Silikon Vadisi notları

Geçtiğimiz aylarda iki haftamı Silikon Vadisinin kalbi Palo Alto’da geçirdim. Temelleri 1960’larda atılmış olan bu vadiyi günümüzde yalnızca binalarını kopyalayarak veya düşünce yapısını incelemeden sadece sermaye enjekte ederek oluşturabileceğini düşünen devletler büyük hata yapıyorlar.

Aydın BOLKAR Teknoloji
22 Mart 2017 Çarşamba

Ocak ayının son iki haftasını Silikon Vadisinin kalbi Palo Alto’da geçirdim. Palo Alto, Stanford Üniversitesini içinde barındıran şehir ve bildiğimiz ileri gelen teknoloji şirketlerinin çoğuna ev sahipliği yapıyor. Bu şehir, aynı zamanda bu girişimleri fonlayarak hızlı bir şekilde büyümelerini sağlayan risk sermayesi (VC – Venture Capital) firmalarının da beşiği konumunda.

Şehrin sokaklarında kişi başına düşen en yüksek sayıda Tesla arabayı görmek mümkün, aynı şekilde ülkenin başka bir bölgesinde mütevazı sayılabilecek evlerin bedelleri 3-4 milyon dolarlar ile ölçülüyor.

Program boyunca gezdiğimiz firmaların ilki, büyük veri konusunda çalışmalar yapan Splunk firması idi. San Francisco’nun en şık semtlerinden biri olan Market Street civarında dışarıdan eski görünen, fakat içerisi oldukça modern döşenmiş bir ofise sahip olan Splunk, önde gelen tüm finans kurumları, kamu kurumları ve Amerikan ordusu ile çalışıyor. Yaptıkları sunumlardan ilki, basketbol konusunda çok az bilgiye sahip olan bir spor hocasının istatistik yardımı ile neler yapabileceğinin anlatıldığı ilginç bir ısı haritası gösterildi. Golden State Warriors takımında oynayan tüm oyuncuların, geçtiğimiz beş sene zarfında yaptıkları maçlarda attıkları tüm şutları saha üzerinde işaretleyen bir sistemle, özellikle maçın başa baş gittiği son dakikalarda yapılan son ataklarda oyuncuların nasıl dizilmesi gerektiği ve topu kime vermeleri gerektiği konusunda çok olumlu geri dönüşler aldıkları model anlatıldı.

KANSERLİ HASTALAR İÇİN ÇALIŞAN BİLGİSAYAR

Daha ilgi çekici olanı ise IBM’in Watson adlı bilgisayarını kanser araştırmaları için kullanması konusu oldu. Ününü bugüne kadar satranç ve Go oynamayı öğrettikleri bilgisayarları konusunda en yetkin insanların karşısına çıkararak kazanan Watson, bu becerisini çok daha faydalı bir amaç uğruna kullanıcılara sunuyor. Bugün, onkoloji alanındaki tüm gelişmeleri takip etmesi için bir doktorun haftada yaklaşık 135 saat okuma yapması gerekiyor. Yapılan araştırmalardaki artış ve on - yirmi sene öncesinde başlayan klinik testlerin birçoğunun sonuna geliniyor olması bu konuda her geçen gün bir yeniliği bilim dünyasına kazandırıyor. Teknik olarak imkânsız olan bu durum, bilgisayarların yardımı ile aşılmaya çalışılıyor. Özellikle Amerika gibi birçok kaydın düzenli olarak arşivlendiği ortamlarda, bilgisayarlar dakikalar içerisinde tüm yapılan araştırma sonuçlarını, deneysel ilaçların test sonuçlarını, genetik haritalama ile ortaya çıkan yenilikleri hastanın bulguları ile birleştirerek bir doktorun verebileceğinden çok daha yüksek oranda doğrulukla ilaç veya tedavi önerisinde bulunabiliyor. Kullanılan algoritmaların kendi kendine karar vermesi yerine doktorlara destek niteliğinde sunuluyor olması, bu konuda bilgisayar ile birlikte çalışan doktorların başarı oranının daha da yükseleceği düşünülüyor.

Diğer bir detay da çok yakında yollarda görmeye başlayacağımız sürücüsüz otomobillerin Amerikan ordusunun 2004’de başlattığı bir programın ürünü olduğunu öğrenmem oldu. Merak edenleri Youtube’da ‘2004 Darpa Grand Challenge’ araması yaparak ilk videoları izlemeye davet ediyorum.

Ziyaret ettiğimiz firmalardan bir diğeri Facebook idi. Menlo Park’da bulunan kampüse girdiğinizde sizi duvarlarda ve kapıların üzerinde her yerde Sun Microsystems tabelaları karşılıyor. Yaklaşık altı sene önce bu kampüse taşınan Facebook’dan önce bu binalarda Sun Microsystems firması bulunuyordu. Günümüzde en çok kullanılan Java dilinin ve daha birçok yeniliğin yaratıcısı Sun firması, zamana ayak uyduramaması ve yenilikçiliğini kaybetmesi sonucunda 2009 yılında Oracle tarafından satın alındı. Eğer değişime ve yeniliğe devam etmezlerse, Sun’ın başına gelenin bir benzerinin Facebook’un da başına gelebileceğini hatırlatması amacıyla Sun Microsystem logoları ve tabelaları Facebook binasından kaldırılmamış. Şirketin bu kadar büyük bir hale gelmiş olmasına rağmen halen teknoloji konusunda tüm kararları Mark Zuckerberg’in vermesi ve her cuma günü sektirmeden açık mikrofon saatinde her konuda soru alarak açık bir politika sergilemesi, Silikon Vadisinin kültürünü sergilemesi açısından diğer bir örnek oldu.

HER BAŞARILI GİRİŞİMCİNİN GEÇMİŞİNDE  EN AZ BİR BAŞARISIZ PROJE VARDIR

İki haftalık ziyaretim esnasında Silikon Vadisine gelmeden önce kendi ülkelerinde, Avrupa’da, Asya’da şirketler kurarak ihtiyaçları olan paraya ulaşamadıkları için şirketlerini kapatmak zorunda kalan birçok girişimci ile de tanıştım. Hepsinin vadi konusundaki ortak görüşleri, burada başarısız olmanın ayıp veya yasak olmadığı, bilakis her başarılı olan girişimcinin geçmişinde en az bir kez başarısız bir projesinin olduğu idi. Yatırımcı firmaları gözünden bakıldığı zaman ise, kendilerinin günlük yönetime değilse bile stratejik anlamda katkılarının bulunabilmesi için kendilerinden en fazla 50 mil uzaktaki firmalara yatırım yapma kararları, dışarıdan bakıldığında global gözüken sermaye firmalarının aslında ne kadar küçük bir coğrafyaya hizmet ettiğini görebilmek mümkün. Buna karşın, örneğin 2016’nın ilk çeyreğinde Türkiye’deki girişimlere yapılan risk sermayesi yatırımı 8 milyon dolar seviyesinde gerçekleşirken aynı dönemde Amerika’da tam 12 milyar dolarlık yatırım gerçekleşmiş. Hem yatırıma ulaşma, hem de alınan yatırım miktarları göz önüne alındığında Silikon Vadisinde sorunun sermaye bulmak olmadığını çabuk bir şekilde anlıyorsunuz. Zira her türlü fikre, iyi kurulmuş bir ekip tarafından inandırıcı ve adanmış bir şekilde gerçekleşen çalışmaya tüm sermayedarlar para vermeye hazır durumdalar. Buradaki sıkıntı ise her iyi fikrin hemen rakibinin çıkması, iyi insan kaynağının kısıtlı olması, yaşam giderlerinin aşırı pahalı olması gibi sayılabilir. Aynı şekilde yatırım alan firmaların çok büyük çoğunluğunun bu yatırımı batırıyor oldukları da bilinen bir gerçek. Buna rağmen, denemekten vazgeçmeyen, yarattığı şeyin tüm dünyayı etkileyecek şekilde tüm statükoları yıkabileceğini düşünen bu mantalite, Amerika’yı bu denli rekabetçi, Silikon Vadisini de bu denli eşsiz kılan özelliklerinden belki de en önemlisi.

Bu nedenle, temelleri 1960’larda atılmış olan bu vadiyi günümüzde yalnızca binalarını kopyalayarak veya düşünce yapısını incelemeden sadece sermaye enjekte ederek oluşturabileceğini düşünen devletler büyük hata yapıyorlar. Yapmaları gereken, belki de sadece gençlerin önünü açmak, onlara harika bir eğitim ortamı sağlamak ve sermaye getirecek yapılara da güvence olarak adaletli bir çalışma ortamı ve mülkiyet hakkının asla kötüye kullanılmayacağının garantisini veriyor olmak gerekiyor.