarına karşı 1970’lerde ve 1980’lerde uygulanan yaptırımlardan ilhamını alan BDS, Batı Şeria, Gazze ve Golan Tepelerinin İsrail tarafından tahliyesini ve güvenlik duvarının yıkılmasını talep etmektedir. Tabi İsrail’in Gazze Şeridinden çekilmiş olması nedeniyle artık buradan çıkması söz olmadığına göre, yeni istek olarak Gazze’ye uygulanan kuşatmanın kaldırılması talepleri arasında yer almaktadır. Bunların dışında İsrail’in içinde yaşayan vatandaşları olan Filistinli Araplara eşit hakların verilmesi ve İsrail’in dışında yaşayan 7 milyon Filistinli mülteciye evlerine geri dönüş hakkının verilmesi temel hedefleri arasındadır.

BDS öncelikle İsrail ile iş yapan uluslararası ve İsrail kökenli şirketlerin boykotunu öngörmektedir. Daha geniş anlamıyla İsrail’in yukarıdaki istekleri yerine getirmediği sürece topyekûn boykot edilmesi ve meşruiyetinin sorgulanması hedeflerini gütmektedir. Divestment kelimesinin anlamı ise bütün bankaların, yerel yönetimlerin, kiliselerin ve üniversitelerin İsrail’de yaptıkları yatırımları sonlandırmalarıdır. Yani bu kavram yatırım (investment) sözcüğünün tam tersi anlama sahip olup, yatırımların geri çekilmesini öngörmektedir. Yaptırımlar ise İsrail hükümetine çeşitli baskı yollarını kapsamaktadır. Öyle ki her türlü serbest ticaret antlaşmasının sonlandırılması ve İsrail’in BM ve FIFA gibi kuruluşlardan atılmasını sağlayarak tamamen yalnızlaştırmasını hedeflemektedir. Bu bağlamda AB-İsrail serbest ticaret antlaşması ilk akla gelen mekanizmadır.

Güney Afrika’da 1994’e kadar uygulanan ırk ayrımcılığı politikalarıyla ciddi benzerliklerin var olduğunu iddia eden BDS akımı, İsrail’in yerleşimci sömürgeci sistemini yıkmak için, ki bu fikre birçok İsrailli entelektüel de katılmaktadır, aynen Güney Afrika’ya yapılan yaptırımlara benzeyen ve hatta ötesine giden müeyyideler ile İsrail’e baskı yapılmasını önermektedir. Bunların arasında özellikle akademik boykot dikkati çekmektedir. Öyle ki İsrail üniversitelerinin devam eden işgalin, yerleşimci sömürgeciliğinin (settler colonialism) ve apartheid’in suç ortakları oldukları, bu suçları meşrulaştırdıkları, silah sistemleri geliştirdikleri, etnik temizlik uygulamalarını haklı çıkardıkları, yargısız infazlara ahlaki gerekçeler getirdikleri ve Arap öğrencilere karşı ayrımcılık uyguladıkları iddia edilmektedir.

Belki de BDS sözcülerinin iddiaları arasındaki en zayıfı üniversitelere karşı olanlardır çünkü İsrailli akademisyenlerin çoğu zaten sol eğilimli ve barış yanlısıdır. Dünyadaki çoğu entelektüel gibi İsrail’de de akademisyen ve entelektüellerde sol eğilim son derece güçlüdür ve aralarında Ben Gurion Üniversitesinden Neve Gordon veya Tel Aviv Üniversitesinden Rachel Giora gibi bazı akademisyenler bizzat BDS akımını desteklemektedirler.

Üniversitelerdeki barış eğilimine ilginç bir örnek olarak, Hayfa Üniversitesindeki Arap ve Dürzi öğrencilerle olan uyumun bir sembolü olarak üniversitenin resmi isminin İbranice ve İngilizcenin dışında Arapça olarak da yazıldığı verilebilir. Diğer üniversitelerde sadece İbranice ve İngilizce olarak yazılırken, Hayfa şehrindeki uyumun da bir göstergesi olarak üniversitenin resmi ismi Arapça olarak da yazılmıştır. Tabi bu söylediklerim üniversitelerin Arapça web sayfalarını kastetmemektedir, çoğunun Arapça web sayfaları mevcuttur ancak bahsettiğim daha çok kurumsal kimlik ile ilgili olan bir durumdur.

Üniversiteler arasında sağ düşüncenin hakim olduğu yerler ise milliyetçi-muhafazakar olarak nitelendirebileceğimiz Bar-Ilan Üniversitesi ve Batı Şeria’da kurulan Ariel Üniversitesidir. Bunlar dışındaki Kudüs İbrani Üniversitesi, Tel Aviv Üniversitesi, Hayfa Üniversitesi, Ben Gurion Üniversitesi yukarıda da bahsedildiği üzere İşçi Partisi veya diğer sol akımların hakim olduğu eğitim kurumlarıdır. Dolayısıyla bunların boykot edilmesi barış çabalarını sekteye uğratacak ve Filistinliler ile barışın entelektüel tabanını zayıflatacaktır. Buna rağmen Güney Afrika’da bulunan Johannesburg Üniversitesi Ben Gurion Üniversitesi ile akademik ilişkileri kesmiştir. İlginçtir ki İsrail’deki sağ kesimlerin bile çok fazla solda olmakla eleştirdikleri Ben Gurion gibi üniversitelerin boykotu burada çalışan akademisyenlerin uluslararası bağlantılarını keserek kendi ülkeleri içinde bile daha da yalnızlaştırılmaları sonucunu beraberinde getirecektir.

Amerika’daki birçok üniversitedeki öğrenci birlikleri, ki bunların arasında Stanford ve Princeton gibi elit üniversiteler de mevcuttur, BDS akımını gündeme getirmeye çalışmaktadırlar. Ancak çoğunda bu tasarılar geçmemekte veya geçse bile bağlayıcılıkları olmamaktadır. Ama ne olursa olsun Arap-İsrail sorunu çoktan Amerika’daki kampüslere kadar yayılmakta, İsrail’in üzerinde baskı yaratmak ve ahlaki olarak kınamak için BDS kampanyası kullanılan metotlar arasında etkili ve görünür olmaya devam etmektedir. Böylelikle Filistin meselesi farklı alanlarda gündemde kalmaya devam edecek gibi gözükmektedir.