Arthur Moore

Metin BONFİL Köşe Yazısı
4 Ekim 2017 Çarşamba

Yağmurlu bir gün. Hafta sonu. Ev durumu. Oysa ben geziyorum. YouTube yani Google hesabım halen beni çözmeye çalışıyor: bu hesabın sahibi nasıl bir profil acaba? Önce İrma Kasırgasının ardından ortaya çıkan korkunç görüntüleri izliyorum. Saint Thomas Adasındaki marinada koskoca katamaranları hallaç pamuğu gibi savurup taş taş üzerine bırakmayan bu afet nasıl bir şey acaba? Allah korusun! Derken Kuzey Denizinde 10-15 metrelik dalgaları kafadan yiyen tankerin kaptan köşkünden çekilen görüntüler! Amannn! Tabiatı hiç bilmiyoruz böyle vahşi… Volvo Ocean Race görüntüleri, motosiklet ile Transafagaran seyahati, Dolomit’lerdeki virajların çekiciliği… YouTube’dan ardı ardına gelen teklifleri değerlendiriyorum ben de: Ruhum kıpır kıpır. Bedenimse oturuyor. Oysa ben tersi olsun istiyordum. Zamanı geri çekmek istediğim günler yaklaşıyor galiba…

Bunu hisseden YouTube çok geçmeden duygularımı da teslim almaya başlıyor. Önce her yıl eylül ayında Nevada Çölünde 70 bin kadar insanın katıldığı Burning Man Festival görüntülerinin içine dalıyorum. Yaratıcılığın, özgürlüğün bu raddesini ne deneyimledim, ne de gördüm. Bilmeyenler için, 20 sene önce başlatılan bu festival - ki artık festivalin çok ötesine geçmiş ve bir kült haline gelmiş bir olay- inanılmaz değişik sanat enstalasyonlarının, dans mekânlarının, Truva atına benzer olağandışı heykellerin ve yapıtların, herhalde dünyadaki en etkileyici güneş doğuş ve batışlarının ve sonsuz müziğin ahenginde, kumun, dansın, yarı çıplak vücutların birbiri ile bütünleştiği ve en sonunda tüm yapıtların dev ateşlerde yakıldığı eşine rastlanması mümkün olmayan bir deneyim yaşatıyor katılanlara. Mad Max filmindeki sahneler amatör kalabilir bunun yanında. İçinde bulunmak nasıl bir his çok merak ediyorum; ama beynimin ve kalbimin öbür yarısı (!) buna izin verir mi henüz bilmiyorum.

Beni yağmurlu günde aylaklık yaparken yakalayan YouTube bu defa Ozora Festivali’nden görüntüler veriyor. Ağustos ayında Macaristan’ın Dadpuszta kasabasında on binlerce gencin bir araya geldiği ve müzik ve dans eşliğinde aşkı ve özgürlüğü sonuna kadar yaşadıkları başka bir festival. Çadırlarda kalıyorlar; vücutları çamur içinde, muhtemelen yaz sıcağında sağlam da ter kokuyorlardır. Ama olsun. Trans halinde, şehir hayatının baskısından uzak ruhlarını arındırıyorlar sanki. Eminim gündelik hayatları ne kadar sıkıcı ise, buraya geldiklerinde o kadar uçuk kişilikler haline geliyorlardır.

Bu festivalin görüntüleri çeken birinin adını başlık yaptım. 15 dakikalık bir videoda çoğunlukla mayolu genç katılımcıların arasından süzülerek ve dans ederek geçen Lua adındaki kız arkadaşını takip ediyoruz. Kendimi onun yerine koyup izliyorum. Sanki ben de Ozora’ya katılmışım.  Özbekistan doğumlu, annesi babası kendisi iki yaşında iken İsrail’e göç etmiş Arthur. Ancak, beş sene önce dünyayı gezmeye karar vermiş ve İsrail’i terk etmiş. Tutkusu dünyayı gezmek, film çekmek ve insanlara kendilerini iyi hissettikleri bir alanı açmaları için ilham kaynağı olmak. Bunu film çekerek yapıyor. Hâlihazırda YouTube’de 25 bin takipçisi var.

Arthur İsrail’de genç yaşta askerlik yaptıktan sonra kendine gelebilmek için dünyayı dolaşan birçok diğer İsrailli genç gibi kapağı Hindistan’ın güneybatısındaki Goa’ya atmış. Senenin altı ayı burada yaşıyor. Goa, kendi tabiri ile, Matrix’in dışında yaşamak isteyen -çoğunlukla İsrail, Avrupa ve Amerikalı - gençlerin geldiği ve toplumsal baskılardan, önyargılardan, maddiyattan uzak ama maneviyatın zengin olduğu bir yer. Matrix, Arthur’un tanımlamasında aynı filmdeki gibi Sistem’i ifade ediyor. Arthur’un misyonu, sistemin dışında bir varoluşu filmleri vasıtası ile sistemin içindekilere anlatmak ve onların hayatlarındaki farkındalığı arttırarak daha sağlıklı ruh-beden dengesini kurmalarına vesile olmak. “Bir iş bulursam bu misyonumu yerine getiremem, onun için beni destekleyin ki ben de insanlığa fayda sağlamaya devam edebileyim” diyor. (www.patreon.com)

Evet, görüleceği üzere, Arthur’un videoları bende bir farkındalık yaratmış ki, paylaşmak istedim. Bir yandan, insanlığa katkı sağlamak gibi kocaman ve cüretkâr bir hedefe böylesine odaklanmış, tutkulu, içi ile dışı bir, enerjisine hayran olduğum, henüz 30’una dahi gelmeden dünyanın 40 ülkesini gezmiş bu genç adamın benim yeni avatarım olduğunu düşünüyorum. Diğer yandan da, artık gençlerin bizim nesilden önce yaratılmış ve bizim neslin de bir şekilde içinden geçerek uyum sağlamış olduğu Sistem’den haz duymadıklarını, mutluluklarını çok farklı yerlerde var olarak bulmaya çalıştıklarını da görür ve anlar gibiyim.

Vaktiniz olur ise, Arthur Moore’un YouTube kanalına üye olmanızı tavsiye ederim. Ben de bir punduna getirip şu Goa’yı görmek ve bir süre yaşayarak anlamak istiyorum.

http://blog.inbudget.net/an-interview-with-world-traveler-arthur-moore/