Yahudilerden Türklere kalan kent tarihiyle yüzleşiyor

17. yüzyıldan beri önemli bir Yahudi cemaatini barındıran, yakın geçmişte ise Türk göçmenlere ev sahipliği yapan, Avusturya’nın batı sınırında İsviçre’ye komşu olan Hohenems geçmişiyle yüzleşiyor. Bir Türk göçmen çocuğu olarak Hohenems’de yaşayan Hayri Can kentin tarihiyle buluşmasını Şalom için kaleme aldı.

Perspektif
25 Ekim 2017 Çarşamba

Hayri Can


Avusturya’nın bir zamanlar Yahudilere ev sahipliği yapmış Hohenems kentinin, geçmişle yüzleşmesinin hikâyesi…

Bugün Avusturya’nın batı sınırında, İsviçre’ye komşu olan Alp kenti Hohenems’e 1617 yılında Dük Kasper’in girişimiyle ekonomiyi canlandırmak amacıyla Yahudiler davet edilir. Dük Kasper, Yahudileri ikna etmek için kendilerine verilecek hak, görev ve sorumlulukları içeren bir belge niteliğinde ‘Güvence Mektubu’ imzalar. Bu mektup bir bakıma can güvenliklerini ve varlıklarını koruma sözleşmesidir. Ancak bu davet karşılıksız değildir; Dük, cemaatten iyi bir gelir sağlamak için yıllık harç ister.

Düklük olan Hohenems, Habsburg Devleti topraklarına sınırı olmasına rağmen Habsburg’un antisemit kanunları Hohenems’deki Yahudiler için geçerli olmaz ve cemaate dinlerini topluma yaymayacak şekilde yaşamaları için izin verilir.

Nitekim cemaat yeni vatanlarında beklediği huzuru bulamaz. 1647 yılında Hıristiyan komşuları evlerini yağmalar. 1676 yılına gelindiğinde ise Dük Kasper’in torunu, bir zamanlar dedesi tarafından davet edilen Yahudileri Hohenems’den kovmaya karar verir. Hohenems’e yakın olan ve Habsburg topraklarına bağlı Vorarlberg Eyaletinin köyü Sulz’a yerleşen Yahudiler, burada da bekledikleri huzuru bulamaz.  Hıristiyan halk tarafından dini nedenlerden dolayı suçlanır, kapı ve pencereleri kırılır, evleri basılır, eşyalarını yağmalanır ve asla geri dönmemek üzere bu toprakları terk etmelerini istenir1. Olaylardan haberdar olan Habsburg Devleti Kayseri Maria Theresia, Yahudilerin Vorarlberg Eyaletinden tamamen kovar ve cemaatin bu topraklarda ticaret yapması yasaklanır. Böylece Sulz’da yetmiş yıl barınabilmiş Yahudilerin bir kısmı Ren Nehrini geçip bugünün İsviçre’sine yerleşir; bir kısmı ise eski evleri Hohenems’e geri döner. Evleri yağmalanan Yahudiler, bunu yapan kişilerin yargılanması için Vorarlberg Eyalet Mahkemesine başvurup zararlarının karşılanmasını talep eder. Mahkeme cemaati haklı bularak yağmacılara para ve kırbaç cezası verir fakat Kayser Maria Theresia araya girerek cezaları kabul etmez ve suçluların affedilmesini emreder. Bunun üzerine yağmacılar ceza almaktan kurtulur.

Daha sonra Hohenems Dükü ikinci bir güvence mektubu ile Yahudileri Hohenems’e geri dönmeleri için ikna eder. Nedeni ise çok basittir: Hohenems’in borçları gittikçe çoğalmıştır, kente yeni kaynaklar gerekir. Sulz’dan kovulan Yahudiler ve Bodensee etrafında yaşayan Yahudiler Hohenems’e yerleşmeye başlar ve buradaki cemaat büyür. Hıristiyanların yaşadığı Christengasse’nin paralelinde Yahudilerin yaşadığı Judengasse oluşur. Yahudi okulu, sinagog ve mikve kurulur. Yahudi okulunun verdiği eğitim o kadar iyidir ki Hıristiyanlar arasından bile çocuklarını bu okula gönderenler çıkar.

 

 

 

Yıllar içinde Hohenems’in Yahudi cemaati büyüdükçe kentin ekonomisi ve ticareti de gelişir. Alp kentinden Londra’ya, İstanbul’a ve Avrupa’nın birçok kentine uzanan bir ticaret ağı gelişir. Hohenemsli Yahudiler zamanın en ileri tekstil fabrikalarını kurar ve bugünün Avusturya’sına dek uzanacak olan tekstil bölgesinin temelleri atılmış olur.

1765’te Hohenems Düklüğü Habsburg topraklarına katılır. 1867’de yeni bir kanunla tüm Habsburg Eyaletinde yaşayan Yahudilere yeni özgürlükler verilir. 18. yüzyılın sonunda Vorarlberg’in ilk kahvehanesi bir Yahudi tarafından kurulur ve birkaç yıl sonra kahvehanede ‘Lesegesellschaft’ yani Okuma Derneği kurulur. Yeni özgürlüklerle beraber artık Habsburg Devletinin başka topraklarına da yerleşme hakkını kazanan Yahudiler Hohenems’i terk edip başta Viyana olmak üzere farklı kentlere yerleşmeye başlar. Hohenems Yahudileri göç ettikçe cemaat küçülür. Göçlerin bir diğer nedeni de 19. yüzyılın başından itibaren Vorarlberg Eyaletinde halk içinde yaygınlaşan antisemit hareketlerdir. Dindar halk her türlü bahane ile İsrailoğullarını kötüler, zamanın eyalet gazeteleri Yahudileri tefecilik ile suçlar. Suçlamalar eyalet başkanları ve dini otoriteler tarafından desteklenir ve her fırsatta dile getirilir. Viyana’da kurulan ‘Christlich Soziale Partei / Hristiyan Sosyal Partisi’ kurucusu Karl Lueger, dönemin en büyük antisemitlerinden biridir. Parti, Vorarlberg Eyaletinde de büyük ilgi görür. Eyaletin önde gelen araştırmacılarından Kurt Greussing 1990’lı yıllarda bu konu ile geniş çapta bir araştırma yaptı ve ‘Volksblatt /Halkyaprağı’ gazetesinin 1902 yılındaki seçim öncesi yayınlarından örnekler derledi:

“Şimdiden itibaren Hıristiyan her erkek, örf ve dinimizin getirdiği sorumlulukları üstlenerek evini, ocağını ve arkadaşlarını Yahudilerden korumakla yükümlüdür… Her dürüst Hıristiyan antisemit bu sorumluluğu yerine getirecek olursa karşı tarafın birliği de kırılmış olacaktır.”2

Araştırmacı Kurt Greussing3 antisemitizmin ortaya çıkışının II. Dünya Savaşı öncesindeki Nasyonal Sosyalizm ile değil, bundan çok daha önce toplumda fişeklenmeye başladığını şöyle açıklar:

Volksblatt’ın antisemit dili I. Dünya Savaşı sırasında devam etmiş, cumhuriyetin kurulduğu 1918-1919 yıllarında artış göstermiş ve Mart 1938’de başlayan Nasyonal Sosyalist diktatörlüğüne dek uzanmıştır.”4

Hohenems’in Yahudi torunları…

Hohenemsli Yahudilerin çocukları sadece Avusturya’da değil tüm dünyada tanınmaya başlar. Bunlardan biri, annesi Hohenemsli olan Stefan Zweig’dır (1881-1942). Bir diğeri ise ailesi Sulz Köyünde yaşayan ve orayı terk etmek zorunda kalan Hohenems doğumlu Salamon Sulzer’dir (1804-1890). Viyana’ya yerleşen Salamon Sulzer, 19. yüzyılın en ünlü kantorlarından biri olmayı başarır. Aynı zamanda Modern Sinagog Müziği’nin kurucusu olan Sulzer’in Viyana doğumlu oğlu Josef Sulzer de müzikle ilgilenir ve başarılı bir besteci olur. O dönemin global dünyasını herhalde şu örnek en iyi şekilde açıklayacaktır. Genç müzisyenin ünü Osmanlı İmparatorluğuna kadar yayılır. Josef Sulzer konser için gittiği İstanbul’da büyük beğeni toplar; 20. yüzyılın başlarında Osmanlı Sultanı Mehmed V. Reşad için milli marş besteler ve Sultan tarafından nişanla ödüllendirilir.

20. yüzyıla gelindiğinde Yahudi cemaati küçülür ve Hohenem’de yaklaşık 100 Yahudi kalır. 1935 yılında bu sayı 35’e düşer, 1938’den sonra da kalanları acı günler bekler. II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle Hohenems’de Yahudi yaşamı tarihe karışmış olur. Kamplardan kurtulmayı başarmış Yahudiler (Displaced Persons) geçici olarak bir süre burada yaşadıktan sonra kendi yollarına giderler.

Hohenems tarihinden Yahudilerin silinmesiyle Yahudi mahallesi yıllarca boş kalır, ta ki 1964 yılında Türkiye’den Avusturya’ya gelmeye başlayan emek göçüne kadar. Bir zamanlar Yahudilerin yaşadıkları sokaklarda artık Yidiş değil Türkçe duyulmaya başlar. Mahallenin sahipleri Anadolu’dan gelen Türk işçileri ve aileleri olur. Brunner, Taenzer ve Leviler’in evlerinde artık Özdemirler, Çelikler ve Yılmazlar yaşar. Bir zamanlar Yahudi okulu olan bina ise Türk ailelerine yeni bir yuva olur.

Sinagogun binası 1955’te itfaiye binasına çevrilir. Yahudi yaşamını hatırlatan tek şey şehrin dışındaki Yahudi Mezarlığı’dır. Mezarlık da zaman zaman neo-Naziler şiddetine maruz kalır...

1991 yılına gelindiğinde Hohenems Yahudi Mahallesinde Yahudi Müzesi kurulur. Hem bölgenin Yahudi tarihini hem de göç temasını konu alan müze bulunduğu eyaletin farklı kültürlerini bir araya getirmeyi başarmış, kültürel diyalog, eğitim, tarihle yüzleşme merkezi haline gelir. Ayrıca, Türkiye kökenli Avusturyalılar ile birlikte emek göçü yapmış ailelerin hayatlarına da ışık tutar.

2010 yılında yeni bir proje ile Yahudi Mahallesiyle ve tarihle bağlantılı olabilecek tüm bilgi, hikâye ve objeler yerli halkın da katılımıyla bir araya toplanır. Kimileri çatı katlarında buldukları, kaçmak zorunda kalmış Yahudilerin kitap ya da kıyafetlerini, kimisi ise sözlü tarih aracılığıyla nesilden nesle aktarılmış bilgileri müzeye getirir ve büyük bir sergi oluşturulur.

Büyük Buluşma 2017

2017 yılı Temmuz ayında, Hohenems Yahudi Müzesi büyük bir buluşma düzenledi. Bir zamanlar Hohenems ve çevresinde yaşayıp, çeşitli nedenlerden burayı terk etmiş ve dünyaya yayılmış olan Hohenems cemaatinin torunları davet edilip şimdiki yerli halk ile buluşmaları sağlandı. Hikâyelerin paylaşıldığı, karşılıklı tanıma ve anlama fırsatı doğuran büyük buluşma geçmişinin izlerini arayan pek çok katılımcıya atalarının doğup büyüdükleri kenti tanıma imkânı sundu. Dört günlük programda farklı sunumlar, etkinlikler ve atölye çalışmaları düzenlendi.

Hem bir ‘Gastarbeiter’, yani göçmen işçi çocuğu olarak, hem de müzenin eski bir çalışanı olarak ben de büyük buluşmaya katılma fırsatı yakaladım. Etkinlik öncesi ve esnasında katılımcılar ile koordinasyonu sağlamak amacıyla ulaşım görevi bana verildi. Misafirlerin Hohenems’e ulaşması öncesinde ve orada bulundukları süre zarfında ulaşımla ilgili her türlü organizasyonu ben gerçekleştirdim.

İlgilendiğim ilk misafir, Brunner Ailesinden Zarina idi. Onu tren garından karşılayacak ve oteline bırakacaktım. Yol boyunca hakkımda sorular sordu. Bir Türk göçmen ailesinin çocuğu olduğumu duyunca eşinin Hohenems Yahudi Müzesinin Türkiyeli göçmenler ile ilgili düzenlemiş olduğu sergiyi duyduğunda hemen müzeyi arayıp tebrik ettiğini, bu konunun eşi için çok önemli olduğunu belirtti. Viyana doğumlu olan eşi Zarina’ya Viyana’yı çok sevdiğini anlatırken tek sorun olarak Viyana’da farklı kültürlerden insanların birbirleriyle yeterince iletişime geçmediklerini belirtirmiş.

Ertesi gün karşıladığım misafirler ABD’den gelmişlerdi. Ailelerinin ve soy isimlerinin geçmişleriyle ilgili bilgi toplamaya çalışan bu aile üyeleri benim Türk ismimi duyduklarında şaşırdılar. Soy ismi Ciner olan bu aile atalarının Türkiye ile bir bağlantısının olup olmadığını merak ediyordu. Üniversitede öğretim üyesi olan Bayan Ciner karşılaştığı ve ismi Caner olan bir Erasmus öğrencisinin adını duyduktan sonra isim benzerliği nedeniyle belki de Türkiye ile bir bağlantılarının olabileceğini düşünmeye başlamış.

Açılış benim için çok anlamlıydı çünkü Kantor Salamon Sulzer’in torunu ile tanışma fırsatı yakaladım. Kendisi dedesinin ünlü bir besteci olduğunu ve Schubert ile birlikte çalıştığını daha birkaç yıl önce öğrenmiş. En ilginç olanı ise, genç adamın da yetenekli bir piyanist olmasıydı. Torun Sulzer bir gezi esnasında Hohenems Yahudi Müzesini ziyaret ettiği sırada dedesinin adı verilen eski sinagoga girip oradaki piyanoda tüm gün dedesinin bestelediği eserleri çalmış.

Ertesi gün misafirlerimiz II. Dünya Savaşı’nda Avusturya’dan İsviçre’ye kaçış rotası olan Hohenems (A) – Diepoldsau (CH) sınırını rehber eşliğinde gezdi. Gezenler arasında bulunan Glenn, kız kardeşi Clara ve Glenn’in on yaşındaki torunu bu konuyla çok ilgiliydiler. Glenn ve Clara’nın Viyana doğumlu Hohenemsli babaanneleri, savaş esnasında Viyana’dan trenle Hohenems’e gelmiş. Yahudi kimliğini gizlemek için İsviçre’ye kayağa giden biriymiş gibi sınıra gelmiş, İsviçreli gümrük polisi Paul Grüninger’in yardımı sayesinde sınırı geçebilmiş ve bu sayede İsviçre’den ABD’ye kaçabilmiş. Glenn’in babaannesi 50’lerde o zaman on yaşında olan Glenn ile birlikte bir Avrupa gezisinde Hohenems’e gelmiş. Glenn o geziyi şöyle anlattı: “O zaman 10 yaşındaydım, babaannemle Hohenems’e geldiğimizde etraftaki insanlara Yahudi mezarlığını ve sinagogu sormuştuk. Kimse bize yardımcı olmamıştı. Bize karşı pek iyi davranmamışlardı. Şimdi ise farklı, çok iyi karşılandık. Gördüğün gibi ben de şimdi torunum ile geldim. Tıpkı babaannemin yaptığı gibi. Torunumun da ileride kendi torunu ile buraya gelmesini isterim.”

Tanıştığım misafirler Avrupa ve Avusturya’daki azınlıklar ve Yahudilere yönelik ayrımcılıkla ilgili sorular da sordular. Örneğin, Brunner Ailesinin torunlarından biri Avusturya ve bulunduğumuz eyalet siyaseti hakkında sorular sordu. Sohbet ilerledikçe Türkiye kökenli biri olarak benim burada dışlanıp dışlanmadığımı, eğer o burada yaşasaydı Yahudi olduğu için toplum tarafından dışlanıp dışlanmayacağını veya bir ayrımcılığa maruz kalıp kalmayacağını merak etmişti.

Son gün etkinliği olarak eski Yahudi Mahallesi’nin ortasına masalar kurarak cemaat torunları ve yerel halkın buluşacağı bir kahvaltı düzenledik. Kız arkadaşımla katıldığım yemekte masamızı bugün ABD’de yaşayan Taenzer Ailesinin mensupları ile paylaştık. Benimle yaşıt olan genç Taenzer torunlarının dedeleri Aaron Taenzer 20. yüzyıl başlarında bugünkü Almanya-Avusturya bölgesinin önde gelen hahamıydı. Haham Aaron Taenzer’in hazırladığı Hohenems Yahudi Cemaatinin kronolojisi ve Hohenems tarihi ile ilgili araştırmaları bugün hâlâ pek çok araştırmacı için önemli bir kaynak teşkil ediyor. Aaron Taenzer’in torunu ve Taenzer Ailesinin büyüğü olan Uri Taenzer ile uzunca konuşma fırsatı buldum. Yahudi olmayan bir Türk göçmeni olarak etkinlikte görev aldığım için bana teşekkür etti ve toplum içinde karşılıklı diyalogların gelişmesinin hepimiz için önemli olduğunu vurguladı.

Etkinlik esnasında tanıştığım pek çok kişiyle yeni arkadaşlıklar kurmuş olduk. Birçoğu beni evlerine davet ettiler, benimle irtibatta kalmak istediklerini belirttiler.

Onların terk etmek zorunda kaldıkları topraklara ve evlere yıllar sonra Anadolu’dan benim ailemde olduğu gibi göçmenler yerleşmişti. Fakat maalesef çoğu yaşadıkları yerin ne tarihlerini bilir ne de hikâyelerini. Hohenems Yahudi Müzesinin etkinlikleri umarım ki bu bilinçlenmeyi arttırır.

Hohenems’den sevgi ve saygılarımla…

 

 

  

Hohenems 2017 buluşması fotoğraflarına ulaşmak için:

http://www.jm-hohenems.at/static/uploads/2016/05/A_Bilderserie-Reunion-2017.pdf


 

Bernhard Purin (1991); JUDEN VON SULZ; Eine jüdische Landgemeinde in Vorarlberg 1676-1744; Seite 32-36.

2  “In jedem Bezirke ist schon jetzt von jedem einzelnen christlichen Mann, der seiner sittlichen Pflicht genügen will, Haus und Herd gegen das Judenthum und seine Freunde zu vertheidigen, Vorarbeit zu leisten .... Thut jeder ehrliche Christ und Antisemit seine Pflicht, so muß daran der Ring der Gegener unbedingt zerschellen!“

Kurt Greussing; DIE ERZEUGUNG DES ANTISEMITISMUS IN VORARLBERG UM 1900, Seite 53.

4“  Die antisemitische Schreibweise des “Volksblatts” hat sich vom Ersten Weltkrieg an, mit einer besonderen Steigerung beim Umbruch zur Republik in den Jahren 1918/19, bis zum Beginn der nationalsozialistischen Diktatur im März 1938 fortgesetzt“.