Altıdan Sonra Tiyatro & D22 Ortak Yapımı George Orwell’in ‘Hayvan Çiftliği’

Evet “Bütün hayvanlar eşittir amma… ‘bağzı’ hayvanlar ötekilerden daha fazla eşittir.”

Erdoğan MİTRANİ Sanat
14 Kasım 2017 Salı

Yedi Emir: 1-İki ayak üzerinde yürüyen herkesi düşman bileceksin.

                   2-Dört ayak üstünde yürüyen ya da kanatları olan herkesi dost bileceksin.

                   3-Hiçbir hayvan giysi giymeyecek.

                   4-Hiçbir hayvan yatakta yatmayacak.

                   5-Hiçbir hayvan içki etmeyecek.

                   6-Hiçbir hayvan başka bir hayvanı öldürmeyecek.

                   7-Bütün hayvanlar eşittir.

Evet “Bütün hayvanlar eşittir amma…

‘bağzı’ hayvanlar ötekilerden daha fazla eşittir.”

 

İngiliz yazar George Orwell’in 1945'te, Sovyetlerdeki ‘reel sos­yalizm’in eleştirisi olarak yazdığı distopik romanı ‘Hayvan Çiftliği’, devrimlerin giderek kendi ilkelerini nasıl çiğnediklerini irdeleyen ironik yapısıyla Stalin dönemi karşıtlığını aşan, her türlü baskıcı rejimi eleştiren bir yergi başyapıtıdır. Roman Peter Wall tarafından tiyatroya uyarlandı, dünyanın her tarafında olduğu gibi Türkiye’de de defalarca sahnelendi.

1954’teki ilk sinema uyarlaması, dönemin Sovyet karşıtı propagandasının baş aktörlerinden CIA tarafından finanse edilen, İngiliz sinemasının ilk animasyon filmidir.
İngiltere’de bir çiftlikte Bay Jones’un egemenliğinde yaşayan hayvanlar, ürettiklerini çalan, onlara işkence eden, öldüren insanoğluna başkaldırarak, haklarına sahip çıkmak amacıyla çiftliği ele geçirirler. Daha eşitlikçi bir topluluk oluşturma yolunda çiftliğin en zekileri olarak bilinen domuzlar liderlik yapar. İri yarı, iyi konuşamayan, ancak otorite sahibi Napolyon ile etkili konuşan, parlak zekâya sahip Kartopu başı çekerek kamçıları, burun halkalarını, zincirleri yok ederler ve ahırın kapısına ‘Yedi Emir’i yazıp asarlar.

Ancak devrimi yine domuzlar yolundan saptıracak, “siz her şeyin en iyisini bilirsiniz” diyen koyunlardan da destek alarak, önce sütleri içmeye, sonra yasaklar koymaya ve birlikte belirledikleri ilkeleri tek tek çiğnemeye başlayacaklardır. Artık, insanlardan daha baskıcı, daha acımasız bir diktatörlük kurulmuştur…

Altıdan Sonra Tiyatro ve D22, uzun süredir yürüttükleri yakın temas tiyatro çalışmalarını bir adım ileriye taşıyarak, ilk kez Hayvan Çiftliği’ni bir ortak yapım olarak sahnelerimize getiriyorlar. Yiğit Sertdemir’in yönettiği Hayvan Çiftliği, sahne ve ışık tasarımını üstlenen Cem Yılmazer’in boru iskelelere oturan farklı seviyelerde platformlardan oluşan soyut, yalın ancak işlevsel çiftlik dekorunda, bir anlatıcı / insan ve 14 oyuncu / hayvan tarafından, soluk soluğa oynanan benzersiz bir tiyatro olayı. Yönetmen yardımcılığını Emir Çubukçu ve Damla Aydın’ın yaptığı oyunda Altıdan Sonra Tiyatro ve D22’den toplam 15 oyuncu yer alıyor: Berkay Ateş, Burçin Yel, Buse Kara, Can Kulan, Doğaç Yıldız, Ece Yaşar, Erkan Baylav, Gamze Güzel, İsmail Sağır, İpek Büyükakın, Merve Yiğit, Murat Kapu, Pelinsu Karayel, Tanıl Yöntem ve Zehra Bilgin. Proje Koordinatörleri Gülhan Kadim ve Emir Çubukçu.

Altıdan Sonra Tiyatro’da genç kuşağın yetenekli oyuncularından biri olarak tanıyıp sevdiğimiz Murat Kapu anlatıcı olarak çok başarılı. Olayları aktarırken, tek laf etmeksizin, sadece bakışları ve duruşuyla olanları yorumlaması, bir şapka, bir kamçı ve tabii ki beden diliyle anında farklılaşarak, Bay Jones, kovboy, avukat gibi insan karakterlere girip çıkması çok etkileyici.

Müthiş bedensel hâkimiyetleri, Candan Seda Balaban’ın müthiş kostümleri ve makyajı ile kişneyen, miyavlayan, havlayan, gıdaklayan ve konuşan birer hayvana dönüşen ekibin geri kalanı olağanüstü. Napolyon / Berkay Ateş ile Can Kulan öykünün yapısı gereği öne çıksalar da nefes kesici bir takım oyunculuğu. Hiç aksamayan beden dillerine, Senem Oluz’un hareket düzeninin de büyük katkısı var. Kusursuz bir takım çalışmasıyla, koşarak, zıplayarak, ellerindeki üç kuruşluk malzemeyle oluşturdukları vurmalı çalgılar eşliğinde şarkı söyleyerek (Müzik Burçak Çöllü) çiftlikteki cehennemi dansı yaşıyorlar ve yaşatıyorlar. Ölenler, kaçanlar, kovulanlar kuliste kostüm değiştirip farklı bir canlı olarak hemen hayvanlar korosuna katılıyorlar.

Oyun bittiğinde 2,5 saatin nasıl geçtiğini fark ettirmeden heyecanla izleten ekibi hayranlıkla alkışlarken, geçen hafta ‘Uyarca’da hissettiklerime benzer bir duyguyla, bu son derece sert toplumsal eleştiri beni yeterince irkiltmediği için irkildim. 70 yılın ötesinden gelen distopik metin güncel ve taptaze ama, bir distopyada yaşarken bu izlediklerimizi ne kadar kanıksamış olduğumuzu fark etmek dehşet verici.

Olağanüstü bir tiyatro mevsiminin olağanüstü oyunlarından. Sezonun olmazsa olmazı.  

1 Aralık Zorlu PSM’de, 19 Aralık UniqHall’de, 22 Aralık Gebze’de, 27 Aralık Maltepe’de.

  

Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nda ‘Kardeşlerimi Arıyorum’

1978’de Stockholm’de doğan, Tunuslu bir baba ile İsveçli bir annenin oğlu, roman ve tiyatro yazarı Jonas Hassen Khemiri, İsveç’te kuşağının en önemli yazarı kabul ediliyor. Genç yaşına karşın çoğu ödül kazanmış dört romanı ve altı oyunu var. Dünyanın en uygar, insan haklarına en saygılı görünen ülkelerindeki ayırımcılığın, ötekileştirmenin bilincinde yazdığı, hâlen b planı tarafından büyük başarıyla sahnelenmeye devam eden ilk oyunu İstila!’da, kimlik, ırk, lisan kavramlarıyla ilintili en derin ön yargılarımıza bir sözcük, kasırgasıyla saldırarak, ‘Arap Erkeği’nin tehditkâr varlığını, hem eğlenceli, hem huzur bozucu hem acılı bir bakışla çözümlüyordu. Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nun yepyeni oyunlarından ‘Kardeşlerimi Arıyorum’u 2012’de, ulusu sarsan Stockholm’deki intihar bombacısı olayının ardından kısa roman olarak yazmış, bir süre sonra da tiyatroya uyarlamıştı.

Kardeşlerimi Arıyorum’un perde arkasında sarsılmaz toplumsal duyarlılığı tüm yazdıklarına yansıyan Khemiri’nin 2013’te İsveç Adalet Bakanına hitaben yazmış olduğu, birkaç gün içinde ülke tarihinin en çok okunan yazısına dönüşen ‘Bästa Beatrice Ask’ başlıklı açık mektup var.

Adalet Bakanı Beatrice Ask, İsveç hükümetinin, ülkede yasal olmayan yollarla bulunan kişilerle mücadeleyi hızlandırmak için hayata geçirdiği, polise gündelik hayatın içinde şüphelendiği kişilere, sokak ortasında durdurup kimlik sorma, keyfi pasaport kontrolü ve üst araması hakkı veren REVA projesini bir radyo programında savunduğunda, polisin şüphelendiği kişilerin çoğunlukla göçmenler ya da İsveçli gibi görünmeyen insanlar olduğunu ve uygulamanın bu kişiler üzerinde zaten var olan baskıyı arttıracağını düşünen Hassan Khemiri, 2013’te bakana hitaben bir yazı yazar. Bakanın, “görevini yapan polise saygı duyulması gerektiğini” söylemesi üzerine şaşkınlığa uğradığını belirterek bir öneride bulunur: “Size çok basit bir isteğimi iletmek üzere yazıyorum, Beatrice Ask. Keşke vücudumuzu ve deneyimlerimizi değiş tokuş edebilsek. 24 saat için vücutlarımızı değiştirebilsek. İlk önce ben sizin vücudunuzda erkek egemen politik dünyada kadın olmanın nasıl bir duygu olduğunu hissetsem. Daha sonra siz benim bedenimde sokağa çıkıp ya da bir alışveriş merkezinin ortasında, kanunun yanında durduğu, yaklaşıp sizden suçsuzluğunuzu kanıtlamanızı isteme hakkına sahip bir polisle yüzleşmenin nasıl bir şey olduğunu hissedebilseniz.” 

Göçmenlerin ve yabancıların temsilini merkeze yerleştiren Khemiri, Kardeşlerimi Arıyorum’da izleyiciyi başkişisi Amor’un, suçlu ile kurban, aşk ile kimya, düş ile gerçek arasındaki ayırımın giderek belirsizleştiği heyecan verici bir yolculuğa çıkarır.

Oyun, şehir merkezinde bomba yüklü bir arabanın patlamasıyla bütün kenti korku sardığında başlar. Bu korku bir kere yerleşti mi, uçaklar füzelere, sırt çantaları bombalara ve tüm sakallılar potansiyel katillere dönüşür. Bozuk bir matkap kafasını değiştirmek ve bu arada kardeşlerini aramak için kent merkezine gelen Amor, paranoyanın hâkim olduğu tehdit edici ortamda ilerlerken bir yandan da Shavi, Valeria, Ahlem ve Tyra’nın telefonlarına cevap vermektedir En önemlisi, normal davranarak üzerine kuşkulu bakışları çekmemektir. Peki ama nedir ‘normal’ davranış? Potansiyel suçlu nasıl davranır? Ve bir tek günde Shavi kaç kez telefonda arayabilir?

Ali Arda’nın çevirdiği oyunu, B.B.T.’de ışık tasarımını da üstlenen Caner Akdeniz sahneye koyuyor. Dekor kostüm tasarımı Savaş Özdemir’in, müzik Okan Yaşarlar’ın.

Caner Akdeniz, başkalarına ve kendimize karşı önyargılarımızla ilgili bu eğlenceli ve öfkeli hesaplaşmayı, hikâye anlatıcılığıyla fiziksel tiyatroyu zekice harmanlayan etkileyici bir yorumla sunuyor. Khemiri’nin İstila!’sındakine benzer bir formatla, öykünün tüm karakterlerinin dört anlatıcı-oyuncu ile aktarıldığı sahnelemede Ercan Koçak, Elif Ürse ve Sevda Karabulut, başarılı bir takım oyunculuğuyla değişik kişilikleri canlandırıyorlar. Oyunun asıl yükünü taşıyan Bedir Bedir, her rolünü yeniden kendine mal eden fenomen bir oyuncu. Hem olayların anlatıcısı hem Amor olarak, ötekileştirmenin ve ırkçılığın, özgürlük çığırtkanlığı maskesinin altından her fırsatta ortaya çıktığı bir ortamda, masum bir insanın kendinden bile şüphe edebilmesini etkileyici ve inandırıcı bir yorumla seyirciye aktarıyor.

30 Kasım’da ve sezon boyunca BBT’de. Mutlaka izlenmeli. Hepinize iyi seyirler dilerim.