Ağzımız yok ki

Estreya Seval VALİ Köşe Yazısı
16 Kasım 2016 Çarşamba

Yahudilikte mezarlığa sık gidilmez. Kaybettiğimiz yakınlarımızın kabirlerini ya ölüm yıldönümlerinde ya da Roş Aşana ile Kipur arasındaki dönemde ziyaret ederiz. Roş Aşana ile Kipur arasında on gün olsa da, bayram günlerini çıkardık mı, geriye beş altı gün kalır. Bayram arası günler de çalışıldığından, ziyaret için en uygun gün, eğer mümkünse, pazar günüdür.

Bir buçuk sene öncesine kadar ziyara mecburiyetim yoktu. Ancak hayat beni öyle bir çarptı ki, beş ay ara ile ziyaret etmem gereken kabir sayısı hiç yoktan ikiye çıktı. Başta hem kendi doğum günümde, hem de rahmetli eşimle anneciğimin doğum günlerinde mezarlığa gittim. Taşların sipariş edilmesi, teslim alınması derken, fark ettim ki ilk üç ay içinde sıkça başlarında dua etmişim. Ardından bu görevi, ziyara günleriyle kısıtlamaya çalıştım.

Bu sene Yom Kipur’dan hemen önceki pazar günü, görevlerini yerine getirmeye çalışan kalabalık bir dindaş topluluğu ile Ulus Sefarad Mezarlığının yolunu tuttuk. Müsait yer vardı ve doğal olarak arabayı park etmeye koyulduk. Derken iyi kalpli bir dindaş uyardı: “Dikkat edin, arabaları çekiyorlar.” Sözünü ikiletmedik ve hemen gözden ırak, arka bir sokağa yöneldik. Tesadüf bu ya, bulduğumuz park yeri, çekilen otomobillerin istiflendiği alanın tam karşısındaydı ve birkaç çekici, kabristanla orası arasında âdeta ring seferi yapıyordu.

Yürüyerek kabristanın yolunu tuttuk. Çekicilerin biri geliyor, biri gidiyor ve dinî görevlerini yerine getirmeye çalışan, bunu yaparken de hiçbir trafik kuralını ihlal etmeyen Yahudilerin otomobillerini size anlatmakta, tarif etmekte zorlanacağım bir şevk ve coşkuyla kamyonlarına yüklüyorlardı. Ne arabasını o an park etmiş olan kişilerin, ne de çiçek satan Roman vatandaşların feryatları para ediyordu. Para, otomobilini geri almaya gelenlerin cebindeydi çünkü. Duyduğuma göre aynı olay Nakkaştepe’de de gerçekleşmiş. Hadi, Ulus göz önünde. Nakkaştepe için aynı şey söylemek mümkün mü?

Şöyle bir düşünün sevgili okurlar. Bırakın Şişli ya da Teşvikiye camilerindeki cenaze günlerini, herhangi bir gün bile Abide-i Hürriyet, Ergenekon ya da Teşvikiye Caddelerinde ikinci hatta üçüncü sıra park eden araçların sayısı kaçtır? Bu araçlara karışan, herhangi bir ceza uygulayan var mıdır? Yoktur, öyle değil mi? Peki, yılda bir pazar, Yahudilerin dinî bir vecibeyi yerine getirirken huzurlarını bozmak neden? Evet, kuşku yok ki o gün çok para toplanmıştır ama can yakarak, kafa bulandırarak elde edilen paradan hayır gelir mi? Buna tabi ki Yüce Yaratıcı karar verecektir.

Peki, bu olayın ardından hakkını arayan oldu mu sizce? Benim tek gördüğüm, arabasını para ödedikten sonra minnet içinde teşekkürler ederek geri alan bir kadıncağızdı. Eminim aynı durumdaki herkes de teşekkür etmiştir. Neden dersiniz? Naçizane fikrim şu:

Cenaze ve defin törenini takiben, gelenler için bir sofra kurulur ve masada katı pişmiş yumurtanın bulunması şart olduğundan, yemeğin adına uevo (yumurta) denir. Yumurta, şekil itibarıyla hayat çevrimini çağrıştırır. Bir de katı pişmiş yumurtanın hiçbir girintisi çıkıntısı olmadığından ağzı olmayan bir yüzü andırır. Geride kalanların ölüm karşısında konuşacak ağzı, söyleyecek sözü yoktur. Kayıplarını vakur bir acıyla kabullenirler.

Yahudilerin otorite karşısında konuşacak, laf yapacak ağzı yoktur sevgili okurlar. Bu bana rahmetli kayınpederimden sıkça duyduğum bir atasözünü hatırlattı: Boka serrada no entra moşka. Kapalı ağza sinek girmez. Susarsan başına bela almazsın. En kötü ihtimalle mala gelsin de cana gelmesin, öyle değil mi?

Bakalım seneye Aşem ömür verirse ne olacak. Esen kalın.

 

 

****************************