İletişim sanatı

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
6 Eylül 2017 Çarşamba

İletişimde epey zorluk çektiğimizi düşünüyorum. Ben dahil, herkes bir şey anlatıldığında, içinden kendini kapsayan kadarını duyuyor. Beynimiz o veriyi işlerken iletişimi kesiyor. Bir an önce yanlışı düzeltme telaşı baş gösteriyor. Ve iletişim o andan itibaren katlediliyor. Örneğin çocuğunuz okuldaki binaların birbirine uzaklığından yakınıyor, siz onu doğru ayakkabıları giymemekle suçluyorsunuz, hâlbuki o anda içten içe, taban problemi olduğunu bildiğiniz halde mesafeleri düşünmeden okul seçtiğiniz için kendinize kızıyorsunuz. Ama çocuğun tek duyduğu, azarlanma. Hâlbuki ortak bir çözüm olarak ders saatlerinin arasını açmak veya bisiklet almak bulunabilecekken konuşma kızgın bir hal alıyor.

Dinleyici olduğumuz zaman doğruyu ve çözümü göstermek bile engelleyici bir üslup. Örneğin biri bize arkadaşı ile tartışmasını aktarıyor: ‘Özür dilemelisin, iyi geçinmeyi beceremiyorsun’ gibi yorumlar yaparak karşımızdakini olayları çarpıtmaya yöneltiyoruz. Çünkü bu utanç verici olayı bizim pek de hoş karşılamadığımız gerçeği, samimi bir iletişimi epey zorlamakta…

Yaşam koçluğu adı altında daha etkili dinleme eğitimleri alanlar var. Nasıl sabırla dinleme yapacaklarını, nasıl yönlendirici soru soracaklarını öğreniyorlar. Sohbeti  ‘yönetmeyi’ karşındakini çözmeyi meslek olarak yapıyorlar. Hatta hafif bir de gülümseme takınıp, olayı nasıl tepeden yönettiklerini hissettiriyorlar. “Sen farkında değilsin ama ben seni çözdüm. Hadi sen şimdi başla dökülmeye…” Çocuklar hemen sezer bu tür riyakârlığı, biz yetişkinler daha safızdır. Samimiyetsiz insanların da iletişim engeli oluşturduğunu düşünüyorum açıkçası. Kendi özel hayatlarında dikemedikleri sökükleri oluyor pek çoğunun…

Bir başka mesele de samimi bir edayla karşımızdakine haddini aşan sorular yöneltmek. Örneğin, x ile neden ayrıldınız? Çocuk yapmayı düşünmüyor musun? Yeni ev bakıyordun vaz mı geçtin? Bu tür soruların iletişim engeli oluşturduğunu düşünüyorum. Birincisi, karşıdaki cevap vermek istemeyebilir. Havada asılı bir sessizlik olması samimi gözüken bir ilişkiye epey bir darbe vurur. İkincisi, soruya karşıdakini kırmamak adına geçiştiren bir cevap verebilir. Kendine göre yarı doğru yarı uyduruk bir sanal gerçek yaratıp ileri sürebilir. “Ağzını şapırdatıyordu ayrıldık, çocuk yapılır mı bu ülkeye vazgeçtik, evi büyütürsem sorumluluk da fazlalaşacak, vazgeçtim” gibi yüzeysel ve sentetik cevaplar türetecektir. Ve üçüncüsü ve bence en üzücüsü, samimice gerçekten bütün içtenliği ile cevap verebilir, ancak bu da kendi istediği zaman ve bağlamda olmadığı için muhtemelen açıklamayı yapan kişiyi sonradan hüzne ve pişmanlığa itecektir. “Hay tutamadım çenemi, ne gerek vardı bu kadar açılıma…”

Bana göre, iletişimi yaşam koçlarına devretmeden, birbirimizi empati ile dinleyecek ve anlayacak zekada olduğumuzu düşünüyorum. Soru sormak da bir zekâ pırıltısıdır. İletişim, konuşmacıyı bir sonraki cümleye teşvik etmeye yetecek kadar ucu açık olsa yeter. Ve bir önceki cümleyi anladığımız ve ‘duyduğumuz’ ile ilgili bir ipucu barındırsa yeter. Kendinden yola çıkan bir örnekle hislerin aslında müşterek olduğunu düşündürse en güzeli… En önemlisi etkileşim iki taraflı olsun, kimse kendini yargıç karşısında hissetmesin…