Ölüm duruşu!

Bahar FEYZAN Köşe Yazısı
14 Mart 2018 Çarşamba

 

Ölüm, kimsenin ölmediği bir günde çok uzak bir ihtimalken bir anda en yakınımıza uğruyor. Bir gün senin de kapını çalacağım demenin en kestirme hali belki de tanıdıklardan başlamak. Usul usul varlığını hissettirmek. Hiç ölmeyecekmiş gibi yürüdüğün ayaklarının üzerinde seni endişeyle titretmek. Geride bıraktığı hisle hayata daha sıkı tutundurmak… Yahut hiç bir şey olmamış gibi devam etmeye çalışmak! Ölümü kimseleştirmeden yaşamla baş edebilmek… Belki de yaşıyormuş gibi yaparak aslında her gün ölmek!

Biliyor musun? Ölüm aslında herkesin tanıdığı bir amcakızı, alt komşusu, en yakın arkadaşı, uzaktan gördüğün biri, annen ya da babandan ibaret değilmiş... Meğer bazıları için düşmanlığa yol açarken, ürkütücü bir öfkeyi açığa çıkaran inanılmaz bir sebebe de dönüşebiliyormuş. Bu vesile ile ölenin yok sayıldığı başka bir gündemle magazin malzemesi olunabiliyormuş. Varlık, neşe, eğlence, mutluluk, özgür irade, güzellik sanki ölümsüzleştirilirken, ölen hedef tahtasına konulabiliyormuş. Sırf varlıklı olduğu için, sırf eğlendiği için, sırf mutlu olabilmeyi becerdiği için ölse dahi ölemiyor galiba insan! Dolayısıyla öldükten sonra da sevilmek gibi dertlerin varsa şimdiden mağduriyet yolunu aşındırman gerekiyor biricik okuyucum. Arkandan iyi konuşsunlar diye aşırı kaygılanıyorsan sakın varlıklı yahut mutlu falan öleyim deme! Çünkü biz Allah rahmet eylesin demekle yetinemiyoruz. Susamıyoruz. Saygı gösteremiyoruz. Sadece bir insan olduğunu unutup sana dua da edemiyoruz. Biz seni sorguladıkça sorguluyoruz, deştikçe deşiyoruz. Neyi neden yaptığından bir netice çıkartıp ölümü hak ettiğine inandırıyoruz kendimizi. Suçlu olursan arkamıza bakmayız çünkü biliyoruz. Masum kalırsan seni unutamayız, devam edemeyiz. Acımızı kabul etmeyi bilmiyoruz ki! Sen de arada kaynayıp öldüğünle kalıyorsun…

Ama yine de ölüm sadece ölmek değilmiş, ölen de öldüğüyle kalmıyormuş anlaşılan. Arkasından kopartılan yaygaralara bakılırsa insan ölmekle de büyük suç işliyor. En fenası da, ölüme ve ölenlere saygı duymayan bir topluluğun yarattığı öfke girdabına maruz kalıyor…

Asır geçmedi, çok değil bundan tam 17 yıl önceydi, 11 Eylül yaşandığında. İnsanların hafızalarından çıkmayacak kadar dehşet vericiydi. Bütün dünya durmuş sadece New York’ta olanları takip ediyordu. Kurtarılan her bir can sevinç yaratırken kayıplar herkesin içinde derin çukurlar açtı. Zor günlerdi.

11 Eylül’den önce New York’da insanların birbirlerine davranışları pek nazik sayılmazdı. Özellikle yeni göçmenlere yukarından bakılır, İngilizceyi akıcı konuşamayanlarla alay edilir, etnik farklılıklar yüze vurulurdu. Elbette bunu herkes yapardı deyip durumu koca bir şehre mal etmiyorum. Lakin özellikle Manhattan’da dikkatsiz örnekler yoğundu. Sonra bir sabah adı 11 Eylül kalan korkunç felaketle binlerce insan en yakınlarını kaybetti. Mesai arkadaşlarını bir daha göremedi. Çocuklar annesiz ya da babasız kaldı. Üstelik terör, dini bir unsurla da ilişkilendirilip tarihe derin bir yarık açılmış oldu. Cihat kelimesi bile söylendiğinde birçok insanın tüylerini diken diken yapan başka zor günler geldi.

Dünyanın iyi bir yerde olduğunu savunuyor değilim. Söz konusu terör olduğunda sığınılacak herhangi bir mazeretin de olmadığının farkındayım. Fakat bu talihsiz deneyim, geride New York’ta yaşayanlara anlayış bıraktı. Acılarını bağırlarına basarak yaşamayı kabullendikleri için ölenler de kıymetliydi. Yıllar geçmesine rağmen anmalar ilk günkü gibi kalabalık, ilk günkü gibi saygıyla yapılıyor. Ölümün sebebi her ne olursa olsun, her kim nasıl ölürse ölsün bir duruş sergileniyor. Bir tavır olarak sessizliğe özen gösteriliyor. Amerikalılar uzaylı değil sadece birey olmaktan anladıklarını ortaya koyuyorlar. Hepsi bu. Başka formülleri ya da sırları yok. Birey demenin sadece Ayşe veya Fatma olmak anlamına gelmediğini biliyorlar. Acıyı kabullenen mutlu olmayı da becerir. Sadece bunun farkındalar.

Türkiye’de ise son zamanlarda ölümlerin dahi kitleleri böldüğü, anlayıştan yoksun bıraktığı, öfke nöbetleri geçirttiği günler yaşıyoruz. Ölümün masumiyetini, ölenin ise artık kendini savunamayacak durumda olduğunu unutuyoruz. Ne acı ki, cehennemi ülkemizde vicdanımızı yitirerek yaşıyoruz.