Yarı otobiyografik feminist film

Greta Gerwig ilk yönetmenlik denemesi ‘UĞUR BÖCEĞİ’nde bir anne-kızın aşk ve nefret ilişkisine odaklanıyor

Viktor APALAÇİ Sanat
21 Mart 2018 Çarşamba

Bağımsız filmlerin kraliçesi Greta Gerwig, bol diyaloglu doyurucu bir senaryo, iyi yazılmış karakterler, dönem atmosferini iyi yansıtan bir mizansen ve çoğu tiyatro kökenli uyumlu bir oyuncu kadrosu eşliğinde kendi büyüme hikâyesini anlatıyor. Bu sımsıcak, naif ve sürükleyici film, samimiyetiyle, seyircisiyle kurmayı başardığı bağ ile, gerçek bir liseli kız görünümüne bürünen Saoirse Ronan’ın sevimliliğiyle içimizi ısıtıyor.

Sevginin gerçekliği üzerine, sevecen bakış açılı, yüreklere seslenen ‘Uğur Böceği’, bir anne-kız ilişkisi odağında, izleyicisine insancıl mesajlar veriyor. Sürekli didiştiği annesi gibi olmak istemeyen ‘Uğur Böceği’ Christine, aynen onun gibi olduğunun bilincindedir. Bu rolü oynayan Saoirse Ronan, Oscar’da Frances McDormand ile aynı yıl yarışma talihsizliğini yaşadı.

 

Bağımsız filmlerin kraliçesi, hayat arkadaşı Naum Baumbach ile çevirdiği filmlerin tanınan 35 yaşındaki sevimli, esprili Greta Gerwig, tek başına kamera arkasına geçtiği ‘Uğur Böceği/ Lady Bird’ ile 2017’nin sinema olaylarından birine imza attı.

Tek başına dememin sebebi, 10 yıl önce Joe Swanberg’in işbirliğiyle, ‘Geceler ve Hafta Sonları/Nights and Weekends’de ilk yönetmenlik denemesini yapmasıydı.

‘Lady Bird’, gelecekte aradığı ortamı büyüdüğü Sacramento’da bulamayacağına inanan ve kendisine ‘Uğur Böceği’ diye hitap edilmesini isteyen bir lise son sınıf öğrencisinin büyüme sancılarına odaklanan bir film.

Evlilik dışı bir ilişkinin çocuğu olan, Yahudi bir diş hekimi olan gerçek babasıyla hiç tanışmayan François Truffaut, 26 yaşındayken çektiği otobiyografik filmi ‘400 Darbe/400 Coups’da (1959), okul kaçağı 10 yaşındaki Antoine Doinel üzerinden geniş ölçüde çocukluğunu anlatmıştı.

Greta Gerwig’in ‘Lady Bird’ün hikâyesinin ne kadarı otobiyografiktir sorusuna verdiği cevap şöyle: “Lady Bird kendini yeteri kadar iyi görmeyen genç bir kadının büründüğü bir kişilik. Film büyüdüğüm şehir olan Sacramento’da geçiyor, ama kelimesi kelimesine otobiyografik değil. Ayrılmak istediği bir yere aşk mektubu yazan birini ve dönüp baktığında, memleketinin gerçekte nasıl bir yer olduğunu anlamasının hikâyesini yazdım. Film, Lady Bird’ün kendini ve yaşadığı şehri sevmesi hakkında.”

Bu naif ve sürükleyici film, sımsıcak feminist yapısıyla, samimiyetiyle, seyirciyle kurmayı başardığı bağ ile, gerçek bir liseli kız görünümüne bürünen Saoirse Ronan’ın sevimliliğiyle içimizi ısıtıyor.

Greta Gerwig, filmde bol diyaloglu, doyurucu bir senaryo, iyi yazılmış karakterler, dönem atmosferini iyi yansıtan bir mizansen ve çoğu tiyatro kökenli, uyumlu bir oyuncu kadrosu eşliğinde, kendi büyüme hikâyesini anlatıyor.

SANCILI BİR ANNE-KIZ ÇATIŞMASI

Sevginin gerçekliği üzerine, sevecen bakış açılı, yüreklere seslenen özellikleriyle, ‘Lady Bird’ bir anne-kız ilişkisi odağında, izleyicisine insancıl mesajlar veren bir film.Film, bizi şekillendiren ilişkilere, bizi tanımlayan inançlara ve yuva adını verdiğimiz yerin benzersiz güzelliğine, etkileyici bir bakış açısı sunuyor.

Filmin konusuna gelince… Sevecen olmasına karşın, kendini ifade etme özürlüsü otoriter bir anne, son derece anlayışlı, sevgi dolu, tolerans sahibi, tahsilli, donanımlı bir baba, üvey bir erkek kardeş ve onun sevgilisiyle, banliyödeki mütevazı bir evde yaşayan, özgürlük tutkunu 18 yaşındaki Christine’in öyküsünü izliyoruz.

2002 yılının Sacramento’sunda delişmen lise son sınıf öğrencisi Christine McPerson’un (Saoirse Ronan), okul arkadaşları, aile bireyleri, özellikle annesiyle yaşadıklarını anlatan film, anne-kızın kavga ettiği bir sahneyle açılıyor.

Dik kafalı, prensiplerinden asla taviz vermeyen annesi Marie’nin (Laurie Metcalf) eleştirileri karşısında Christine kendisini hareket halindeki arabadan aşağıya atıyor.İkinci sahnede kolu alçılı genç kızı, okuduğu Katolik lisede etrafındakilerin motivasyon kırıcı tavırlarıyla mücadele ederken, bir yandan da üniversite için hazırlık yaparken görürüz. Kaliforniya’nın küçük kenti Sacramento’dan ayrılıp New York gibi çeşitli imkânlar sunan büyük bir kente gitmek istemektedir.

Babası Larry’nin (Tracy Letts) işten çıkarılmasıyla, hemşire annesinin evi geçindirme sorununu yüklenmesi ve ekonomik koşullar Christine’in tahsilini daha iyi koşullarda yapma arzusunu zora sokmaktadır. Dominant bir anne olan Marie’nin, ders notları düşük, aklı hep karışık, fevri ve patavatsız kızının her davranışına karşı çıkmasıyla, evlerindeki atmosfer sürekli gergindir.

Christine’in okuldaki en yakın kız arkadaşı olan tombul Julie (Beanie Feldstein) yerine, sınıfın en güzel kızı, özgüveni yüksek, seksi Jenna (Odeya Rush) ile samimiyeti arttırması, ilk aşk arayışını, tiyatro kolundaki yakışıklı Danny’nin (Lucas Hedges) kollarında aramasıyla hayatı renklenir gibi olur. Ancak Danny’nin eşcinsel çıkması, Christine’in önüne çıkan ilk erkek olan Kyle’a (Timothée Chalamet) bekâretini teslim etmesiyle sonuçlanır. Kyle’ın sinik ve güvenilmez kişiliği genç kızı başka arayışlara iter.

 

SOSYAL YARALAR ÜZERİNE DUYARLI FİLM

Film iki sivri karakterin, anne ile ergenlik çağındaki kızı arasındaki çalkantılı bağı hem mizahi, hem de duygusal yönüyle ustalıkla sergiliyor.

Annesi Marie ile sürekli didişen ve onun gibi olmamak için mücadele eden, Christine aynen onun gibi olduğunun bilincindedir.

Bir anne ve kızının arasındaki aşk ve nefret ilişkisini anlatan ‘Uğur Böceği’, Greta Gerwig’in Naum Baumbach ile ortaklaşa yazıp başrolünü üstlendiği ‘Frances Ha’da (2012) canlandırdığı dönemin öncesini anlatıyor.

Film modern dans tutkunu olup, dansçı olmayı bir türlü başaramayan, geldiği New York’ta tutunmaya çalışırken düş kırıklığı yaşayan, çocuksu ve havai bir genç kızın öyküsünü ince bir mizah eşliğinde anlatıyordu.

İki filmin ortak özellikleri, iki kadının gençlik, ergenlik ve olgunlaşma dönemlerini, mizahi ve duyarlı bir dille samimiyetle anlamaları.

Jon Brion imzalı, Alanis Morissette, Justin Timberlake gibi gözde müzisyenlerden oluşan ‘soundtrack’, Naum Baumbach’ın kameramanı Sam Levy, kostüm tasarımcısı April Napir, yapım tasarımcısı Chris Jones, 15 yıl öncesinin Kaliforniya’sı atmosferini canlandırmada Gerwig’e destek veriyorlar.Oscar’a beş dalda aday olan, komedi ve müzikal dalında En İyi Özgün Senaryo ve En İyi Kadın Oyuncu Altın Küre Ödüllerini kazanan ‘Uğur Böceği’nin müthiş bir oyuncu kadrosu var.

Bu filmdeki çizgi dışı performansı Altın Küre ile ödüllendirilen Saoirse Ronan’ı Greta Gerwig şöyle tanımlıyor: “Duyguları çok kolay okunuyor, Saoirse’nin yüzüne baktığınızda neler düşündüğünü görebiliyorsunuz.”

Gerwig’in senaryosunda çizdiği derin ve komplike karakterleri canlandırmaları için usta oyunculara ihtiyacı vardı. Bu sebeple Laura Metcalf, Tracy Letts, Lois Smith, Stephen McKinley gibi Amerikan tiyatrosunun dehalarına filminde yer verdi.

Genç Lucas Hedges, ‘Manchester by the Sea’de canlandırdığı bencil, katı, acımasız karakterine tamamen zıt, silik, güvensiz ve gay bir karakter olan Danny’yi oynuyor.

‘Beni Adınla Çağır’daki Elio rolüyle bu yıl Oscar adayları arasında yer alan Timothée Chalamet’nin ‘Uğur Böceği’nde kısa bir rolü var.

Doğal, saf, naif karakterleri canlandırdığı 20’den fazla filmde tanıyıp sevdiğimiz, aralarında ‘Frances Ha’ (2012) ve ‘Mistress America’nın da (2015) bulunduğu beş filmde, oyuncu ve senaryo yazarı olarak Noah Baumbach’la çalışan Greta Gerwig, 2012’de Woody Allen’in ‘Roma’ya Sevgilerle’sinde ve 2016’da Pablo Larrain’in ‘Jackie’sinde oynamıştı. Şimdi, kamera arkasına geçen oyuncular kervanına katılmasıyla kendisinden kaliteli yapıtlar bekliyoruz.

DÜNYANIN EN ZENGİNİ VE EN CİMRİSİ

Günümüz sinemasının en büyük yaratıcıları arasında yer alan Ridley Scott ‘Dünyanın Bütün Parası’nda milyarder Paul Getty’nin 1973’te İtalya’da yaşayan torununun kaçırılma öyküsünü anlatıyor.

David Scarpa’nın senaryosunu John Pearson’un 1995 tarihli ‘Painfully Rich’ kitabından uyarlayarak yazdığı filmde, petrol milyarderi, ünlü koleksiyoncu Jean Paul Getty’nin kaçırılan torunu için istenen fidyeyi ödememesi ve sonrasında gelişen olaylar anlatılıyor. Gerçek bir olaydan yola çıkan, para-insan ilişkileri üzerine ders niteliğindeki bu film, akıllara konusu ile aynı coğrafyada geçen, Marco Bellecchio’nun ‘Günaydın Gece/Buengiorno, Notte’de (2003) anlattığı, İtalya Başbakanı Aldo Moro’yu akla getiriyor.

Ridley Scott, kendisiyle aynı adı taşıyan torunu için istenen 17 milyon dolarlık fidyeyi ödemeyi reddeden Paul Getty üzerinden, burjuvaziyi eleştirmekten uzak durmayı tercih edip, aristokrasinin kibrini sergilemekle yetinmiş.

Vergi vermemek için parasını antikalara, sanat eserlerine yatıran, yakınlarına karşı kaba, sevgisiz bir insan, tarihin gelmiş geçmiş en zengin kişisi Getty’den bahsedince, dünyanın bir başka ‘en zengin’i, medya imparatoru Howard Hughes’tan söz etmemek eksiklik sayılır. Bu karizmatik kişilik, Orson Welles’in sinema tarihinin en iyi filmi sayılan ‘Yurtaş Kane/Citien Kane’ (1941) ve Martin Scorsese’nin ‘Göklerin Hakimi/The Aviator’ (2004) filmlerinin kahramanı olmuştu.

Ünlü Via Veneto Caddesindeki açılış sahnesinde torun Paul’un kaçırılışını, ardından dedesinin fidyeyi ödemeyi reddettiğini izliyoruz. Kocasından ayrı yaşayan gelininin fidyeyi karşılayacak parası yoktur. Getty’nin yanında çalışan, eski CIA ajanı olayı çözmesi için görevlendirilir. Bu sahnelerde Scott, 70’lerin atmosferini filmde ustalıkla canlandırmış.

Film, Sydney Lumet’in ‘Köpeklerin Günü/Dog Day Afternoon’ (1978), Neil Jordan’ın sürprizli ‘Ağlatan Oyun/The Crying Game’ (1992), Ron Howard’ın ‘Fidye/Ransom’ (1996), Clint Eastwood’un ‘Kusursuz Dünya/A Perfect World’ (1993) gibi rehine filmleri zincirine eklenen son halka. Paul Getty rolünü oynayan Kevin Spacey’in cinsel taciz skandalının ortaya çıkmasıyla, oynadığı bütün sekansları rolün yeni sahibi Christopher Plummer ile tekrar çekildi. 89 yaşındaki aktör mükemmel performansı ile bu yıl En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu kategorisinde Oscar’a aday gösterildi.

 

————————————————