Tadım tuzum diyerek yola çıkmıştık, kendisi bilmiyor ama sevgili Mois Gabay’ın tadım tuzum İstanbul gezisine katılmayı düşünmüştük. Oysa meteorolojinin verdiği yoğun yağmur uyarısı engel oldu bu programa yazılmaya. Lezzet durakları yerine bir başka tadım tuzum günü yaşattık kendimize. Programsız, anda kalarak. Önce Arter’de San Bardaouil ve Till Fellrath küratörlüğünde Görme Biçimleri sergisini gezdik. Yakın zamanda kaybettiğimiz John Berger’in aynı isimdeki sanat eleştirisi kitabından yola çıkarak hazırlanan bu sergide bakışımızı irdeledik. Ama ne olduysa sonra oldu zaten. Arter’deki sergi bir hazırlık aşaması gibiydi sonrasına. Adahan Hotel’in mahzeninde Serra Behar’ın Hatırlamak sergisinde bulduk kendimizi.
Hatırla, diyordu sergi bana. Hatırla, her şeyden önce sen olduğunu hatırla. Saf ve özgün. Tüm maskelerden ve üzerine yapışmış olan ya da kendinin yapıştırmış olduğun tüm etiketlerin altında, atan kalbinin de bile altında, bazan kutuya attığını sandığın bir madeni para karşılığında aldığın dua ile ilahiliğe yükseldiğini sansan dahi; hatırla: Sen zaten tüm bunlardan çok daha öz, çok daha sınırsız, çok daha tanrısalsın
Tanrı’dan uzaklaştığında yarattın ikilemi. Tanrı’dan uzaklaştığında yarattın bedeninde hastalıkları. Hatırla! Tanrı’ya yakınlaştığında ikilem olmadığını hatırla!
Her şey bakışında gizli. Ve nasıl bakarsan onu görüyorsun hayatta. Bedenden baktığında bedeni görüyorsun. Beyinden baktığında beyinselllik ve akılsalcılık yönetiyor yaşamını. Özünü hatırladığında, Tanrı’ya yakınlaşıyorsun. Fark ediyorsun yaşamında sınırları kendin yarattığını. Hatırla; önünde kapalı duran kapıları kendinin yarattığını görme biçiminle. Hatırla ki her kapalı kapının iki yüzü var aslında: Bir yüzü sonsuza kadar kapalı gibi duruyorsa, diğer yüzü sonsuz seçeneklere açılmakta. Ve bir kapıdan çıkıyorsan, bir kapıdan da giriyorsun demektir. Bazan bir koridora açılıyor kapı, bazan da bir saraya... Her nereye açılıyorsa kapın, şans yanında, yüreğinde, ruhundadır her daim. Bu dünyadaki sınırlarımızdır kapılar ve tüm o kapıları kendimiz yaratırız düşüncemizle. Halbuki saf kendin bilir hiç bir sınır olmadığını. Hatırlarsan, fark edebilirsen sınırsızlık yolculuğunda ne son akşam yemeği ne de tüm dinlerin sembollerinin bir arada izleyiciye sunulduğu ilk akşam yemeği ne ilktir, ne de sondur. Sadece bir olma halidir yaşam. Yolculuk bile değildir yaşam. Ne bir zamansallık ne bir uzam. Akrep ile yelkovanın yerine kadranı -üstelik de ters yöne- hareket eden saatin imgelediği gibi, algımızdadır zaman. Yaratım anında ne geçmiş vardır, ne gelecek vardır. Dikeydedir yaşam. Bedenlerimiz gibi. Ya da aynı gün ziyaret ettiğimiz Galerist’teki yanmış, köz olmuş ağaçların arasında yeniden yaratırsın bir izleyici olarak sanat eserini. Yaratırken düşünmek, yaratırken hissetmek, yaratırken olmak üzere yaşamda. Çünkü yaratım anında salt sen varsın. Biz olan sen. Ne boşluk var o anda ne öteki. Tıpkı Serra Behar’ın Adahan’ın derinliklerinde izleyiciye sunduğu faklı insanların röntgenlerinin tek birimizin röntgeni oluşu gibi. Fark edersen her birimizin içinde bir buda, her birimiz bir melek, her birimiz tanrısal.
Bunu idrak ettiğimizde, her birimiz birer araca dönüşürüz ilahi mesajı aktarmak için, belki de uyandırmak için izleyiciyi. Hediyeniz (yeteneğiniz) sorumluluğunuzdur diye okumuştum bir yerlerde... Her ne kadar sunum anı yaratım anının özgür ve saf benliğini taşımasa da sıklıkla bazan bir izleyiciyi “olma” haline taşıma gücüne sahip bir araçtır sunum.
Serra’nın sınırsızlık yolculuğu Adahan’ın loş ambiyansında insanı kendi istediği ile kendi derinliklerinde tefekküre yönelten ışıl ışıl bir sergi... Serra’nın sergisini yazık ki kaçırmış olabilirsiniz, onun ulaşılmaz kapısının bir bakışınızla, elinizi uzatıp adımınızı atarak aksiyona geçmemizle nasıl da ulaşılır olacağını deneyimleyemeyebilirsiniz ama her nerede yaşıyorsanız, sanata, sergi gezmeye zaman ayırın, sohbet edin insanlarla. İstanbul’da iseniz Arter’e uğrayın mutlaka. Tefekkür edin, görme biçimlerimizin yaşamlarımızı nasıl yönettiğine bakın. Ve izin verin “bugün de yemekler pişsin, ocaklar taşsın, yürekler coşsun.”
* Alıntı ‘Sahrap Restaurant’ın mönüsünden....