“Geçinememenin sonuçları yıkıcı oluyor”

Müslüman Yahudi Konferansı... Kulağa yeterince açıklayıcı geliyor, değil mi?

Perspektif
6 Ekim 2016 Perşembe

Jack E. Gözcü


Bu sene Berlin'de gerçekleştirilen Müslüman Yahudi Konferansı* (MJC)'na katılmamdan neredeyse iki ay geçti. Hâlâ yedi gün boyunca orada deneyimlediğim ütopya hissiyatını sindirmeye çalışıyorum. Kadıköy'den Beşiktaş'a gitmek için bindiğim vapurun muazzam manzarası eşliğinde bu makaleyi yazmak için kullandığım her kelime orada yaşadıklarıma ihanet gibi geliyor. Seçeceğim kelimeler her ne kadar mükemmel olsalar da, orada hissettiklerimi açıklamamda eksik kalacaklar.

Müslüman Yahudi Konferansı... Kulağa yeterince açıklayıcı geliyor, değil mi?

Konferansa katılmadan önce kendimi "Çokbilmiş" hissediyordum. "Sonuçta Müslüman ülkede doğmuş ve büyümüş bir Yahudi’yim ve orada normal hayatımda yaşadığımdan farklı şeyler yaşamayacağım. Deneyimlerimi paylaşacağım" diye düşünüyordum.

Tarihine ve Yahudilere yaşattıklarına rağmen benim gözüme her zaman güzel gözüken Berlin şehrine vardığımda bütün haftayı geçireceğimiz otele doğru yola koyuldum. Benim gibi konferansa erken gelmiş birkaç kişi ile beraber öğle yemeği yemek için otelden ayrıldık ve koca bir blok boyunca uzanan Holokost anıtının iki dakika uzağındaki bir Hint restoranında, konferans boyunca yaşayacağım şok anlarından ilkini, yeni tanıştığım Filistinli kadının bana söyledikleri ile yaşadım: "Jack! Sen de amma Arap’sın!"

O anda ne söyleyeceğimi bilemeden kaldım. Söylediği o ufacık cümledeki içeriği anlamaya çalışırken ‘Arap’ kelimesinin benim için neler hissettirttiğini düşündüm ve kendisine "Size nasıl cevap verebileceğimi bilemiyorum" diyebildim. Güldük ve konu değişti.

Konferansa gelenler genel olarak üç gruba ayrılıyordu. Müslümanlar, Yahudiler ve diğerleri. İlk olarak kendi inanç gruplarımıza ayrılarak diğer insanların bizlere karşı olan önyargılarını yazdık. Müslüman grupların yazdıklarını dinlerken listelerindeki önyargı olarak bazı belirttiklerinin benim düşüncelerimde de olduğunu fark ettim. (Aydınlanma #1)

Yemek sonrasında konferans görevlilerinden biri yanıma yanaşarak konferans başvurumu incelediğini ve başımdan geçenleri anlatmak isteyip istemediğimi sordu. 15 Kasım 2003 günü başımızdan geçenleri anlattığımda ön sıralarda oturan Pakistanlı ve Tunuslu iki kadının gözyaşlarına hâkim olamadığını gördüm.

10 dakikalık anlatımımın hemen arkasından, bundan birkaç sene evvel MJC'ye katılmış olan, bu konferansta tanıştığı insanlar sayesinde Yemen'deki iç savaştan ve El-Kaide'nin elinden kıl payı kurtulmuş olan Muhammed El-Samawi'nin hikâyesini dinledik. Hikâye çok etkileyici olduğundan kısaca anlatıp itibarını bozmak istemiyorum. Kitabı çıkmak üzere; tavsiye ederim.

İkinci günden itibaren komitelere ayrılarak daha spesifik konular üzerinde tartışmaya başladık. Komiteler, ‘Çatışma Transformasyonu’, ‘Güç, Din ve İnsan Hakları’, ‘Bizler ve Onlar - Marjinalizasyon Önlemleri’, ‘Sanat ve Kültür’, ‘Proje Komitesi’ ve ‘Tarihsel Söylemler ve Kimlik’ başlıkları altında toplanmıştı.

Ben ‘Bizler ve Onlar’ komitesindeydim ve komitede Yahudiler, Müslümanlar ve az miktarda diğerlerinden vardı. İlk başlarda ‘bizler’ denildiğinde aklımda beliren ‘Yahudiler’ ve ‘onlar’ denildiğinde ise ‘Müslümanlar’ geliyordu. Fakat hikâyelerimizi paylaştıkça fark ettim ki, ben Türkiye’de antisemitizme maruz kalarak sorun yaşarken, Pakistanlı bir Müslüman ise bir ‘kadın’ olarak varlığını sürdürmeye çalışırken sorun yaşıyordu. Laik bir ailede büyümüş yarı Alman yarı Türk bir kız, inançlı bir insan olduğunu ailesine kabul ettirmekte zorluk yaşarken, Hollandalı bir Yahudi toplu taşımada ‘Siyonist’ diye tartaklanıyordu. Komite toplantısında bütün hikâyeleri absorbe etmeye çalışırken bir gerçekliği fark ettim: Ne kadar paylaşırsak o kadar ‘biz’ olduk ve ‘onlar’ dediklerimiz insanları empatisiz ve sevgisiz insanlar olarak tanımladık. (Aydınlanma #2)

"Orada uyumsuzluk, anlaşmazlık hatta gücenilecek şeyler vardı; ama asla nefret yoktu. Kimse kimseyi yok saymadı, çünkü saygının özü algılamaktan geçiyor." Eliana Abdo

Saatlerimizi, günlerimizi beraber geçirdikçe, paylaşımımız arttıkça birbirimize daha da bağlandık. 4-5 gün boyunca komite toplantılarımız, başarılı geçmiş terapi seansları gibiydi.

Konferansın bende en iz bırakan olayı ise Berlin'in birkaç kilometre dışındaki Sachsenhausen Toplama Kampında gerçekleştirilen anma töreni oldu. Arapça ve İbranice dualar Müslüman ve Yahudiler tarafından okunurken bulunduğumuz durumu bir arkadaşım kendi makalesinde benim sözlerimle şu şekilde paylaşmış:

Jack Gözcü, dağ gibi vücudu dövme ve küpelerle kaplı, heybetli bir fiziğe sahip, yakın zamanda başarısız olmuş bir darbe girişimine şahsen tanık olmanın sıkıntılı sürecini yaşamış bir Türk Yahudi’si olarak şunları söyledi: “Bu konferansın başında, bir toplama kampında bebekler gibi ağlayacağımı ve teselli için bana elini ilk uzatan, ilk avutan kişinin bir Müslüman olacağını söyleseydiniz, aklınızı kaçırdığınızı düşünürdüm. Ancak bugün tam da olan buydu.” -  Zeeshan Salahuddin

Konferansın finali ise cuma ve Şabat duaları ve ‘Sanat ve Kültür’ komitesinin duygusal gösterisi ile sonlandı. Leonard Cohen'in ‘Hallelujah’ şarkısı mükemmel bir harmoni ile İngilizce, İbranice ve Arapça söylenirken gözyaşlarımı tutamadım. ‘Bayan’ ismindeki Suriyeli kadının ortaya gelip salondaki derin sessizliği sakince delen sözleri, şehirlerinin bombalanması ile kendilerini nelerin beklediğini bilemeden nasıl yollarda bulduklarını anlatıyordu. Hıçkırıklara boğularak senelerden sonra ilk defa bu kadar ağladım.

 

MJC 2016 – BERLİN

Özetlemek gerekirse, MJC 2016 süresince:

•                ‘Arap’ diye çağırıldım ve daha sonradan bunun bir iltifat olduğunu anlayabildim,

•                Düşündüğümden çok daha fazla ağladım,

•                İnsan tanımanın önemini bir kez daha benimsedim,

•                Balkan insanlarına olan aşkımı tazeledim,

•                Türkiye'de yaşayan bir Yahudi olmanın verdiği bakış açısının bazen yeterli olmadığını ve ‘onlar’ ile başa çıkabilmek için yeni bakış açıları ve yöntemler geliştirmenin gerekliliğini anladım. Konferansın bana kattığı en büyük ders bu oldu.

•                İnsanlık sevgisini, benimle aynı değerleri paylaşarak yaşayan yeni bir aile edindim.

“Kendini, orman yangınına bir damlacık su taşıyan bir kelebek gibi hissedersen ne yaparsın? Basit - Kelebekler ordusu kurarım.” İlja Sichorvsky

İlk geceki konuşmamı sonlandırırken şu cümleyi kurdum: “Birbirimizle geçinememek gibi bir lüksümüz yok, geçinemediğimizde sonuçları yıkıcı oluyor.”

“ ‘Bizler’ inançları, milletleri veya geçmişleri farklı olsa da, taşıdığı değerleri ve beklentileri benzer olan insanlar olduk. Müslüman Yahudi Konferansı ‘bizler’i bir araya getirdi. Gelecek ise ‘onlar’ ile çalışmamızı sağlayacak.” Eliana Abdo.

 

 

MJC nedir?*

Avusturya merkezli bir sivil toplum örgütü olan Müslüman Yahudi Konferansı (The Muslim Jewish Conference -MJC) öğrencilere ve genç profesyonellere yönelik bir diyalog platformu. Müslüman, Yahudi ve diğer cemaatlerden de temsilcileri ve genç liderleri bir araya getirmeyi hedefleyen platform, başta Yahudi ve Müslümanlar olmak üzere, inançlar arası iletişimi arttırmayı hedefliyor.

Bu yıl Müslüman Yahudi Konferansı’nın yedincisi, 7-14 Ağustos tarihleri arasında Almanya’nın Berlin şehrinde düzenlendi.