Fatih Akın duraklama döneminde

‘PARAMPARÇA’, Yabancı Dilde En iyi Film Altın Küre Ödülü’ne rağmen bütünüyle tatminkâr olmaktan uzak bir film

Viktor APALAÇİ Sanat
14 Şubat 2018 Çarşamba

Film, kocası ve oğlu neo-Naziler tarafından öldürülen bir Alman kadının yaşadıkları üzerinden, günümüz dünyasını tehdit eden terör saldırıları hakkında sorulabilecek sosyal ve politik sorulara cevap arıyor. Gerçek bir hayat öyküsünden esinlenerek yazdığı senaryoda, Fatih Akın avukat kökenli bir yazar olan Hark Bohm’dan destek alıyor. Yaslı, acılı kadının yaşadığı travmayı ve zanlıların yargılandığı mahkeme sahnelerinden oluşan birinci bölümüyle film, Fatih Akın’ın güçlü sinema diliyle etkileyici oluyor. Ancak zanlılardan yana tavır koyan, delilleri yetersiz bulan mahkemenin onları serbest bırakmasıyla film bambaşka bir kulvara sapıyor. Kadının amansız bir intikam öyküsüne, düzene karşı bir başkaldırıya dönüşen ikinci bölüm ise inandırıcı olmaktan uzak. Bu rolde anavatanı Almanya’da ilk filminde oynayan, kariyerinin en parlak performansıyla Cannes’da En İyi Kadın Oyuncu seçilen Diane Kruger harikalar yaratıyor.

‘IN THE FADE’

Yön: Fatih Akın

Sen: F. Akın- Hark Bohm

Gör: Rainer Klausmann

Kurgu: Andrew Bird

Müz: Josh Homme

Oyn: Diane Kruger- Numan Acar- Ulrich Tukur- Denis Moschitto- Johannes Krisch- Samia Chancrin

 

Mayıs ayında Cannes Film Festivali’nde Diane Kruger’e En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü getiren, Fatih Akın’ın ‘Paramparça/ In The Fade’i geçen ay dağıtılan Altın Küre Ödüllerinde Yabancı Dalda En İyi Film seçildi.

Film, günümüz dünyasını tehdit eden terör saldırıları üzerinde sorulabilecek sosyal ve politik sorulara cevap arıyor. Fatih Akın, günümüz Almanya’sındaki neo-Nazilerin Müslümanlara karşı giriştikleri terör faaliyetlerinden esinlenerek yazdığı senaryoda, Kürt kökenli kocası ve altı yaşındaki oğlu ırkçı bir çift tarafından öldürülen bir Alman kadının yaşadıklarını anlatıyor.

Fatih Akın’ın senaryosunu gerçek bir hayat öyküsünden yola çıkarak yazdığını söylediği film, neo-Nazilerin Türkleri katlettiği Hamburg’un Altona bölgesinde geçiyor. Kariyeri boyunca geniş kitleleri etkileyebilecek politik filmler yapmayı hedefleyen Akın, kardeşinin bir tanıdığının Hamburg’da bir terör saldırısında hayatını kaybetmesinden sonra, bu tehdidi odağına alan bir film yapmaya karar verdiğini anlatıyor.

Katliamı yapan grubun hayatta kalan tek üyesi Beata Zchape’nin skandal yaratan duruşmasında, polis katillerin izini sürmek yerine, olayda hayatını kaybeden uyuşturucu satıcılarını suçlamıştı.

Dosya, ‘Türk mafyası hesaplaşması’ etiketiyle rafa kaldırılmıştı. Baaden Çetesinin duruşmalarını takip etmek için Münih’e giden F. Akın, Fassbinder ile çalışmış, avukat kökenli yaşlı senaryo yazarı Hark Bohm’a giderek senaryo yazılımı için destek istemişti.

Mahkeme safhasını ve avukatların kullandığı hukuki lisanı iyi bilen Bohm, senaryoya inandırıcılık katmış.

Katja (Diane Kruger), kocasının (Numan Acar) ve oğlunun yasını tutarken, mahkemede adalet arayışına girer. Saldırının ırkçı motifleri en başta göz ardı edilse de, ortaya çıkan deliller neo-Nazi bağlantılarını işaret eder.

FİLMİN YUMUŞAK KARNI SENARYOSU

Mahkeme delilleri yetersiz bulup zanlılara ceza vermeyince, Katja’nın yası, öfke ve intikam duygusuna dönüşmeye başlar. Hakkını aradığı mahkeme, zanlılardan yana tavır koyunca, adli sistemin çöktüğüne inanan Katja, artık kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir kadın olarak, kendi adaletini sağlamak için zorlu bir yolculuğa çıkma kararını alır.

‘Paramparça’nın ilk yarısı, Fatih Akın güçlü sinema dilinden amansız bir intikam öyküsüne, düzene karşı etkileyici bir başkaldırıya dönüşüyor. Ancak, yollara düşen Katja’nın intikam için kullandığı yöntemleri anlatan ikinci bölümüyle film inandırıcılıktan uzak. Film bu yönüyle, başrolünü Charles Bronson’un oynadığı (re-make’inde aynı rolü Bruce Willis’in canlandırdığı) ‘Öldürme Arzusu/Death Wish’ serisini ve Neil Jordan’ın ‘İçimdeki Yabancı/The Brave One’ (2007) filmini akla getiriyor. Katja Şekerci’nin Kürt kökenli kocası, uyuşturucu satıcılığından mahkûmiyeti olan, geçmişi karanlık biri. Filmin açılış sekansında çiftin düğününün cezaevinde yapıldığını görüyoruz

Fatih Akın, Cannes’da Variety dergisi yazarı Alissa Simon’a verdiği söyleşide, ailesinin Türkiye’den göç etmesi, simsiyah saçlı olması sebebiyle Almanya’da ‘öteki’ olarak kabul gördüğünü anlattı. F. Akın, “Zenofobik saldırılar için hedeftim. İki yıl önce Neo-Nazilerin politikacı ve sanatçılar için yaptıkları listede adım vardı. Filmimin motivasyonlarından biri bu gruplar tarafından hedef seçilmem oldu” dedi.

F. Akın, terör kurbanlarına adadığı filminde, başkarakterini bir an bile yargılamayarak etraflı bir karakter portresi sunuyor.

Ancak filmin yumuşak karnı, inandırıcı olmayı başaramayan senaryosu. ‘Aile’, ‘Adalet’ ve ‘Deniz’ başlıklı üç bölümlü bu senaryo zaaflar ve boşluklar barındırıyor.

F. Akın senaryoda yabancı düşmanlığı, ırkçılık, faşist polis teşkilatı, işlemeyen adalet, faşist grupların dayanışması gibi temaların hakkını vermeyi amaçlamış.

Ancak, yalancı şahit, faşist Altın Şafak örgütüne mensup Yunanlı otel sahibi, Katja’nın beceriksiz Alman avukatı (ki bu rolü Akın’ın demirbaş aktörlerinden Denis Moschitto canlandırıyor) gibi karakterlere inandırıcılık katamamış.

 

 BİRBİRLERİNİ KOLLAYAN NEO-NAZİLER

En İyi Yabancı Film Altın Küre Ödülü’nü alırken Fatih Akın; “Paramparça şimdiye kadar yaptığım en kişisel filmim ve beni en ileriye götüren film oldu” dedi.

Adaletin pençesinden kurtulmayı başaran iki katili cezalandırmak için her şeyden vazgeçmeyi göze alan acılı eş karakteri için F. Akın ilk önceleri bir erkek kahraman düşünmüş. Sonraları daha etkileyici olabileceğini düşünerek, bunu sarışın bir Alman kadına dönüştürmeyi uygun bulmuş. İyi de etmiş. Bu rolü canlandıran, kariyerinin en iyi performansını çıkaran Diane Kruger’in filmin dramatik tansiyonuna katkısı çok önemli.

Oğlunu kocasının bürosuna bırakan Katja, genç bir kadının büronun önüne yepyeni bir bisiklet bırakıp hızla uzaklaştığını fark eder. Bisikletin selesine yerleştirilen bombanın patlamasıyla baba- oğul hayatlarını kaybeder. Bombayı bırakanların izini sürmekte pek titiz ve hevesli davranmayan polis, evde bulduğu (Katja’nın kullandığı) küçük doz uyuşturucu yüzünden, acılı kadını sorgular.

Oğlunun politik dünya görüşüne katılmadığı için ihtilaf yaşayan, dürüst bir vatandaş olan Jürgen Möller (Ulrich Tukur), garajında bomba yapımında kullanılan maddeleri bulduğu oğlunu polise ihbar eder. Karısıyla birlikte tutuklanan Hitler hayranı genç, tüm suçlamaları reddeder.

Yunanistan’da Nazi sempatizanı bir partiye kayıtlı otel sahibi bir Rum, sahte şahitlik yaparak, olay günü genç çiftin otelinde kaldığını söyler. Mahkemenin serbest bıraktığı çiftten intikam almayı yaşam sebebi sayan Katja, polisin bulmadığı delillerin peşine düşer.

Bu rol için F. Akın, 2012 Cannes Film Festivali jürisindeki çalışma arkadaşı, modern Marlene Dietrich olarak tanımladığı Diane Kruger’e teklif götürmüş.

“Fatih Akın her zaman kahramanım olmuştur. Bütün filmlerini izlemiştim. Kendisi Almanya’da bir fenomen, bir süper stardır. Yılardır beklediğim bu rolü, şiddetin hüküm sürdüğü günümüzde, gerçek hayattan alınan bir intikam öyküsünde yer almak istediğim için tereddütsüz kabul ettim” diyen Kruger, Hamburg’a taşınıp rolüne hazırlanmış.

Diane Kruger filmde, kocasıyla oğlunun ölümünden sonraki sekanslarda makyajsız, saçı dağınık, yüzünde bir ölüm maskesiyle gözüküyor.

‘Paramparça’nın ülkesinde çevirdiği ilk film olmasının sebebini Cannes’daki basın konferansında şöyle açıklamıştı: “25 yıl önce Almanya’yı terk ettiğimde oyuncu değildim. Almanya’da geçen bir proje teklifini yıllardır bekliyordum. Hepimiz dünya vatandaşıyız ve terörizmin tehdidi altında yaşıyoruz”.

Fatih Akın ile bitirecek olursak, Trabzonlu bir ailenin çocuğu olarak 1973’te Hamburg’da doğan sanatçı, ilk filmi ‘Kısa ve Acısız’ ile 1998’de Locarno’da Gümüş Leopar Ödülü’nü kazandı. ‘Duvara Karşı’ (2004) ile Metin Erksan’dan sonra Berlin’de Altın Ayı kazanan ikinci Türk oldu.

Kariyerinin en iyi filmi olan ‘Yaşamın Kıyısında’ (2007) ile Cannes’da En İyi Senaryo, ‘Soul Kitchen’ (2009) ile Venedik’te Jüri Ödülü sahibi oldu.

Sürgüne gönderilen Ermeni bir aileyi anlatan, prömiyerini Venedik’te yapan ‘Kesik/The Cut’ (2014) beğenilmedi. Bu filmde ‘Paramparça’nın aktörü Numan Acar da oynamıştı. ‘Başkalarının Hayatı’ (2006) başyapıtının unutulmaz aktörü Ulrich Tukur, filmde katilin babası Jurgen’i canlandırıyor.

Bütünüyle tatminkâr olmaktan uzak bulduğum, Fatih Akın’ın bu onuncu uzun metrajlı filmi ‘Paramparça’yı izledikten sonra, son üç filmiyle bir düşüş yaşadığını düşündüğüm yönetmen beni yine düş kırıklığına uğrattı.

Cannes’da 2012’de yarışma dışı gösterilen çevreci belgesel ‘Cennetteki Çöplük/Polluting Paradise’ etkileyici bir filmdi. Ancak ardından gelen ‘Kesik/The Cut’ (2014), 1915’te sürgüne yollanan Ermeniler üzerine, doyurucu olmaktan uzak bir filmdi.

Wolfgang Herrndorf’un 30 dile çevrilen romanından alınan ‘Elveda Berlin’ (2016) yine düş kırıklığı yaratan bir filmdi.