Şarap Parası

Avram VENTURA Köşe Yazısı
29 Kasım 2017 Çarşamba

Sokakta hiç tanımadığınız birisi, ekmek parası ister gibi sizden şarap parası istese verir miydiniz?

Ben verdim!

Arabamla kırmızı ışıkta beklerken, adamın biri pencereye yanaşıp saygılı bir şekilde para istedi. Sonra da şarap içmeyi sevdiğini, benden de bir katkı beklediğini içtenlikle söyledi. Doğrusu şaşırmış, söyleyecek bir söz bulamamıştım. Her zaman ve her yerde, dilenmek için yolumuzu kesenleri, ekmek parası isteyenleri görüyoruz. Oysaki şarap parası isteyenle ilk kez karşılaşmıştım. O sırada trafik ışıkları da sarıdan yeşile dönerken, uzatmadan bir miktar para verip uzaklaştım.

Bir daha karşılaşmasaydım, belki bu adamı tümüyle unutup gidecektim. Farklı zamanlarda aynı yoldan yaya olarak geçtiğimde, onu yine aynı trafik lambalarının önünde gördüm. Merakıma yenik düşerek bir süre uzaktan izledim. Benzer bir yaklaşımla yeşil ışığı bekleyenlerden şarap parası istiyor, çoğu sürücüden az ya da çok alıyordu.

Gördüklerim bir süre aklıma takıldı, kaldı. Sonradan şunu düşündüm: Herkes ekmek için dilenirken, bu adam şarap içeceğini söyleyerek diğerlerinden daha çok para topluyor. Ona zarar vereceğini bilmemize karşın, neden para veriyoruz?

Kendimce şöyle yanıtlıyorum:

Öncelikle adam yalan sözcüklerle bir yardım isteğinde bulunmuyor. Kendini hiçbir şekilde acındırmıyor, duygu sömürüsü yapmıyor, ailesinin kötü durumunu, olası hastalıklarını öne sürmüyor. Tersine hiç kimseyi ürkütmeden, saygıyla, içtenlikle insanlara yaklaşıyor.

Saygı, sevgi, içtenlik ve güvenin giderek aşındığı günümüz toplumunda, kötü bir amaca yönelik olduğunu bilerek, böyle bir insanın gösterdiği yaklaşıma ne yazık ki ilgi duyabiliyoruz. Belki dile getiremesek de, adamın bu olumsuz davranışına bile içimizden “Helal olsun!” diyebiliyoruz. Nasıl bir çelişkidir bu, bilmiyorum.

Bu adamı düşünürken Mevlâna’nın bir öyküsünü anımsadım:

Kör bir dilenci varmış. İnsanlara şöyle seslenirmiş:

“Bana acıyın, bende iki körlük var. Bu yüzden bana daha çok yardım edin.”

Günün birinde halktan biri, bir körlüğünü zaten gördüklerini, öbürünün ne olduğunu göstermesini istemiş. Bunun üstüne dilenci ona şöyle demiş:

“Sesim çok kötü. Görememek ve ses çirkinliği iki kat körlüktür. Kötü sesim yüzünden halkın acıması azalıyor, öfke ve kin oluşturuyor, yardımlarını esirgiyorlar. Bu yüzden bana acıyın, böyle hiçbir yere sığmayan benim gibi bir kişiyi, siz gönlünüze sığdırın, hoş görün.”

Bu içten yakınma karşısında, dinleyenler ona acımaya başlamış, yardım etmişler.

Mevlâna, bu öyküyü şöyle bağlamış:

“Kör dilenci sırrını söyleyince gönlünün güzel sesi, sesinin çirkinliğini örtmüş oldu. Böyle birinin gönül sesi de çirkin olursa, bu üç kat körlüktür.”

Sözü şöyle noktalamak istiyorum:

Karşımızdaki insan kim olursa olsun, içtenlikle gelen bir isteğe kayıtsız kalamıyoruz.