Erken kaybedenler

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
4 Ekim 2017 Çarşamba

Çoğunlukla yetenek ve kişilik düz orantılı olmuyor. Yeteneklerine hayranlık duyulan insanlar erdem abidesi olarak çıkmıyor karşımıza. Belki de yeteneğini üst düzeyde haykırabilmek zaten bir karakter bozukluğu. Ve zaten defalarca kanıtlandığı gibi uçlarda yaşayanlar daha güzel üretiyor. Karakter ve yetenek düz orantılı olsaydı, muhtemelen Kurt Cobain ve Amy Winehouse bugün hayatta olurdu… Aile işi yapıyor, anneleri ile çay içiyor olurlardı boş vakitlerinde…

Yetenekli olup uçlarda yaşayan ve suç işleyen pek çok ünlü, hukuk sisteminin çarklarında yargılanıyor. İnsan ‘onların yetenekleri var, mazur görülmeli’ diye düşünmek istiyor. Ancak ürettikleri eserlere tutkun da olsak, suç işleyen dehalara sempati ile yaklaşmak büyük bir adalet sorunu yaratır. Dünyaca ünlü pek çok yeteneğin hukuk önünde üstün olmadıklarını tarihte gördük. Roman Polanski sürgünde, Charles Bukowski defalarca hapis yattı, Woody Allen taciz davalarından sürekli adliyede… Moshe Katsav, Bill Clinton gibi siyaset adamları da gerektiği zaman hukuk önünde ifade vermeyi bilmiş.

Kişisel sempati duyduğumuz insanlar için de beğenmediğimiz kişiler gibi avaz avaz bağırabilmemiz gerek. Suçlar, işleyenin ait olduğu kamptan bağımsız olarak toplumsal adalet algısında değerlendirilmelidir. Bu onların yeteneğine bir hakaret değildir. O güne kadar üretip de sıradan insanların bazen haset ve çoğunlukla hayranlıkla yudumladığı güzellikleri yok etmez. Onlar ölümsüzlüklerini zaten kazanmıştır.

Emrah Serbes’in bende yeri özel. 1981 doğumlu yazarı ilk fark etmem, ‘Üst Kattaki Terörist’ adlı tiyatro oyunu ile oldu. Sonra çok tesadüfen bu oyunun ‘Erken Kaybedenler’ adlı kısa öyküler kitabından olduğunu fark ettim. Erken Kaybedenler, gencecik, öfkeli,  kederli erkek çocuklarla ilgili… Bilirsiniz erkekler hüzünlerini kadınlar kadar iyi ifade edemez, ama onları gözlemleyince içlerindeki şefkat arayan küçük çocuğu hissedersiniz. Bu komik hikâyeleri okuyunca o hüznü kemiklerinizde hissediyorsunuz.

Serbes’in neden olduğu trafik kazasına bakınca: muhtemelen Camaro araba hız için alınmıştır, yol tertemiz ve düzdü, gerçi biraz kaygandı ve belki de Serbes’in kanında istenmeyen maddeler vardı… Bütün bunlar sonucu cinayet işlenmesi neredeyse beklenir bir durum. Ancak ‘şoktaydım’ diyerek kaza yerini terk etmek, kendisi için durumu üstlenmeye hazır candan birini hapse tıkmak, sonra bıçak kemiğe dayanınca ortamın desteğine sığınan bir itirafta bulunmak… Adaletten sevgi ve anlayış beklercesine takım elbise giyerek savcılığa gitmek “Olmadı be Emrah!” dedirtti… Bir Bukowski olamadın!

Kısacası, bizim kamptan birine daha çok tolerans göstermek, adaletin kıvırtılmasına ‘yeter ki üretsin’ diye göz yummak sakıncalı… Zira kişisel sempati ile bükülebilen adalet, size sevgi ve yakınlık duymayanların elinde adaletsizliğe dönüşebilir.

Düşüncelerin ve kişisel duyguların ötesinde bir insanlık olmalı adalette. Şimdi bana soracaksınız: Böyle bir insanlık var mı adalette? Bana kalırsa yok... Bu yüzden yan yollar ve takım elbiseler her zaman denemeye değiyor…