Cumhuriyetin bekçileriyiz!

29 Ekim 2017. Cumhuriyetin Kuruluşu’nun 94. yıl kutlaması, Ulus Özel Musevi Okulları… “Kimileri 500 yıl evvel bu topraklara gelmiş, İspanya’dan, Orta Avrupa’dan ataları buralara gelmiş insanların torunları şu anda karşımda, hep birlikte bir türküde Âşık Veysel’de buluşmuşuz. Ne mutlu bizlere! Bu muhabbetimiz burada kalmasın bir gün genç kardeşlerimizle okulda buluşup söyleşi de yapalım!”

Mois GABAY Köşe Yazısı
1 Kasım 2017 Çarşamba

 

 29 Ekim 2017. Cumhuriyetin Kuruluşu’nun 94. yıl kutlaması, Ulus Özel Musevi Okulları…

“Kimileri 500 yıl evvel bu topraklara gelmiş, İspanya’dan, Orta Avrupa’dan ataları buralara gelmiş insanların torunları şu anda karşımda, hep birlikte bir türküde Âşık Veysel’de buluşmuşuz. Ne mutlu bizlere! Bu muhabbetimiz burada kalmasın bir gün genç kardeşlerimizle okulda buluşup söyleşi de yapalım!”   

Ulus Özel Musevi Okulları bu yıl Cumhuriyet Bayramı kutlamasında Haluk Levent’i misafir etti. Sosyal medya üzerinden Haluk Levent’in sahneye girişini ve Ulus Amram Oditoryumunda öğrenciler ve misafirlerle birlikte coşku içinde İzmir Marşı’nı ve Aşık Veysel’in ‘Uzun İnce Bir Yoldayım’ türküsünü söylemesini izleyen bizler de hep bir ağızdan bu mutluluğa ortak olduk. Kolay değildi. Bu cumhuriyet tıpkı Birinci Dünya Savaşı’nda ve Çanakkale’de olduğu gibi sadece Müslüman Türk vatandaşlarının değil, Yahudi’si, Rum’u, Ermeni’si, Kürt’ü tüm bir ulusun el vermesi ile kurulmuştu.

İlkokulu Şişli Terakki’de okudum. Kollarımın arasına neredeyse boyum kadar büyük bir Atatürk portesi alıp, 10 Kasım Anma töreninde sahneye çıktığımda daha sekiz yaşındaydım. O zamanda beri ne zaman ve nerede olursa olsun İzmir Marşı’nı duysam gözlerimin hafiften dolduğunu, içimin kıpırdadığını hissederim. Belki de bu yüzden günümüzde birileri Atatürk’e en ufak bir dil uzatmaya kalksa, cumhuriyet dönemi kazanımları tartışmaya açılsa en Kemalist gözükenden bile daha çok hiddetlenirim. Bayramlarda cama Türk bayrağının gururla asıldığı, Atatürk sevgisinin sorgusuz sualsiz işlendiği bir evde büyüdüm. Sonraları kurucu kadroların asıl söylemek istediklerini anlamayan ve çoğulculuktan uzak bir tutum izleyen tek tipleştirme projelerini, 1934 Trakya Olayları ile başlayan süreci bir başka gözle okuduğumda bile Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyete inancım değişmedi.

Bugün halen yaşadıkları onca acıya rağmen Türkiyeli Yahudiler, Atatürk ilkelerinin savunucusu ve Cumhuriyet’in bekçileridir. Tıpkı Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi gibi yeni kurulan Cumhuriyet de Türkiyeli Yahudiler için büyük bir mutluluk kaynağı olmuştur. Milli Mücadele yıllarında sadece Hahambaşı kimliği ile değil verdiği demeçler ile Mustafa Kemal’e bağlılığını belirten Haim Nahum Efendi bir yandan İtilaf Devletleri’ni Türk milliyetçilerle uzlaşma yapmaları için gayret ederken diğer taraftan da Lozan Konferansında da Ankara hükümeti yanlısı tavrını göstermişti. Ancak tüm bu gayretlere rağmen daha Cumhuriyet’in ilk dönemlerinden başlayan azınlık toplumlarına karşı tutumlar Yahudi toplumunda da baskı olarak kendini göstermişti. Elza Niyego cinayeti ve sonrası yaşananlar, “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyaları ile unutturulmaya yüz tutan ve alay konusu haline getirilen Ladino dili ve özellikle o dönemde Türkçeyi öğrenmekte zorluk çeken yaşlılarımızın yaşadıkları Türkiyeli Yahudiler in hafızasında Cumhuriyet döneminin ilk acı hatıraları olarak yer etti. Yahudi toplumunun Lozan Antlaşmasının getirdiği medeni haklardan feragat eden ilk azınlık toplumu olması ve diğer azınlık toplumlarını teşvik etmesi bile kimilerinin gözünde “Kan emici, sinsar” Yahudi imajının silinmesine yetmedi. Cevat Rıfat Atilhan ve Nihal Atsız gibi antisemit yazarların kaleme aldığı safsatalar da sonradan adına ‘1934 Trakya Olayları’ adını vereceğimiz vahşetin zeminini hazırladı. Türkiyeli Yahudiler’in ilerleyen yıllarda da ne yazık ki yeni Cumhuriyet’te yüzleri gülemedi. Önceden planlanan ve tek tek işleme alınan ‘varlığın el değiştirmesi’ operasyonları ile artık eşit vatandaşlığın olmayacağına inanan ve Cumhuriyet’in kazanımlarına inancını kaybeden Yahudiler tek tek her travmada bu topraklardan göç ettiler. Ne Varlık Vergisi, ne 20 Kura Askerlik ne de 6-7 Eylül 1955 Olayları ne de son yıllarda yapılan anketlerde Türkiyeli Yahudilerin ‘istenmeyen komşular’ arasında baş sırayı çekmesi bile bizlerin bu ülkeye inancını ve Atatürk sevgisini yok etmeye yetmedi.

Bizler hep Mustafa Kemal’in 1923 yılında İzmir’de söylediği bu söze inanmayı tercih ettik: “Unsur-u hâkim olan Türklere tevhid-i mukadderat etmiş sadık unsurlarımız vardır ki, bilhassa Museviler, millete ve vatana sadakatlerini ispat ettiklerinden, şimdiye kadar müreffehen imar-ı hayat etmişler ve bundan böyle refah ve saadet içerisinde yaşayacaklardır. (Gazi Mustafa Kemal Atatürk, İzmir,1923)” İşte bu yüzden Türkiyeli Yahudiler bu topraklarda olduğu sürece “Cumhuriyetin bekçileridir.”