İsrail Dışişleri Bakanlığı, Diaspora Bakanlığı ve Basın Ofisi tarafından Kudüs’te düzenlenen ve 4 gün süren ikinci Jewish Media Summit’e (Yahudi Medya Zirvesi) dünyanın birçok ülkesinden 50 Yahudi gazeteci katıldı. “İki Yahudinin olduğu yerde üç ayrı fikir vardır” diye boşuna söylenmemiş. Yahudi Medya Zirvesi’nin daha ilk saatlerinde bunun kesinlikle doğru bir deyiş olduğunu anladım.
Kudüs’te düzenlenen İkinci Yahudi Medya Zirvesi’ne (Jewish Media Summit) ABD, Kanada, Brezilya, Romanya, Avusturya, Belçika, Fransa ve Yunanistan dahil dünyanın birçok ülkesinden 50 Yahudi gazeteci katıldı. Adı bile komplo teorisyenlerine malzeme olabilecek zirvenin amacı İsrail ve İsrail dışındaki gazetecileri bir araya getirmek ve Yahudilik, İsrail, antisemitizm, gazetecilik gibi konularda fikir alışverişinde bulunmaktı. Bu amaçla dört gün boyunca İsrail’in önde gelen politikacıları ve fikir önderleriyle bir araya geldik. Düzenlenen iki farklı gezi ile de İsrail’i daha yakından tanımamız sağlandı. Gezilerin ilki Gazze sınırındaki İsrail şehirlerindeki yaşamı yakından görmek için Sderot kentine yapıldı. Oradaki halk ve yetkililerle görüştük, Gazze’ye açılan Kerem Şalom Sınır Kapısını ziyaret edip, işleyişi öğrendik. Diğer gezi ise İsrail toplumunu oluşturan iki farklı grubu yakından tanımaya yönelikti. Arap nüfusun devam ettiği Kudüs’teki Anwar College ve Jest Teknoloji Okulunu, daha sonra da dindar Yahudileri tercih ettiği Mercaz Haredi ve United Hatzalah eğitim kurumları ziyaret edip, öğrenci ve eğitimcilerle sohbet ettik. Zirve sırasında İsrail’de çalışan Arap gazetecilerin sorunları ve onların bölgedeki gelişmeleri nasıl yorumladıklarını ilk elden öğrenme fırsatı bulduk. İsrail nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan Müslüman Arapların sesi olan bu gazetecilerin bakış açıları, kullandıkları terminoloji ve karşılaştıkları sorunlar masaya yatırıldı.
Dünyanın birçok ülkesinden gazeteci bir araya gelince gazetecilik, Yahudi basınının avantaj ve dezavantajları ile yükselen dijital gazeteciliğin basılı gazetelere etkisinin tartışılması ise kaçınılmazdı. Bu zirve ile hedef İsrail toplumunu ve yaşadığı sorunları tanıtmak, İsrail ve İsrail dışındaki Yahudi toplumları arasındaki bağları güçlendirmek ve bilgi alışverişini kolaylaştırmaktı. Ve dediğim gibi açılış konuşmalarıyla birlikte hem önceliklerimizin hem de bakış açılarımızın oldukça farklı olduğunu fark etmem bir oldu.
İsrail’in değişen demografik yapısı
Açılışı yapan İsrail Devlet Başkanı Reuven Rivlin babacan tavırlarıyla İsrail’in kuruluş aşamasında geçen çocukluğundan örneklerle renklendirdiği konuşmasında iki önemli demografik bilgi paylaştı. Birincisi İsrail ilk kurulduğunda göçün önemli bir kavram olduğu ve kendisinin hayalinin de İsrail’in bir gün 2 milyona ulaşması olduğu söyledi. Bugüne baktığında bunun kat ve kat artarak 8 milyona ulaştığını belirtti ve “İsrail’e göç önemli ancak biri nerede yaşamaya karar verirse versin, orada Yahudi kimliğiyle yaşayabilmeli” dedi. İsrail’in görevinin antisemitizm ile karşılaşan her Yahudinin yanında olmak olduğunu belirten Rivlin, İsrail karşıtlığının da bir tür antisemitizm olduğunu hatırlattı. İkincisi ise İsrail nüfusunun yapısındaki değişimlerdi. Eskiden nüfus laik çoğunluk ve dindar azınlıktan oluşurken bugün Rivlin’e göre İsrail nüfusu dört gruba ayrılıyor; ultra-Ortodokslar, laikler, milliyetçi dindarlar ve Araplar. Yaklaşık eşit sayıya ulaşan bu grupların her birinin farklı kimlikleri, yaşayış tarzları, şehirleri ve okulları olduğunu, farklı gazeteler okuduklarını belirtti. Bu grupların birbirini tanıması için devlet çapında birçok organizasyon yapıldığını vurguladı. Biz de Yafo’yu gezerken Arap-Yahudi merkezinde Yahudi ve Müslüman gençler için düzenlenen bir dans partisine tanık olduk.
İsrail ile Amerikan Yahudileri arasındaki çatışma ve Kotel
Her ne kadar İsrail ile diaspora ilişkileri öncelikli konu olsa da, Amerikan Yahudi toplumunun endişe ve öncelikleri ilk iki güne damgasını vurdu. Neredeyse her eyaletten gazetecinin katıldığı zirvede ABD’nin görünürlüğü dikkat çekiciydi. Bu da ister istemez tartışmalara da yansıdı. Amerikan Yahudilerinin İsrail için önemi ve gözle görülür bir biçimde İsrail ile bozulan ilişkilerinin tamiri ise bu zirvenin belki de asıl amacıydı. İsrail’in diaspora dediğinde aklındakinin öncelikle ABD olduğu net bir şekilde gözüküyordu.
Amerikan Yahudilerinin İsrail’e olan desteklerinin özellikle de genç nesilde azalmasının sebebi Filistin meselesi değil, devletin desteğiyle dikte edilen Ortodoks dini kurallardı. İsrail ile ABD Yahudileri arasındaki uçurumunun simgesi ise Kotel, yani Ağlama Duvarı idi. Ortodoks olmayan Yahudilerin Kotel’de kendi geleneklerine göre dua etmesi için alternatif bir yer ayrılmasını öngören ve kadınlara eşitlik sağlayan yasa yaklaşık bir yıl önce çıkarılmış ancak bir türlü hayata geçirilememişti. Bunun da sebebi Netanyahu koalisyonlarının bel bağladığı ultra-Ortodoks partilerin itirazı.
Kotel söz konusu olduğunda bu konuya kişisel yaklaşan ve zaman kaybetmeden bu sorunun çözülmesini isteyen Amerikalılar, İsrail’in bu konudaki tutumunu inançlarına saygısızlık ve dini kimliklerine saldırı olarak görüyorlar. Buranın herkes için kutsal olduğunu belirterek ultra-Ortodoksların kontrolünde ve onların kurallarının belirleyici olmasına karşı çıkıyorlar. Bu durumun İsrail ile bağlarını zedelediğini söylüyorlar. İlginç olan İsrail bunu görmezden geliyor oysa İsrail gittikçe sağa kayarken, genellikle liberal olan Amerikan Yahudileri ile aralarında açılan uçurum tartışmalara da açıkça yansıdı.
Netanyahu’nun en büyük rakibi olarak gösterilen merkez Yeş Atid Partisinden Yair Lapid İsrail ile diaspora ilişkilerinin düzeltilmesi gerektiğini, İran nükleer anlaşması konusunda İsrail’e desteklerini esirgemeyen reformist ve muhafazakar Amerikan Yahudilerinin taleplerinin ciddiye alınması gerektiğini söyledi ve Kotel’de eşitlikçi ve kadınların taleplerini karşılayacak bir düzenlemeyi desteklediğini belirtti.
İsrail’in tüm farklı Yahudilik inanışlarına kucak açması günün çözülmesi gereken en önemli sorunuydu. Tüm tartışmalar bu konunun etrafında dolanırken İsrail’in Yahudiler için bir ulus devlet mi, dini bir devlet mi olduğu ana tartışma konusuydu. İsrail ve Filistinliler arasındaki sorun ana güvenlik sorunuysa, Kotel de Amerikan Yahudilerinin ortak kaygısını oluşturdu. Amerikan seçimleri ve Trump ise dönüp dolaşılan konuların başında geliyordu.
Netanyahu tüm Yahudilerin lideri mi?
Amerikalı gazetecilerin Kotel konusuna verdikleri önem ve öncelik beni şaşırttıysa da ikinci şaşkınlığımı İsrail Dışişleri Bakanlığı yeni Genel Direktörü Yuval Rotem’in konuşmasında kullandığı bir tanımdı. Rotem’e göre Netanyahu dünya Yahudilerinin lideri. Bunun açıklamasını da şöyle yapıyor. İsrail dünyadaki tek Yahudi devleti ise ve İsrail’in tüm dünya Yahudilerine karşı sorumluluğu varsa Netanyahu da bu ülkeyi yöneten kişi olarak tüm Yahudilerin lideri sayılır. Bunu farklı sözlerle Eğitim ve Diaspora Bakanı Naftali Bennett de dile getirdi. Diasporadaki Yahudiler için endişe ettiğini belirten Bennett, bu konuda İsrail’e görev düştüğünü ve Netanyahu’nun İsrail’in seçilmiş lideri olması dışında dünya Yahudilerinin de lideri olması gerektiğini söyledi. İsrailliler için kabul görmüş bu düşünce bizlerden sert tepki aldı. Kendi açımdan, öncelikle ben İsrail vatandaşı değilim ve seçimlerde oy kullanmıyorum. Dolayısıyla İsrail seçmeninin oyları ile seçtiği, seçiminde söz hakkım olmayan birini lider olarak kabul etmek mümkün değil. Ayrıca İsrail’in Vatikan gibi bir yapısı ve tanımı da yok.
Antisemitizm
Amerikan Yahudilerinin öncelikleri genelde tartışmaların yönünü belirlerken, konu antisemitizme geldiğinde ancak Avrupalıların sorunları tartışmaya açılabildi. Daha önceleri sünnet ve kaşeruta uygun et kesimi ile ilgili yasalar sorun oluştururken, günümüzde önceliğin özelikle artan saldırılarla Yahudilerin güvenliği olduğunun altı çizildi. İsrail vatandaşlığı nedeniyle işinden olan gazeteci, Hollanda’da adresini değiştirip saklamak zorunda kalan Yahudi gazetesi, Fransa’da Yahudilerin yeri olmadığını haykırarak yürüyüş yapan sağcıların sahneye geri dönmesi, Trump’ın zaferinden sonra topluma entegre Amerikan Yahudilerinin yaşadığı tedirginlik ve Almanya’da Yahudilere dini sembol kullanıp Müslümanların tepkisini çekmemeleri yönündeki öğütler aklımda kalan örneklerden... Romen gazeteci ise hepimizin aksine ülkesinde antisemitizm sorunu yaşamadıklarını belirtti ve buna devlet istasyonunda Yahudi kanalının yöneticisi olmasını delil gösterdi.
Tartışmalar sırasında Amerikan ve özellikle İsrail basınının diğer Yahudi toplumlarına karşı olan duyarsızlıkları dile getirildi. İsrail basınının antisemitizm ve BDS haberlerini çok sevdiğini, hele ardından Aliya (İsrail’e göç) oluyorsa daha çok yer ayırdığını ancak bu ülkelerde Yahudilerin yaşadığı diğer sorunlar veya haberlerle ilgilenmediği dile getirildi.
Netanyahu: İsrail yalnız değil
Dışişleri Bakanlığında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya geldik. Hitabet gücü, ciddiyetine rağmen yaptığı espriler ile oldukça rahattı ve güçlü bir lider görüntüsü çizdi. İsrail’in teknoloji, tıp alanlarındaki başarılarından bahsetti. İsrail’in dışişleri bakanı da olduğunu hatırlattıktan sonra yılda 250 yabancı liderle bir araya geldiğini, İsrail’in yalnız olmadığını, Asya, Latin Amerika, Afrikalı liderlerin siber güvenlik, high-tech konusunda kendilerine geldiğini belirtti; “Dünyanın binde 1 nüfusuna sahibiz ancak 2016’da dünyanın siber güvenlik konusunda yatırımın yüzde 20’sine sahibiz” dedi. Ortadoğu ülkelerinin küresel terör karşısında İsrail’i müttefik gördüğünü hatırlattı ve teröre karşı ancak ortak savaşla barışa ulaşılacağını söyledi. Tam da İsrailli bir sanatçının tepkileri ölçmek için Tel Aviv’in bir meydanına yerleştirdiği ‘altın Netanyahu’ heykelinin halk tarafından yıkıldığı gün yapılan bu toplantıda Netanyahu basın özgürlüğü konusuna değindi. Her gün kendisi ve ailesi hakkında ‘güzel’ şeyler yazıldığını söyledi ve İsrail’in bu konuda en özgür ülke olduğunu belirtti. Daha sonra kulağıma tanıdık gelen bir ekleme yaptı ve eleştirme hakkının sadece gazetecilere ait olmadığını, dünyanın birçok yerinden gelen gazetecilerle dolu bu salonda dile getirdi.
Netanyahu ve Lapid, Şalom’un sorularını cevapladılar
Karel Valansi: Türkiye ve İsrail’in tüm talep ve şartlarını uzun zamandır bilmemize rağmen neden Türkiye ile İsrail arasındaki normalleşme anlaşmasının imzalanması altı yıl sürdü?
Binyamin Netanyahu: Çok güzel bir soru. Bunlar zaman alır. Gerçek dünyada, reel politikte fikir ayrılıkları yaşadıklarımızla da ilişkilerimizi sürdürürüz. Türkiye ile, Mavi Marmara ve başka konularda da fikir ayrılıkları yaşadık. Bunu düzeltmek çok zaman aldı. Öncelikle bunu başardığımız için memnunum. Farklılıklarımız ne olursa olsun, anlaşma imzaladığımız ve karşılıklı olarak büyükelçilerin göreve başlaması ile işbirliği yapma ihtimalimiz çok daha yüksek. Ayrıca ortak çıkarlarımız var. Bazı konularda çıkar çatışması yaşasak da birçok ortak çıkarımız var. Bunu yapabilmemiz çok uzun zaman aldı. Ancak altı yıldan daha az, size bunu söyleyebilirim.
Karel Valansi: Arap-İsrail sorununu çözmek için nasıl bir öneriniz var? İki devletli çözümü desteklediğinizi biliyorum. Ancak pratikte bölgede iki değil üç devlet var; İsrail, Gazze’de Hamas, Batı Şeria’da El Fetih önderliğinde Filistin Yönetimi. Çözüme ulaşmak için gerekirse Hamas ile görüşür müsünüz?
Yair Lapid: İki devletli çözüm tek çözüm ve eğer iki devletli çözüme ulaşmazsak İsrail Devleti’nin Yahudi devleti olarak özelliğini kaybederiz. Babam Avrupa’da gettodan çift milliyetli bir devlette yaşamak için gelmedi. Oslo’dan beri sürdürülen 11 görüşmenin sonucunun koca bir hiç olduğunu biliyoruz. Bu nedenle farklı bir yaklaşım gerektiğinin bilincindeyiz. Bana göre bu konuda bölgesel bir konferans düzenlenmeli, diğer oyuncular da bizimle olmalı. Mısır, Ürdün, Körfez ülkeleri, Katar ile birlikte, bizim Filistinlilerden nasıl ayırabileceğimizin tartışması başlamalı. Bu konferansta ilk olarak Gazze’yi konuşmamız lazım. Çünkü Gazze hem kolay hem de zor. Herkes koşulları biliyor. Onlar liman, elektrik, temiz su ve iş istiyor. Biz de bu konuda yardımcı olmaya hazırız; eğer şehirlerimize, çocuklarımıza karşı saldırılar, roketler olmazsa. Hamas ile doğrudan konuşmayız çünkü Hamas hem AB hem de ABD tarafından kabul edilmiş bir terör örgütü. Bölgesel bir konferansta Türkiye bir anlaşmaya ulaşılmasında aracı olabilir. Böyle bir konferansla Gazze konusu çözüme ulaştıktan sonra diğer konulara eğilebiliriz. Bunu üzülerek söylüyorum ama barış ancak çocuklarımızın veya torunlarımızın tecrübe edeceği bir şey. Bugün bizim elde edebileceğimiz ancak çok ihtiyatlı bir anlaşma. Bu bile şu anda elimizde olandan daha iyi. Bu nedenle bu anlaşma için uğraşmalıyız.