Renin Meseri işletme okudu ama “masa başı işi bana göre değil” diyerek müziğe yöneldi. Anneannesinden duyduğu Ladino şarkılar ile babaannesinin söylediği Türk sanat müziği şarkıları, bugün icra ettiği müziğin tohumlarını oluşturdu.
Renin Meseri kimdir?
İstanbul’da doğdum. Ailem İzmir kökenli. Annem Tovi, babam ise Meseri ailelerinden. Büyük bir aşkla evlenen annem babam, altmışlı yıllarda büyük hayallerle İzmir’den İstanbul’a göç etmişler. Ancak, evliliklerini sürdüremediler ve ben dokuz yaşında iken ayrıldılar.
1980’li yılların İstanbul’unu yaşayabilmiş şanslı çocuklardan biri olarak addediyorum kendimi.
Annemin ve babamın boşanmalarından sonra annemle beraber İzmir’e büyükanne ve büyükbabamın yanına döndük. Babam ise İstanbul’da kaldı.
İzmir Yahudi İlkokulunda okuduktan sonra da orta ve liseyi İzmir’de bitirdim. Çocukluğumun deniz kokan günleri, yan yana mahalleler, yakın arkadaşlıklar, birbirine bağlı iç içe hayatlar… Güzel İzmir. Birbirine yakın oturan tüm akrabalarımız, bana anne baba ayrılığının acısını unutturmaya çalıştı.
Türk Sanat ve Ladino müziğine olan bu büyük sevginiz nereden kaynaklanıyor?
Yıllar sonra İsrail’e göç ettikten sonra, baba tarafıma ait büyük aile resmini Diaspora Müzesinde, İzmir Yahudileri bölümünde gördüm. O resmi görünce, bir kez daha anladım ki, hatıralar, kökler ve gelenekler benim için çok önemliymiş. Ladino müziğine olan sevgim, belki de geçmişime olan tutkumdan kaynaklanıyor.
Büyükbabam Binyamin en başta eşi Viktorya’yı sonra da Ladino’yu, İtalyanca ve Rumca şarkıları ve dans etmeyi severdi. Anneannem İtalyan kökenli, süslü, komik, şen, şakrak bir kadındı. Usta bir aşçı, dünyalar tatlısı bir anneanne idi. Ben onlarla aynı evde büyüdüm. Hâlâ yaptığı yemeklerin tadı damağımdadır. Mesela travadikos, mustachudos, ojaldres, agristada ve sharope. İlk Ladino nağmelerini o evde duymaya başladım. Şimdiye kadar öğrendiğim, söylediğim bütün Ladino şarkıları evde anneannem söylerdi.
Babaannem Recina ise tam bir Türk sanat müziği aşığı idi. Uzun boylu gösterişli ve bakımlı bir kadındı. Ben de onun gibi süslenmeyi çok severim.
İzmir’i ve İstanbul’u çok özlüyorsunuz galiba…
Özlenmez mi? Barış dolu en güzel yıllarım deniz kokan İzmir’de geçti. Fakat İstanbul’u da içimden hiç atamadım. Tramvay, kalabalık, toz toprak içinde mahalleler. Halen oradaki kömür kokusunu burnumda hissederim. Beyoğlu’nda iç içe geçen kasetçi dükkânlarının müzikleri, sıcak kestane, rengârenk akide şekeri. Siyah beyaz film gibi İstanbul bende… Kendimi nasıl seviyorsam, orayı da öyle sevdim. İçimde İstanbul’a karşı garip bir sevgi ve özlem kaldı. Bir ara Galata’nın tam karşısında oturduk. Çatı katındaki odada her gece kulenin ışıkları odama vururken, hayalimde kendimi saç fırçası elimde sahnede şarkı söylerken bulurdum. Kasvetine, bunalımına rağmen hasret olduğum bir dünyaydı orası.
İzmir’den İstanbul’a gelişiniz nasıl oldu?
İzmir’den İstanbul’a gelişim üniversite sınavını kazanmamla oldu. Babamın ısrarı üzerine İngilizce İşletme bölümünde okudum. Sonra da Sahne ve Gösteri Sanatları Bölümünü bitirdim. İşletme okurken hayatım boyunca masa başında oturmamam gerektiğini içimde deli gibi haykıran bir ses vardı.
Şarkı söylemeye ne zaman başladınız?
İlk sahne deneyimim üniversitede oldu. Beş kişilik müzik gurubumuzla dört, beş saatlik performanslar sergileyerek sabahlara kadar şarkı söylerdik. İyi para da kazandık. Sabahları uykusuz halimle üniversiteye giderken aklımda hep sahne vardı.
İki ayrı üniversiteden İngilizce İşletme diploması ve bir başka üniversiteden de Sahne ve Gösteri Sanatları diploması olmak üzere, üç ayrı diploma aldım. Sonra da hepsini dolaba kaldırıp şarkı söylemeye başladım. Takım elbise ile sekiz saat üzerine kurulmuş diplomalı hayatlar, bana bir beden büyük geldi.
İstanbul’da yaşadığım dönemde, on yıl boyunca şarkı söyleyerek hayatımı kazandım. Bu süre içinde de eşimle tanıştım. Evlendik ve oğlum Uzi dünyaya geldi.
İstanbul’dan İsrail’e göç etmeniz nasıl oldu?
İstanbul mu beni sevmedi, ben mi İstanbul’a sığamadım, bilmiyorum. Yine ayrılık, yine terk ve yeni bir macera oldu İsrail. On yıl önce yeni kuşak Türk Yahudi’si olarak annem, eşim ve bir buçuk yaşındaki oğlumla İsrail’e geldik. Buraya sadece oğlumun bir oyuncağını ve birkaç parça kıyafetini getirebildim. Bir de anneannemin deri eldivenleri ile babaannemin makyaj çantası. Ayrıca bir bavul dolusu endişe ve korku…
Geçmiş yaşantımdan sadece şarkılar kaldı bende. Ladino, Türkçe ve Yunanca şarkılar.
Ladino, deri eldivenli süslü anneannemden bana kalan doğum lekesi gibi. Yunanca, büyükbabam Binyamin’den hatıra. Türkçe şarkılar ise evlendikten sonra bile bırakmak istemediğim soyadımdan, soyadını taşıdığım babaannem Recina’dan.
İsrail’e göç etmeye ‘kader’ mi diyorsunuz?
Bir topraktan başka bir toprağa göçmenin, orada özlemenin, yaşamanın, yeni bir nesil yetiştirmenin, para kazanmanın ve hayat kargaşası içinde huzurlu ve mutlu olabilmenin kalp atışları bendeki ve benim gibi tüm göçmenlerin kaderi.
Ve bir gün buraya geldiğimde, Ladino dışında Türkçe ve Yunancayı da getirdim. Şimdi birbiriyle çok yakın üç kültürün sesiyim ben. Yeni kuşak Türk Yahudilerinin sesi…
Birçok kez göç yaşadığınızı söylüyorsunuz...
Neredeyse her on yılda bir. Alıştığın yerleri ve bir şeyleri bırakıp giderken, insanın yüreğine dokunanlardan kalanlar var içinde. Bende kalan ne varsa kelimelerde saklı. Hayat ağacımın en üst dallarına baktığımda, Sefarad Yahudilerinin yaşadıkları sürgünü kelimelerle birbirine ekleyip şarkı yaptıklarını görüyorum.
Bir şeyler kaybedip yeniden bulmanın huzuru İbranice şarkılarda saklı. Onları söylerken de farklı bir haz duyuyorum. Türk şivesi ile söylediğim İbranice şarkılar yüzünden benimle alay edenlere bile gülüp geçiyorum.
Şimdi iki çocuk annesisiniz. Evde hangi lisanları konuşuyorsunuz?
Biri kız biri erkek iki çocuğum var. Uzi İstanbul doğumlu, Hanna ise tam bir tsabarit. Ben onlara Türkçe konuşuyorum, onlar bana İbranice cevap veriyorlar.
Annem bizimle yaşıyor. O da çocuklarımla Ladino konuşuyor. Yani, ben nasıl geçmiş nesli yaşayabildiysem ve bana Ladino kültürü miras kaldı ise çocuklarım da aynı şekilde bu mirası kendi kültür hesaplarına ekliyorlar.
Üç kültürün sahibisiniz. Bu üç kültür size neler kazandırdı?
Sahip olduğum üç ayrı kültür, (Türk, Ladino, Balkan) çok kültürlü olmak, İsrail’in her köşesinde, hem de en önemli merkezlerinde ve çeşitli festivallerde sahne almak imkânı verdi bana.
Biraz da sahne hayatınızdan bahsedelim…
İstanbul’da bulunduğum süre içinde, dört yıl boyunca daha çok İngilizce ve Türk Batı Müziği ağırlıklı programlarla bir otelin roof restoranında, haftanın altı gecesi gitar eşliğinde müzik yaptım. Daha sonra, bir sezon boyunca Cahide’de sahneye çıktım.
İsrail’e yerleştikten sonra, göçmen ofisinin açtığı sınavda jüri özel ödülünü kazandım. Halen İsrail’in çeşitli yerlerinde sahneye çıkıyorum. Özel davetler, düğünler hariç daha çok sanatsal yönleri ile ağır basan yerler arasında, sadece son bir yılda, İsrail’in çeşitli yerlerindeki Kültür Merkezlerinin tiyatrolar ve Ladino Merkezinde sahne aldım.
Bir süre önce İsrail’in Ulusal Tiyatrosu olan ‘Habima International Theatre’ da, ‘Ladino Alla Turca’ adlı programla sahneye çıktık. İçeriğinin Ladino, Türkçe, Balkan ve İbraniceden seçilmiş eserlerin oluşturduğu programımız izleyiciyle prömiyerini yaptı. Salon hınca hınç doluydu. Biletlerimiz çok kısa sürede satıldı. Durmak yok, yola devam.
Gelecek için planlarınız var mı?
Ladino ve İbranice müzik yapan İsrailli sanatçılarla birlikte sahneyi paylaşmak istiyorum. İsrail’de eski kalıplara dayanan Türk Klasik Müziğinin Ladino ile uyumunun otantikliğini, özgünlüğünü yansıtan konserler vermek istiyorum.
Belki de üç ayrı kültürü harmanlayıp, benden de bir şeyler katarak, Ladino, Türk, Balkan konulu bir mozaikle dinleyicilerin evlerinde eski zamanlarda dinledikleri müziği ortaya çıkarmak istiyorum. Bundan başka Ladino repertuarına yenilerini eklemek, doğduğum ve büyüdüğüm şehirler olan İzmir ve İstanbul’da konserler verebilmek ve benim söylediğim Ladino şarkıları Türkiye’deki ünlü sanatçılarla aynı sahneyi paylaşarak söylemek en büyük arzum. Belki çok uzak bir hayal ama sesine hayran olduğum Sezen Aksu ile düet yapabilmeyi çok arzuluyorum. Ayrıca, yurt içi ve yurt dışı festivallerde de yer alabilmeyi çok isterim.