Genç Kalemler: Sokak kedisinin gözünden İstanbul

Gençlik - Eğitim
13 Ekim 2016 Perşembe

Karen Ancel


Topallıyorum. Bacağım kanıyor ama ölmedim. Bakıyorum, kömür siyahı tüylerimin bir kısmı yanıp gitmiş, çıplak derim tiz tiz bağırıyor. Siren sesleri beynimde yankılanırken etrafta kaçışan insanların arasından ulaşmaya çalışıyorum yavrularımın yanına.

15 yaşında siyah bir sokak kedisiyim. Evet, İstanbulluların deyişiyle ‘kara kedi’. İnsanların beni gördüğünde saçını veya kulağını çektiği, “Bakalım şimdi başımıza ne şanssızlık gelecek” diye iç geçirdiği, gözlerini kaçırdığı bir kedi. Ama şu an bunlar umurumda bile değil. Hayat boyu sırtımda taşıdığım ‘kötü şans habercisi’ lakabından kurtulmak önemli değil. Şu an tek önemli olan yavrularımı bulmak ve onlarla güvenli bir yere sığınmak. Gördüğüm en yakın lokantanın içine girip camdan dışarıyı izlemeye başladım. Etrafta birbirine bağıran insanlar, sirenlerini açmış sayısız polis ve ambulans arabaları deli bir kaos yaratıyorlardı ve ben neler olduğunu kavramaya çalışıyordum. Artık sesleri normalde duyduğumdan çok daha kısık bir şekilde duyuyordum. Dünya gitgide sessizleşiyor, siren sesleri kısıldıkça kısılıyor. Kulak zarım mı zedelenmişti? Sağır mı kalacaktım? Belli sesleri hâlâ ayırt edebiliyordum, çığlık seslerini, ağlama seslerini... Aniden yüze yakın insan lokantanın içine doluşup küçük televizyon kutusunun başına toplandı, ben de onların arasından sıvışıp bir rafın üstüne çıktım ve televizyonu izlemeye başladım. “SON DAKİKA! İSTİKLAL CADDESI’NDE PATLAMA!” alt yazısı geçiyordu. “Ölü sayısı şu an bilinmiyor.” İçimi derin bir korku kapladı. Lokantadakilerin tamamı gözyaşına boğulurken, hayatım gözlerimin önünden geçmeye başladı. Sokak kenarındaki doğumum, annemi babamı hiç tanımayışım, yavrularımın doğumu; hepsi gözlerimin önünden bir bir geçerken patilerimin üstüne düşen gözyaşı damlalarının farkına vardım. Ağlıyordum galiba; hayatımda ilk defa. Hayatımdaki onca zorluğu ağlamadan atlatmıştım ama şu an kendimi tutamıyordum. Yavrularımı bir daha göremeyeceğimin düşüncesi başıma dayanılmaz bir ağrı soktu, bacaklarım uyuştu, televizyonu izlemek için çıktığım raftan yere yuvarlandım. Başıma bir kalabalık toplandı ve bir adam, “Kedilerin dört ayak üstüne düşmesi gerekmiyor muydu?” diyerek kıs kıs gülmeye başladı. Saatler sonra bir sokak kenarında uyandım. Sokak lambasından gelen ışık gözlerimi kamaştırmıştı ve etrafı bulanık görüyordum. Dünyam benim içim böyleydi artık, bulanık... Hayata yarı saydam bakmak istiyordum. Gerçekleri bilmemek, bombadan sonra kaç ölü olduğunu öğrenmemek, yavrularımın yaşayıp yaşamadığını bilmemek istiyordum. Gerçeklerle yüzleşmekten korkuyordum denebilir aslında. Bu bilinmezlik, bulanıklık benim son umudumdu. Gözlerim yavaş yavaş eski haline dönmeye başlamıştı maalesef. Hayatıma kaldığı yerden devam mı edecektim? Kimsenin umursadığı yoktu kaybolan kedi hayatlarını. Yandaki bir evin camına tırmanıp haberleri izlemeye başladım. Bir karı- koca birbirlerine sokulmuş, yaşadıklarına şükredercesine sarılıyor, haberleri seyrediyorlardı. “İstanbul’un en kozmopolit semtinde patlama! Yaralı sayısı bilinmiyor, ölü sayısı 5 ve gitgide artıyor.” Kadının tırnakları yenilmekten paramparça olmuş, adamın ise yüzündeki çizgiler gitgide derinleşiyordu. Bazı insanları anlamıyorum. Neden birbirlerini öldürünce, katledince zevk alıyorlar? Ayrıca neden ölen kediler, köpekler, kuşlar hiç umursanmıyordu? Kafamda yüzlerce soru, kalbimde bitmek bilmeyen bir acı hissiyle oracıkta uyudum, bir daha uyanmamak umuduyla...