Kudüs’ün 35 kilometre kuzeyinde bulunan küçük bir yerleşim, son on bir yıldır milliyetçi sağcıların direnişinin sembolü haline geldi. Amona’da, 40 prefabrik evde oturan 200 kadar kişi, yerleşimlerinin bir gün yasal statü kazanmasını beklerken, Netanyahu hükümetinin itirazlarına rağmen, Filistinli özel mülk üzerine yasadışı bir şekilde kurulmuş olması nedeniyle İsrail Yüksek Mahkemesinin kararı ile boşaltıldı.
1995 yılında kurulan Amona, 2006 yılında İsrail askerlerine karşı şiddetli direnişi ile hatırlanıyor. 2005 Gazze’den tek taraflı çekilmenin hayal kırıklığının ardından Amona’daki dokuz kalıcı evi yıkmak üzere gelen güvenlik güçleri çok güçlü bir direniş ile karşılaşmış, yaşanan şiddet yerleşimler tarihine unutulmaz bir iz bırakmıştı.
O dönem suçluyu bulmak kolaydı, başta sol hükümet vardı. Oysa şimdi iktidarda yerleşimleri destekleyen sağ bir hükümet var ve buna rağmen Amona kararı hayata geçti. “Bu sefer Amona düşmeyecek!” sloganları ile hazırlık yapan, İsrail’in dört bir yanından gelen aktivistler, mahkemenin kararının uygulanmasını engellemeye çalışsalar da başarılı olamadılar. Boşaltma ise bu konuya bir çözüm üretmiyor. Amona sakinleri bugünlerde bölgedeki bir başka yasadışı yerleşime yerleşmeye hazırlanıyorlar.
Amona’nın boşaltılması İsrail toplumu içindeki keskin ayrışmayı da bir kez daha gözler önüne serdi. Solcular Amona’nın boşaltılması kararını genelde desteklerken, milliyetçi sağcılar, ‘Yerleşimleri kötüleyen, yerleşimcileri şiddete meraklı fanatikler olarak niteleyen solcular bayram yapıyordur,’ diye düşünüyor. The Peace Index araştırmasına göre ise İsrail halkı bu konuda ikiye bölünmüş durumda. Halkın yarısı desteklerken, diğer yarısı yerleşim politikasının makul olmadığını düşünüyor.
Amona yerleşim hareketinin önemli bir sembolü ve çok uzun zamandır tartışmaların merkezinde bulunuyor. Amona’nın boşaltılması Netanyahu’nun başarısızlığı olarak görülüyor ve seçim fısıltıları dolaşırken, bu konunun Netanyahu hükümetinin ipini çekip çekmeyeceği merak ediliyor. Netanyahu’nun koalisyonlarını kimlerle kurabildiği düşünüldüğünde, haksız bir tartışma değil. Öte yandan Amona manşetlerde yerini koruduğu dönemde Netanyahu’nun Batı Şeria’da 3000 konuta daha izin verdiğini açıklaması bir tesadüf değil. Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimlerine yasal statü kazandırma amacı güden yasa tasarısının da toplumdaki kırılgan dengeyi korumak için olduğu anlaşılıyor.
Bu yasadan güç alarak yerleşimlerin genişletilmesine olanak sağlanması ve bu durumun zaten sıkıntıda olan iki devletli çözümün gerçekleşmesine engel oluşturabilme endişesi Obama hükümetinin genel tepkisiydi. İktidarının son günlerinde BM Güvenlik Konseyinin yerleşimleri yasadışı ilan eden kararnamesine çekimser oy kullanması ise yıldızının hiç barışmadığı Netanyahu’ya giderayak attığı son goldü.
Buna karşılık Trump hükümeti İsrail yanlısı bir politika izleyeceğini daha ilk günden belli etti. Amerikan elçiliğinin Kudüs’e taşınması vaadinden, İsrail’e atadığı isme kadar bunun sinyallerini güçlü bir şekilde verdi. Trump hükümeti yerleşimler konusunda da Obama’ya nazaran daha ılımlı bir dil geliştirdi. ABD’nin İsrail ile Filistinliler arasında bir barışın tesisine olan arzularının 50 yıldır azalmadığını belirtirken, var olan yerleşimlerin barışa engel oluşturmadığını, ancak yeni yerleşimlerin de bu hedefe yardımcı olmadığını açıklandı.
Trump’ı ABD-İsrail ilişkilerinin kurtarıcısı olarak gören ve ikili ilişkilerin hiç olmadığı kadar iyileşeceğine inanan Netanyahu, bir daha yerleşimler konusunda bir moratoryum kararı almayacağının altını çizdikten sonra, Trump’ın yerleşim politikalarını gözden geçirmesi talebine milli çıkarlar çerçevesinde sıcak baktığını açıkladı. İsrail’in güvenlik taleplerinin yerine getirilmesi şartını da ekleyerek tabi.
Yerleşimler İsrail ile uluslararası toplum arasındaki ilişkileri belirleyecek en önemli konu olmayı sürdürürken, normalleşme sürecinde olan Türkiye-İsrail ilişkilerinin de su yüzüne çıkan sıkıntılı konusu oluyor. Dışişleri Bakanlığının yayınladığı kınama mesajları da bunun en açık göstergesi. Karşılıklı ziyaretler ile hız kazanan Türkiye ile İsrail normalleşme süreci şu an turizm, enerji, ticaret, kültür, akademik ilişkiler gibi daha az sorunlu veya yumuşak güç olarak tanımlanabilecek alanlarda ilerliyor. Güvenlik, istihbarat gibi güven odaklı konular için ise biraz daha beklememiz gerekiyor.
Filistin konusu her zaman Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkileri belirleyen etkin unsurdu. Hamas ve Gazze ise son dönemlerin en sıkıntı yaratan konularıydı. Normalleşme anlaşması gerçekleştiğinde Gazze’de bir huzursuzluk, ilmek ilmek yeniden dikkatlice örülmeye başlayan ilişkileri bir anda darmadağın edebilir demiştik. Ancak görünen o ki, şimdiye kadar buz dağının altında kalan yerleşimler konusu, Türkiye ile İsrail ilişkilerini şekillendiren ana başlıklardan biri olacak.