Otizmin göstergelerini anlamak kendimizi anlamaktır

Yankı YAZGAN Toplum
13 Nisan 2017 Perşembe

Karşımızdakini dinlerken genellikle gözüne, hiç olmazsa yüzüne bakarız. Bir şeyi bize eliyle işaret ederek gösterdiğinde, nereyi işaret ettiğine bakar; gözleri başka bir yöne kaydığında neye baktığını anlamaya çalışırız. Suskunlaşırsa, neden suskun olduğu hakkında bir tahminde bulunmaya çalışır, bunu kendisine söyler, ya da dert ederiz. Karşımızdaki ile ilişki kurma ve sürdürmenin temel araçları olan bu tip becerileri nasıl öğrendiğimizi bile hatırlayamayız. İlişki kurma, başkalarıyla (teknik dilde bakım veren olarak adlandırılan anne-baba ve diğer ‘bakan’lar ile) bağ oluşturma davranışı doğuştan getirdiğimiz bir tür sosyal refleks olarak görülebilir. Gündelik yaşamda bu sosyal refleksin sonucu hem kendimizin hem başkalarının hayatına duyduğumuz iflah olmaz sosyal ilgidir. Dedikodudan kin, ikiyüzlülük ve intikama uzanan bir yelpazede duran ve negatif ve pozitif görünümdeki birçok sosyal ve psikolojik ‘olgu’ sosyal ilgimizin ve ilişki kurma/ilişki kurulma arzumuzla ilişkilidir.

Otizm adıyla bilinen nörogelişimsel bozukluğu yaşayan çocuklarda iletişim becerileri sosyal arzunun zayıflığı nedeniyle yeterince ortaya çıkamaz. Çocuk başkaları ile ihtiyaçları dışında bir bağ kurmakta zorluk çeker. Sosyal kopukluk, kendi alemindelik ya da kendi ilgi alanıyla sınırlı bir ilişki kurma eğilimi görülür. Bir başka deyişle karşısındakinin ihtiyaç ve ilgilerini göz önüne almama, anlamama ve takip etmeme otizmdeki sosyal refleks zaafının bir sonucudur.

Kendi alemindelik’in göz teması kurmama (daha doğrusu, göz teması kurma ihtiyacını hissetmeme) gibi iletişimsel sebepleri olsa da kalıpların dışına çıkmaktan kaçınma, tekrarlarla rahatlama ya da durumun aynı kalmasını sağlama gibi davranışlar da ‘kendi’ dışındakilerin varlığını fark etmeyi önler. Kendi dışındakilerin varlığını somut ihtiyaçları ile ilişkilendirebildiği ölçüde fark eden çocuk kalıpçı tekrarcı eğiliminin dışına çıkmak için bir kapı aralar. Otizmde kullanılan eğitsel ve terapötik yaklaşımların ilişkiye dönük etkileri bu imkânın kullanılmasına dayanmaktadır. Kalıpçı ve her şeyin olduğu kalmasını sağlama amaçlı hareketlerin varlığı ve ilginin fiziksel özellikleri ile ilgi çeken alanlara sınırlı olması otizmin ikinci temel ölçütünü oluştururlar. Örneğin, açılıp kapanan bir otomatik kapının mekanizması veya bulutların gidiş yönü (adeta evrensel fizik yasaları gibi) otizmli çocuğun ilgisini çekmez, adeta emer. Dikkatin bu aşırı odaklılığı sosyal ilginin azlığı kaynaklı iletişim sınırlılığını daha da pekiştirir.

Başka insanlarla ilişkiye dair olan her şeyi sosyal başlığı altına koyarsak, buradaki ilişki kelimesinin altını çizmek gerekir. Başka insanlara ilgi duymak ile onlarla ilişkiye ilgi duymak arasında fark vardır. Başka insanların ne ya da nasıl olduğunu merak etmek, insana incelenecek bir ‘şey’ gibi bakmak ilişki kurmayı, başkasından etkilenmeyi ve onu etkilemeyi pek içermez. Oysa başkasını şey’in ötesine geçip bir alışveriş içinde anladığımızda, karşımızdaki bir ansiklopedi maddesinin ötesinde etkilendiğimiz ve etkilediğimiz bir birey olur. Otizmli çocuk en çok ilişki kurmakta sıkıntı çeker, ilişkinin gerektirdiği ve getirdiği davranış ve iletişim becerilerini geliştirememiş olur.

Otizm hakkında soru-cevap

Otizm artıyor mu? Otizmin görülme oranlarının 44’te bir okul çocuğuna kadar yükselmiş olmasını açıklamaya çalışanların mutabık olduğu hususlardan birisi otizm tanı ölçütlerinin otizm spektrum bozukluğu kavramıyla oldukça geniş tutulmasıdır. Otizm belirti kümelerini (karşılıklılıkta sınırlılık, tekrarlayıcı davranış ve kısıtlı ilgiler) en hafif düzeyde gösteren çocukları bile kapsayacak şekilde genişleterek, erken tanıyla ilişki ve iletişim sorunlarının önüne geçmek hedeflendiğinden ötürü bu tercihin yapıldığı söylenebilir. Bir hastalığın en ağır biçimi ile en hafif biçiminin aynı adı taşıyor olması yanıltıcı ya da yersiz telaş yaratıcı gibi gözükse de, küçük yaşta gelişimin aksadığı durumların ciddiye alınıp toplumsal kaynakların iyileştirmeye tahsisi başka türlü belki de mümkün olmazdı.

Çevresel etkenlerin rolü var mıdır? Çevre deyince akla gelen kimyasal maddeler arasında havada-suda bulunan toksinler, besinlere bulaşan böcek öldürücü gibi maddeler otizmden ziyade bilişsel gelişim kusurlarıyla ilişkilendirilmişse de, otizmde tanı ve tedavi için yol gösterici olabilecek bir bağlantı kurulamamıştır. Beslenme biçimleri veya aşı uygulamaları ile otizm görülme sıklığındaki artış arasında da bir ilişki bulunamamaktadır. Ancak, ailelerin otizme bir açıklama bulma ihtiyacının sürmesi, ortaya atılan “alternatif” açıklamaların popüler kalmasını ve otizmin sıklığına paralel artmasını doğurmaktadır. Kent yaşamının, aşırı çalışmanın, anne-babaların yüksek yıpranmışlık düzeyinin etkileri alternatif açıklamalar kadar ümit vaat etmediğinden olsa gerek daha az akla gelmektedir. Bilimsel araştırmaların henüz ‘otizmi bitirici’ bir sonuca ulaşamamış olmasından yılgınlaşmış anne-babalar, televizyon ve gazetelerdeki otizmi mucizevi biçimde düzeltme vaatlerine ümit bağlamaktalar. Günümüzde otizm ile bağlantısı güçlü biçimde gösterilmiş olan başlıca etken baba yaşı’dır. Erkeklerin yaş ilerledikçe sperm kalitesindeki düşüş otizmin oluşumunda rol oynamaktadır.

Tanı her şey mi? Tanı bir kaderi belirlemez, yolculuk güzergâhını belirler. Tanıyı, problemin gidişine ışık tutucu bir bilgi olarak algılamalıyız. Tanı konurken çocuğun gelişim özelliklerini ve öyküsünü dinlemek, davranışlarını, yetilerini ve hekim ile etkileşimini değerlendirmek temel yöntemdir. Otizm semptomlarını doğurabilecek başka biyolojik hususların varlığının saptanması (metabolik hastalıklara bağlı değişiklikler, epilepsi gibi) ayırıcı tanı açısından, genetik değerlendirme ailenin gelecekteki çocuklarında benzer risklere ilişkin bilgi sahibi olunması açısından yardımcı olacaktır. Çok sayıda gen otizm ile ilişkilendirilmiş olsa da otizm tanısını kesinleştirici bir genetik gösterge henüz gündelik kullanıma dahil edilecek düzeyde etkin bulunmamıştır. Otizm kuşkusu duyulan durumların büyük çoğunluğunda, bilinen yöntemlerle yapılan tıbbi incelemelerden pratik bir fikir edinemeyebiliriz. Bu sorunun biyolojik/genetik temelli olduğunu değiştirmez; daha ziyade elimizdeki gündelik yöntemlerin yetersizliğine bağlıdır. Şimdilik...

Anne-babanın katkısı olmalı mı? Çocuğun iletişim becerilerini ve iletişim arzusunu arttıracak, anne-baba ile alışverişi kolaylaştıracak her adım çocuğun yararına olacaktır. Küçük çocukların iletişim becerilerini ve ilişki kurma kapasitelerini arttıracak yöntemlerin başında özel eğitsel müdahaleler, çocukla ve anne-babasıyla birebir iletişimi zenginleştirmek için ne yapacaklarını, nasıl yapacaklarını gösteren gelişimi destekleyici çalışmalar gelmektedir. Anne-babanın bilgilenmesi ve sürece katılması ise her türlü girişimin ayrılmaz bir parçasıdır.