İstanbul’un ‘elitinde’ kadın olmak

Evli, sarışın ve ruhu 13 yaşında... Üstelik büyümemiş çocuklar cumhuriyetinde yaşıyorlar. Çocuk ruhu taşımanın masumiyetiyle dönmüyor, hayatları... Aksine hepsi büyümeyi reddeden bir akımın öncüsü gibi var. Instagramdaki paylaşımlarında, başlarını bir o yana bir bu yana atıp, dudaklarını büzerek verdikleri pozları çokça beğeni alıyor.

Bahar FEYZAN Köşe Yazısı
10 Mayıs 2017 Çarşamba

Evli, sarışın ve ruhu 13 yaşında... Üstelik büyümemiş çocuklar cumhuriyetinde yaşıyorlar. Çocuk ruhu taşımanın masumiyetiyle dönmüyor, hayatları... Aksine hepsi büyümeyi reddeden bir akımın öncüsü gibi var. Instagramdaki paylaşımlarında, başlarını bir o yana bir bu yana atıp, dudaklarını büzerek verdikleri pozları çokça beğeni alıyor. Yaş aralıkları 35-50 civarında. Güzel ve genç kalmanın, kadın olmanın önüne geçtiği dünyamızda öyle yorucu, öyle müstesna ki savaşları! İnsan alkışlasın mı yoksa ağzı bir karış açık mı kalsın bilemiyor.

Zamana karşı köktenci bir yaklaşımla haçlı türevinden seferler başlattıklarında, orantısal güzellikler arasında çarpışan bu cephelerin kaybedeni ise kadınlık oldu. Güzellikleri masalarda çekiştirildi, bir restoranın girişinde çok sayıda gözü üzerine çekebilmeyi başardı, İstanbul kadını. Halbuki yeni dudakları sanki yeni dişlerine uymamış gibiydi ve yan masadan böyle bir fısıltı duydu. İçine kurt düşmüştü bir kere, çaktırmadan tuvalete gitti. Duydukları doğruydu galiba! Daha restorandan çıkmadan doktorla mesajlaştı. Yarın ilk işi güzelliğe harcanan bir zaman dilimi daha koparmaktı, hayatından… Öyle ya da böyle, “yıkılmadım, ayaktayım” diye etrafta salınmanın şehirde bir bedeli vardı…

Kolunda göstereceği saatin, bilekliğinin taşlı ya da taşsız olması bugün saçlarının gerisinde kalabilirdi. Zaten her evli kadının geçtiği yoldan o da geçti. Sarı saçlı olmaktı, bu yol. Engebeli, folyolu ve yoluna saatler harcanıp saç tellerine bir başkası gibi olmasını buyurmuştu. Olduğu gibi kabul edilmemesini anlamayan saç telleri zaten günden güne koparak ondan uzaklaştı. İstanbul kadını, onları kendisiyle bu hayatta zorla kalmaya mahkum etmiş gibi kuaför salonlarında bakım üstüne bakım yaptırdı. Hani altına türlü türlü zehir enjekte ettirdiği cildi var ya! Artık donuklaşmıştı sanki dokunduğunda pütürlü yüzeyi için zaten başka bir bakımın randevusunu daha aldı. Önümüzdeki hafta Paris’ten yeni bir doktor geliyordu, doğalmış gibi yapan! Zamanını yitirerek biraz daha zaman almanın peşindeydi, İstanbul kadını…

Sonra bilinen o büyük mağazaya seri halinde gelen ceketlerden satın almak gerekiyordu. Pahalı çantaları zenginlik bayrağı gibi dalgalandırmak şarttı. Ama en iyi çakmacıyı da tanımak gerekti! Rengarenk almaya kalksan servet ederdi…

İstanbul kadınının kıyafeti ilk bakışta etrafına sıcak bir rüzgar esintisi yaşatır. Başlar ona çevrilir, yabancı bakışların gözünü üzerine kilitler. Ancak ikinci dakikadan sonra aynılaştığını İstanbul kadını da fark eder. Kıvır kıvır maşalı saçlarını yüzüne düşürüp yürür geçer. Sana baktığında çatamadığı iki kaşının arasından masum gözlerini görmeyi becerirsen neşelenir. Aslında o kadar süse, etikete rağmen yine de o gözlerden anlaşılmayı ister. Tüm markaların arasında kaybolan biricik isminin farkında değildir. Şu hayattaki en önemli markanın kendi ismi olduğunu ve onu üstünde gururla taşıması gerektiğini unutmuştur…

Haftaya bir şaman gelecekmiş Amerika’dan! Hem de Los Angeles’dan. Bir de falcı vardı her şeyi bilen! Ama nefes terapisini kaçırmamak lazım! Ya hayatımız değişirse? Benim sporuma denk geliyor! Ayrıca diyetisyen bunları yemeyi bana yasakladı, muhabbetlerinden sonra önüne her konanı yemeye gönüllü olur bazen İstanbul kadını… Göründüğü kadar cesur değildir.

Ayrıca psikoterapistler arasında seçim yapmak zordur! Kiminin terapisi iyidir, kimi onu öyle iyi dinliyordur ki, hatta bütün geçmiş negatif enerjileri temizleyen öteki şahane ötesidir!

Melek kartları bugün kulağına neler fısıldamış, Mevlana öğütlerinden en çok hangisini beğenmiş önemli tartışma konusudur. Bekarları fazlaca aralarına girmez ve giremez. Lakin boşanmışlar da onlardan sayılır. Malum her evlilik bir mezuniyettir. Kol kırılır yen içinde kalır, evlilikten geçmiş diploması olanlar fazlasıyla kabul görür. Yeter ki bir adamın hikayesinden geçsin…  İçlerinde kendi hikayelerinin kahramanı olanlar azdır. Genelde bir hikayenin uyumlu bir parçası olur İstanbul kadını. Bundan hiç şikayet etmez. Rolünü sahiplenerek başarıyla oynar. Alkışı, hep bir arada kalmak ve düzeninin devam etmesidir… Dışı yenilenen bir binanın çürüyen demirleri gibi solukları ağırlaşır bazen İstanbul kadınının, yaşadığı herkesten, her şeyden uzaklaşmak ister. Zaten kimse yeterince yakın değildir. Kimse yeterince sevememiştir belki… Kendi dahil. Kalbinin üstünde buz kütlesi gibi soğuk bir katılık hisseder. Arayışları başlar. Uzak yerlere seyahatler, Konya’daki Mevlana türbesi, dualar hepsinde hayatın anlamını arar. Aslında bulamadığı kendisidir.  Ama onun zannettiği kendisiyle süren bu arayışı hiç bitmez. Zaten birileri, arayışın ömür boyu süren bir yol olduğunu ortaya attığında bir nebze su serpilir içine… Belki geçici bir huzur… Demek hayat böyle bir şeydir, der sevinir. 

Lakin bu çarkın içinde ekonomiyi döndüren ve kendisine kadınlığı unutturulmuş önemli bir dişidir, İstanbul kadını…