A Corner In The World Sahne Sanatları Festivali -2

Erdoğan MİTRANİ Sanat
23 Mayıs 2018 Çarşamba

‘Işık  Teorisi’

‘Işık Teorisi’, Onur Karaoğlu’nun yazıp yönettiği, Okan Urun ile Zinnure Türe’nin oynadığı, Corner in the World X bomontiada ALT yapımı bir oyun.

Boğaziçi Üniversitesinden mezun olduktan sonra Columbia Üniversitesinde Tiyatro Yönetmenliği yüksek lisansı yapan, Masumiyetler Müzesinin oluşumunda Orhan Pamuk’la birlikte çalışan, hâlen müzenin müdürü olan 1982 doğumlu Onur Karaoğlu, İstanbul ve New York’ta tiyatro ve performans işleri yazmış ve yönetmiş. 2013’ten beri Boğaziçi Üniversitesinde performans sanatı eğitmenliği yapıyor.

‘Işık Teorisi’, aydınlatılmış salonda, 2400’lü yıllarda geçen bilim kurgusal bir prologla başlar. Arkeolog Feraye, evrendeki her maddenin ışık ve renk bilgisini saklama kapasitesine sahip olduğunu, geliştirilen son teknolojilerle maddenin sahip olduğu son ışık bilgisini görüntülemenin artık mümkün olduğunu anlatır ve 400 yıl öncesinden, 28 Mayıs 2019’dan kalma bir bavulun son ışık aldığında algıladıklarını bizlere göstereceğini söyler.

Işıklar söner, yarı saydam ekranla önlü arkalı ikiye bölünmüş olan sahne aydınlanır. Tarih 28 Mayıs 2019’dur. Önde, İstanbul’u terk edip, üniversite eğitimi almış olduğu Paris’e gitmek üzere olan tiyatrocu Kaan bir yandan yaşadığı aşkları, dolaştığı sokakları, umutlu olduğu tek günü anımsamakta, diğer yandan da başka 28 Mayıslarda gitmek zorunda kalmış başka insanların öykülerini anlatmaktadır.

Bizans’ta, bugünkü Laleli’nin olduğu semtte yaşamış olan bilgin Anna, kentin düşmek üzere olduğu 28 Mayıs 1453’te Floransa’ya doğru bir gemiyle kaçmaya karar vermiştir. Giderken yanına hangi kitaplarını alacaktır? Birkaç bavula hayatının ne kadarını sığdırabilecektir?

(Onur Karaoğlu,  söyleşide Anna’nın gerçek bir karakter olduğunu, Bizans’tan kaçtıktan sonra gittiği Floransa’da Rönesans’ı yaşamış olduğunu anlattı.)

Suriyeli genç öğrenci Feraye ise, 28 Mayıs 2013’te doğup büyüdüğü Rakka yıkılırken, ardında bırakıp İstanbul’da yeni bir yaşama başlayacaktır.

Gitmek, gitmeyi tercih etmek ya da etmemek, gitmek zorunda olmak ya da olmamak, zamanla kaybolup gideceğini düşündüğümüz izlerin ortak geleceğimize nasıl bir anlam katacağı üzerine etkileyici bir meditasyon…

Finalde astrolog Feraye bavulun gördüğü son resmi, yanında yüzü seçilemeyen biriyle duran Kaan’ın fotoğrafını gösterir. Bu 80 dakikadır izlediğimiz adamın resmidir ama Feraye’nin yorumu olsun, resimde giydikleri olsun bizim izlediğimiz Kaan’dan farklı gibidir. Bu durum da sözlük anlamı “arkeolojik yöntemlerle ortaya çıkarılmış kültürleri, sosyoloji, coğrafya, tarih, etnoloji gibi birçok bilim dalından yararlanarak araştıran ve inceleyen bilim dalı” olarak tarif edilen arkeolojinin aslında sadece tahmin yürüten bir disiplin olduğunu belirliyor.

Oyunu sahneye koyan Onur Karaoğlu, Utku Kara ile birlikte tasarladığı mekânda, zekice kullanılan ışıklandırma, sesler ve projeksiyonlarla minimal malzeme ile geleceğin ortamını başarıyla yaratıyor (Işık Tasarımı Utku Kara, Ses Tasarımı Özcan Ertek, Kostüm Tasarımı Hilal Polat). Oyuncu yönetimiyse çok ilginç. Kaan’ı canlandırırken, anlatıcılığı da üstlenen Okan Urun, farklı zamanlarda yaşadıkları yerlerden gitmek zorunda kalan bu üç kişinin zamanla kaybolacak izlerini hayal ederken, götürebildikleri ya da götüremediklerinden oluşan fotoğrafları etrafa serpiştirmekte, bölük pörçük anı parçaları ekrana yansırken, arka planda arkeolog Zinnure Türe, Kaan’ı hayal etmeye, onun yapmış olduğunu tahmin ettiği hareketleri yapmaya çalışmaktadır. Okan Urun’un doğal oyunculuğu, Robert Wilson’u mutlu edecek bir beden diliyle arkeoloğu yorumlayan Zinnure Türe’nin farklı bir zamanda doğal olabilecek yapaylığıyla etkileyici bir karşıtlık oluşturuyor.   

Festival kapsamında izlediğimiz ‘Işık Teorisi’, büyük olasılıkla gelecek sezon Bomonti ALT’da devam edecek. Kaçırmayın.

 

Bouchra Ouizguen  ve ‘Ha’

1980’de Ouarzazate’de doğan, halen Marakeş’te yaşayan Faslı dansçı ve koreograf Bouchra Ouizguen ve beş dansçı kadını ‘Ha!’da, Mevlânâ Celâleddîn-î Rûmî’nin bir dörtlüğünden esinlenerek  deliliği ele alıyorlar. Ama hangi delilik? Dahi mi yoksa bilge mi? Sıradan mı yoksa kana susamış mı? Yalnızlaştırıcı mı yoksa özgürleştirici mi? Aşık mı çaresiz mi? Hezeyanlı mı yoksa hissiz mi? Arap kültüründe delilerin toplumda bir yeri vardır. Onları sınıflandıran kelimeler de önerilen tedaviler kadar çoktur; mesela şarkı söylemek, dans etmek ve mistik ritüeller, trans ya da Şamanizm.

Fas topraklarında, herkesin kendi bedensel ve ruhsal takıntılarıyla sahip olduğu ilişkiyi araştırdığı bu yolculukta Ouizguen, bizi korkutanlar ve itenler, herkese ve hatta kendine bile yabancı olanlar, sessizlikleri bizi rahatsız eden ve sessizlikleri bize konuşanlar, seslerinden delilikleri belli olanlar, bedenlerinin eğilmesiyle zayıf bir ruh ya da sıkışmış bir kalp görülenler, varlıklarının yoğunluğuyla akıntıya karşı yaşanmış bir yaşamı açığa vuranlar üzerinden şarkı, beden ve dil alanında, dağlarda, okullarda, barlarda ve hatta çölde tanıştığı insanlar aracılığıyla çalışmasını derinleştirmeye çalışıyor. 

Kendi kendini eğitmiş bir kadın olan, 16 yaşından beri dans etmekte olan Ouizguen, 1998 yılından beri, şarkı, beden ve dil alanında, dağlarda, okullarda, barlarda ve hatta çölde tanıştığı insanlar aracılığıyla yerel dans sahnesinin gelişimi için çalışmakta. Elli dakikalık gösterisi tamamen karanlıkta, beş kadının hı!, hı! nefes alışlarıyla başlıyor. İlk yirmi dakika kadınların uçuşan beyaz örtülerinin zar zor seçildiği bir siyah-tiyatro olarak gelişiyor. Peşinden gelen ışıkla, izleyicinin gözü kadınların karmaşık çıldırma ritüelini algılamaya başlıyor.

Çok başarılı bulduğumuz performansın sonrasında Bouchra Ouizguen’e, özellikle ilk bölümün müzikalitesinden çok etkilendiğimi, derin nefeslerin kısa çığlıklara dönüşerek önce bir müzikal kanon, giderek koral bir ensemble oluşturmasını müthiş heyecan verici bulduğumu, hatta tüm elli dakika o şekilde devam etse aynı keyifle izleyebileceğimi söyledim. Cevaben, çalışmalarını derinleştirmeye çaba gösterdiğini, karanlıkta geçen, daha fazla sayıda kadın ve erkeğin katıldığı, elli değil ama kırk dakikaya yakın bir versiyonu da sahnelediğini, çok da başarılı olduğunu söyledi.

Şimdiye kadar bütün izlediklerimiz gibi benzerine kolay rastlayamayacağımız bir olay.

 

Astrit İsmaili ve ‘UNİKAT!’

“UNIKAT görüntü ile ses arasındaki ilişkiler üzerine iki yıllık bir araştırmanın ürünüdür. Bu süreçte şarkı, nefes ve ıslık ile üretilen insan sesinin savunmasızlığını ve duygusallığını açığa çıkartmakla ilgilendim. Araştırmanın başlangıç noktası 1999 yılında Kosova’da yaşanan savaşın öncesi ve sonrasına dönmekti. Bu dönemde ben ve kız kardeşim Blerta, bir çocuk pop yıldızları cemiyetine dâhildik. Hikâye anlatma stratejisi olarak spekülatif hikâye uydurma kullanıldığından anlatı tarihsel gerçeklerden kurguya doğru kaydı. Bu performans, kişisel olandan yola çıkan ama izleyici için yeni ve bağımsız yörüngeler üreten ‘oluş’ olasılıklarını araştırıyor.”                                                                                    

Astrit İsmaili                                                                 

Hâlen Amsterdam’da yaşayan, 1991 Kosova doğumlu Astrit İsmaili, yakın deneyimlerden yola çıkarak aile, cinsiyet, algı ve dönüşüm temaları üzerine kurulu, görsel sanatlar ve tiyatro arasında kalan performanslar sergileyen, çok sayıda ödül almış bir sanatçı.

‘Unikat’ı, Bomontiada’nın dördüncü katındaki olağanüstü mekânın farklı bölümlerinde, teşrifatçı / anlatıcı görevini üstlenen kız kardeşi Blerta ile birlikte sunuyor. Yarı şeffaf plastik kadın giysileri içinde hâmile bir erkeğin şarkısıyla başlayan, erkekleri hâmile kalıp doğuran nadir canlılardan denizatının doğurma filmi ve tamamen soyunan erkeğin bu doğum sahnesini stilize olarak canlandırmasıyla devam eden,  kızın söylediği nefis Arnavutça ezgi eşliğinde, erkeğin kendine bitki çayı yaptığı gündelik bir sahneyle sonlanan gösteriyi, tabiî ki sözlerle anlatmak mümkün değil. ‘Unikat’ı, festivalin en unutulmaz gösterisi yapan, bir yandan dingin ve akıcı tempoyla gelişen benzersiz estetiği, diğer yandan da İsmaili’nin bedenini kullanma şekli. İkinci bölümde, seyircileri samimiyetle mahremiyetine kabul eden, her türlü teşhircilikten uzak son derece edepli çıplaklığı ile canlanmakta olan bir heykele dönüşen sanatçı, sanki bedenini kendisiyle ve izleyiciyle diyalog kurmak için kullanıyor.

Festivalin doruklarından biriydi. Umarım gelecek yıllarda yeniden gelirler. Hepinize iyi seyirler dilerim.