Tehlike Uzakdoğu’da

Alber NASİ Köşe Yazısı
2 Ağustos 2017 Çarşamba

ABD Başkanı Donald Trump’ın ülkesinde güçlü bir başkanlık gösterememesi dünyadaki problemleri çoğaltıyor ve ABD’yi ciddi şekilde zayıflatıyor. Sağlık reformunu bir kez daha gerçekleştiremeyen Trump’ın gerek Cumhuriyetçilerle gerekse de kendi atadığı Beyaz Saray personeliyle arası pek iyi değil. Senato ise Rusya’ya karşı yeni yaptırımları onayladı. Rusya da misilleme olarak ülkedeki ABD diplomat sayısını üçte iki oranında düşürdü. Yani, Putin ile Trump’ın arasının iyi olması ABD’nin Rusya’ya karşı yaptırımlarını durduramadı. Öte yandan, Amerikan yaptırımlarının Rusya’yı etkilemesi oldukça zor. Ruslara yapılan baskı genellikle borçlanma ve borçlanma para birimi üzerinden. Ruslar hali hazırda bu duruma bir çözüm buldular; farklı para birimleri üzerinden borçlanma yollarına gidiyorlar. Bu durum da uzun vadede Dolar ve Euro’nun tahtını sallayabilir.

Ancak şu anda dünyanın en büyük problemi Kuzey Kore. Hali hazırda nükleer bir güç olan Kuzey Kore’nin ardı arkası kesilmeyen füze denemeleri başta ABD olmak üzere endişe ile izleniyor. Son füze denemesinden sonra Amerikan bombardıman uçakları Kore semalarında gezmeye başladı.

Japon karasularına düşen son füze denemesi, Kuzey Kore’nin Amerikan şehri Şikago’yu vurabilecek menzilde füze üretebildiğini gösteriyor. ABD tedirgin olmakla beraber Trump,  ağırlıklı olarak bu füze denemelerinden Çin’i sorumlu tutuyor. Önceki ABD yönetimlerini de suçlamaktan geri kalmayan Trump, Çin’in Kuzey Kore’yi kontrol altında tutabileceği görüşünde.

Kuzey Kore’nin her türlü teknolojik altyapıyı Çinlilerden aldığı göz önüne alındığında Trump’ın bu iddiasında pek yanıldığı söylenemez. Kuzey Kore’ye herhangi bir müdahalenin yapılmasını engelleyen tek şey BM Güvenlik Konseyinin daimi üyesi olan Çin’in olası vetosu. Ancak Kuzey Kore’nin gerginliği arttırması durumunda ABD’nin BM kararlarına uymasını da pek beklememek gerek. Çin’in ise Kuzey Kore’deki bir diktatör için ABD ile olan ilişkilerini daha fazla germesi pek beklenemez. En acısı ise, Kuzey Kore ile ABD arasında olabilecek herhangi bir savaşta nükleer silahların kullanılmasının muhtemel olması. Bu da sonun başlangıcı demek.

Ortadoğu’ya döndüğümüzde, Yeruşalayim’deki El-Aksa krizi şimdilik sona ererken Suudi Arabistan ile Katar arasında bu sefer de Kâbe polemiği başladı. Bilindiği üzere Körfez ülkeleriyle Katar arasında süregelen gerginlik bitmiş değil. Körfez ülkeleri daha önce deklare ettikleri koşullardan vazgeçmezken, Manama’daki son toplantıda Katar’dan terörizme karşı işbirliği sözü almaları durumunda aralarında bir diyalog başlatabilecekleri sinyalini verdiler.

Bitmeyen gerginliğin gölgesinde kutsal Hac görevlerini yerine getirmeye çalışan Katarlıların yaşadıkları zorluklar ise doğal olarak Katar’ın tepkisini çekiyor. Katar gayri resmi olsa da Kâbe’nin uluslararası olması gerektiğini dile getirmesi, Suudi Arabistan’ın sert tepkisini çekti ve böyle bir söylemin resmiyet kazanmasının savaş ilanı anlamına geleceğini bildirdi.

Bu tip bir talebin gündeme gelmesi bile aslında dünyada dengelerin değişmesine sebep olur. Tek bir emsal dahi Kâbe’nin, Yeruşalayim’in, Hristiyan âlemi için kutsal sayılan İstanbul’un ve hatta Kuşadası ve Ağrı’nın statüsünün tartışılmaya açılmasına sebep olur.

Bugünü değerlendirdiğimizde, Katar krizinden bir savaş çıkmaz belki ancak kriz üzerine kriz yaşayan Arapların arasının düzelmesi de kısa vadede beklenemez. Dikkatlerin ise Uzakdoğu’ya çevrilmesi gerekiyor. Çünkü orada hiç beklenmedik şekilde bir savaş çıkabilir. Soğuk Savaş’ın caydırıcı etkeni olan nükleer silahlar Kuzey Kore’nin elindeyken neler yapabileceğini kestirmek oldukça güç.