İstanbul’da yaşıyoruz da, İstanbul’u yaşıyor muyuz? - FATİH TURU

Üsküdar gezisini anlattığımda yazıma “İstanbul’da yaşıyoruz ama İstanbul’u yaşamıyoruz” diye başlamıştım. Üyesi olduğum Gezginler Kulübü Derneği Yönetim Kurulu, bu kez Fatih turu yapılacağını açıkladığında, hele rehberin de İbrahim Eren olduğunu duyduğumda hiç tereddüt etmeden hemen yazıldım.

Cako TARAGANO Seyahat
6 Eylül 2017 Çarşamba

Üsküdar turunda, engin bilgisi ve anlatımı ile gezdiren sanat tarihçi rehberimizden o kadar memnun kalmıştım ki sadece onun bilgileri ve anlatımı için, semti çok merak etmesem de Fatih Turuna katıldım. Tur sonunda bir kez daha gezerken öğrenmenin, öğrenirken eğlenmenin keyfine varma mutluluğunu yaşadım.

Gezginler Kulübü üyeleri ile toplanma yerimiz, Zeyrek Cami ya da eski adı ile Pantrokator Manastırı önünde bulunan muhteşem manzaralı Zeyrekhane Cafe’siydi. Tüm grubun gelmesini beklerken harika İstanbul manzarası karşısında çaylarımızı yudumlayıp sabah sessizliğinin ve serinliğinin keyfini çıkardık.

ESKİ KİLİSELER, YENİ CAMİLER

Rehberimiz önce önünde bulunduğumuz Pantrokator Kilisesi ve zamanındaki işlevi hakkında bilgiler vererek başladı tura.

Zeyrek Cami ya da eski adıyla Pantokrator Manastırı, MS 1118 - 1136 yıllarında arasında inşa edilmiş, birbirinden farklı üç yapının bir araya gelmesiyle oluşan bir ibadethaneymiş. Bir tür Hıristiyan külliyesi olarak da tanımlanabilecek yapı, temelde üç kilisenin birleştirilmesiyle ortaya çıkmış. Bünyesinde ayrıca şapel, kütüphane, hastane ve yaşlılar evi de bulunduruyormuş. Manastır içindeki vitray süslemeler ilk olarak burada kullanılmış. Hatta söylentiye göre Venedikliler vitray süslemeleri buradan esinlenmiş ve kullanmış. Manastır, 1453 yılındaki fetihten sonra ise Fatih Sultan Mehmet Han’ın vakfına bağlanmış ve camiye çevrilmiş.

Kostantinopolis 1453’te Osmanlılar tarafından fethedildiğinde, Patrikhane Ayasofya’nın hemen yanında yer almaktaymış. Patrikhane, fethi izleyen günlerde önce Havariyun Kilisesine daha sonra da Fener’e taşınmış. Fatih Sultan Mehmet, fethin onuncu yılında yıktırdığı Havariyun Kilisesinin yerine kendi adıyla anılan büyük bir külliye yaptırmış. Fatih Külliyesinin çevresinde zamanla bir Müslüman mahallesi oluşmuş. Külliyenin adıyla anılmaya başlayan bu mahalle hızla klasik bir Osmanlı-Türk şehri halini almış, Fatih semtine ve ilçesine adını vermiş.

İşte semte adını veren Fatih turumuza, Zeyrek Camisinden başlayıp Siirt Kadınlar Pazarına yürüyerek devam ettik.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun peynir, baharat ve etlerinin satıldığı bu pazar, alışılagelmiş pazarlarından biraz farklı. Mutlaka kendinize fırsat yaratın ve bu pazarı gezin. Pazarın bittiği yerde Saraçhanedeki su kemerleri ile karşılaştık.

Bozdoğan Kemeri ya da dünyada bilinen ve kabul gören orijinal adı ile Valens Su Kemeri, Roma İmparatoru Valens tarafından 4. yüzyılın sonlarında tamamlanmış. Tamamı 250 kilometre civarında olan bir su taşıma sisteminin parçası. Antik dönemin en büyük su kanalı tesislerinden olan Valens Su Kemeri, Konstantinopolis’in toplam 1 milyon metreküp olan su depolarını (sayısız yer altı sarnıcı ve açık havuzları) dolduruyordu. Kemerler, vadileri aşarak suyun debisini artırmak için Edirnekapı’dan başlayarak şimdiki İstanbul Üniversitesine kadar gidermiş. Zamanla yol yapımı yüzünden bazı yerleri kesilip yok edilmiş ve şimdiki hali ile kalmış. Roma döneminde dışarıdan gelebilecek saldırılara, savaş sırasında doğabilecek su sıkıntısına karşı tedbir olarak su rezervi sağlamak için yapılmış muhteşem bir yapı, daha sonra Bizans ve Osmanlılar tarafından da kullanılmış.

Buradan yürüyerek Fatih Camine doğru ilerledik. Cami girişinde rehberimizden önce Fatih Sultan Mehmet’in 15. yüzyılda Mimar Atik Sinan’a yaptırdığı bu külliye hakkında bilgiler aldık.

Külliye, Havariyun Kilisesi temelleri üzerine 1463-1470 yılları arasında inşa edilmiş; o döneme kadar Türk-İslam mimarisinde gerçekleştirilen en büyük bina kompleksiymiş. Bir cami etrafında planlı şekilde yerleştirilmiş medreseler, kütüphane, şifahane, tabakhane, kervansaray çarşı, hamam ve daha sonra inşa edilen türbelerden oluşmuş. 

Külliye inşa edildiğinde yapılan cami, günümüze kadar ulaşamamış. Depremde yıkılan cami 18. yüzyılın sonlarında tekrar yapılmış. 1767 yılında Sultan III. Mustafa tarafından eskisinden tamamen farklı bir biçimde inşa ettirilen ve günümüze kadar ulaşmış bulunan bu yeni Fatih Cami, Mimar Mehmet Tahir tarafından yapılmış. 
Fatih Cami klasik cami mimarisiyle inşa edilmiş olsa da, bezemelerde Barok tarzın etkileri görülür. Fatih, caminin inşasını emrettiğinde kubbe çapının, 31,7 metre olan Ayasofya Kilisesinden daha büyük olmasını istemiş. Ancak 26 metre çapında yapılabilmiş. Büyük kubbeyi dört büyük mermer sütun üzerine oturmuş dört yarım kubbe destekliyor. İki şerefeli minaresi bulunuyor. Cami içindeki kalem işi süslemelerde de Barok etkisi görülüyor. Sünni camilerin hemen hepsinde kubbe etrafında Arapça isimler yazarmış. Bunlar Allah, Muhammet dört halife Ebubekir, Ömer, Osman, Ali ve Hasan ile Hüseyin’in isimleriymiş. Hat sanatının güzelliklerini burada da görüyoruz. Külliyenin diğer önemli unsuru ise medreseleri. Caminin iki tarafında bulunan medreseler İstanbul Üniversitesinin de inşasında ilham kaynağı olmuş. Külliyenin içinde Fatih’in eşi Gülbahar Hatun’un ve birkaç önemli kişinin türbesi daha bulunmakta. Birçok Sinan eseri cami gezdim, ancak bu hatırı sayılır eserlerden bence.

Aldığımız bilgiler ve gördüğümüz eserlerle kültürel açıdan doysak da öğlen saatleri olduğundan açtık. Fatih’in en işlek caddesi Fevzi Paşa üzerinde bulunan Kömür Lokantasına gittik. Gerek yemekleri, gerek servisi, gerekse konumu açısından mükemmel bir lokanta. Yemek meraklısı mutfak gönüllülerine şiddetle tavsiye ederim. Türk mutfağı spesyalitelerinden tutun zeytinyağlılara, balıktan etlere, kompostolarından sütlü ve hamur tatlılarına kadar çok geniş bir menüsü bulunuyor.

Damak çatlatan lezzetlerle karnımız doymuş, bir nebze dinlenmiş olarak gezimize kaldığımız yerden devam ettik. Yolumuzun üzerinde Atikali semtinde, 18. yüzyılda Fatih’in son Sadrazamı Nişancı Mehmet Paşa tarafından yaptırılan, Sinan’ın son eseri, muhteşem kubbeli camiye geldik.                                                                                                   

Pencereleri Barok tarzı, içi ahşap ve mermer karışımı, Sadrazam tarafından yaptırıldığından tek minaresi olan cami (Sadece padişah ve ailesi birden fazla minareli cami yaptırabilirdi) küçük, sade, ancak Sinan eseri olarak bir o kadar da göz alıcı.

Gezimizin ikinci bölümünde, Fatih ilçe sınırları içinde kalan, Yavuz Selim semtindeki Haliç manzaralı Yavuz Sultan Selim Külliyesini ziyaret ettik.

Cami, Sultan Selim adına oğlu Süleyman tarafından 1519-1522 yılları arasında yaptırılmış. Bazı kaynaklar Mimar Sinan, bazıları ise Mimar Acem Ali tarafından yapıldığını belirtiyor. Birçok külliyede olduğu gibi burada da cami, medrese, türbe ve Sıbyan mektebi bulunuyor. İç avluya üç farklı kapıdan giriliyor. Avlunun ortasında sekiz sütunlu harika bir mermer şadırvan yer alıyor. Kare planlı, sade görünüşlü caminin kubbe ağırlığını duvarlara gömülü kemerler taşıyor. Pencere ve kapılarda oymacılık sanatının, duvar, minber ve mihrabında çinicilik ve hat sanatının güzel örneklerini görmek mümkün. Külliye içinde sultan ve ailesine ait türbeler bulunuyor. Caminin birer şerefeli iki minaresi bulunuyor.

BİZANS SARNIÇLARI

Cami çıkışında, yan sokağındaki Bizans Sarnıçları diye bilinen mekâna gittik. Şimdiki adı ile Sultan Sarnıcı, 1600 yıllık olup, İstanbul’un en büyük kapalı sarnıçlarındanmış. 
Dikdörtgen planlı yapı, ana mekânı düzenli aralıklarla yerleştirilmiş birbirine paralel 28 sütun ve dört sütun üzerine yarım kubbelerle tutturulmuş. Sütun başlıklarından Orta Bizans dönemine ait olduğunu gösteren sarnıç bizleri adeta büyüledi.                                              

Asırlarca boş kalan, sonraları farklı meslek grupları tarafından kullanılan yapı tahrip edilmiş, doğal dokusu kaybolmuş ve virane haline gelmiş.
2000 yılında yeniden işlevsel hale gelmesi için birinci derece tarihi eser restorasyonu normlarına uygun olarak yedi yıl boyunca yapılan çalışmalar sonucunda kongre, seminer, konferans organizasyonlara ev sahipliği yapmak üzere turizme ve kültür hayatına yeniden kazandırıldı.        

Sarnıç çıkışında rehberimiz, kuruluşu 19. yüzyıla dayanan parasız yatılı öğretim kurumu Darüşşafaka Okulunun ilk kurulduğu sokağa getirdi. Türkiye’nin eğitim alanındaki ilk sivil toplum kuruluşu, 1863’te yetim öğrencilere hizmet vermek amacıyla Darüşşafaka Cemiyeti tarafından kurulmuş.

Neo-klasik Osmanlı bina, bugün Fatih’teki eski yerinde Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi adı ile restore edilmekte.   

Fatih’in semtlerini adımlarken, rehberimizden farklı bilgiler de öğrendik. Örneğin, Osmanlı döneminde denizden gelen yabancılar deniz gümrüğünden geçip vergilerini ödedikten sonra İstanbul’a giriş yaparlarken, Edirne üzerinden karadan gelenler bu semte bulunan gümrükten geçerek giriş yaptıklarından bu semte Karagümrük denmiş.

Bu geziye katılmamın en büyük sebeplerinden biri de, programda Çarşamba semtinin yer almasıydı. Bu yöreyi uzun zamandan beri merak ediyordum, ancak bir türlü fırsat yaratıp gidememiştim. Radikal Müslüman cemaatlerinin, özellikle İsmailağa Cemaatinin burada da yaşadığını duymuştum. Kılık kıyafetlerinden, sokaklarındaki küçük esnaflarına kadar, farklı yaşam tarzları ile bambaşka bir ülke sanki Çarşamba. Kadınların hepsi kara çarşaflı; erkeklerin ise nerdeyse tamamı cübbeli, çember sakallı ve sarıklı.

Buranın en önemli tarihi mekânı, Doğu Roma’dan kalma 12. yüzyılda yapılmış ‘Aya Yanni en te Trullo’ Ortaçağ Bizans kilisesi olarak da bilinen 1586’da Hirami Ahmet Paşa tarafından camiye çevrilmiş olan, Haç planlı yapı uzunluğu 15 metreyi geçmeyen, günümüze kalmış Bizans kiliselerinin en ufağı olan Hirami Ahmet Paşa Camii idi.   

İkindi namazı sırasında gelmiştik. Cemaatin namazdan çıkışlarını bekleyip öyle girdik camiye.

Bölgenin diğer bir önemli semti Draman, buranın en önemli tarihi yapısı ise Pammakaristos Manastırı.

Fetihten sonra kadın manastırı olarak kullanılmış, 1455’te patrikhane buraya taşınmış ve bina 1586 yılına kadar patrikhane olarak kalmış. Bu kiliseyi III. Murat camiye dönüştürmüş ve Fethiye adını vermiş. 

Müzenin ziyarete kapanmasına az bir süre kala yetişip, bu ilginç mekânı görme fırsatımız oldu.

Burası freskleri, pencere süslemeleri, sütunları, bunları birbirine bağlayan kemerleri ve mimarisi ile küçük bir Kariye Müzesini andırıyor. Mekân, Kariye hatta Ayasofya kadar güzeldi. Son anda yetişip bu güzel mekanı görmekten dolayı hepimiz mutlu olmuştuk.

Draman mimari yapısı, sokak kültürü ve mahalleleri ile sanki 1960’lı yılları yaşıyordu. Sıvası dökülmüş duvarları, cumbalı ahşap evleri, bahçelere asılan çamaşırları ile çocukluğumun geçtiği Balat’ı hatırlattı bana.

Sabah 10.00’da Zeyrek’te başlayan gezimiz saat 17.00’de Draman’da hâlâ bitmemişti. Ama biz yorgunluktan bitmiştik. Turumuzu Balat’ın otantik kahvelerinde yorgunluk çayı içerek bitirelim istedik. Draman’dan son bir gayretle Balat’a yürüdük. Tavşan kanı demli çaylarımızı yudumlarken bütün gün ayakta kalıp yürümekten dolayı ağrıyan belimizi, bacaklarımızın artık isyan eden sızısını unutmuştuk.