Web´den Seçmeler

• Amos Oz, iki devletli çözümü savunmayı sürdürüyor. Araplar’ın da Yahudiler’in de kendi ülkelerinde özgür birer halk olarak yaşama hakkını savunuyor. İlerde belki konfederal bir ortak çatı altında yaşamayı umarak… O, barışın hazır eklemediğini, onu inşa etmek gerektiğini söylüyor hep. Kendisinin barış hareketinin naif “güvercinlerinden” biri olmadığını hatırlatıyor. Tıpkı, siyonizmin epeydir çok güç kaybetmiş sol kanadından geldiğini hatırlattığı gibi… Onun da bir İsrail vatanseverliği ve millî kimlik gururu var. Kimliğinin kaynağını kanda ve dinde görmeyi reddediyor; onu, itaati ‘beceremeyen’, tartışmayı şehvetle seven, her şeyi her şeyi eleştirmeden duramayan, ince eleyip sık dokumaya bayılan bir kültürel gelenekte bulmayı istiyor… TANIL BORA - BİRİKİM

İzak BARON Diğer
8 Ağustos 2018 Çarşamba
  • “ÖZELLİKLE SOSYAL MEDYANIN VE İLETİŞİM TEKNOLOJİLERİNİN İLERLEMESİ İLE BU NEFRET SÖYLEMİ ÇOK YÜZEYE ÇIKTI VE ÇOK DA HIZLI YAYILDIĞI İÇİN KAYGI VERİCİ BİR DURUM ORTAYA ÇIKIYOR”

"Özellikle sosyal medyanın ve iletişim teknolojilerinin ilerlemesi ile bu nefret söylemi çok yüzeye çıktı ve çok da hızlı yayıldığı için kaygı verici bir durum ortaya çıkıyor. Biz burada devletin, hukukun devreye girmesini bekliyoruz. İsrail'deki olaylardan dolayı Türkiye'deki Yahudilerin hedef alınmasını doğru bulmuyoruz. İsrail'in tasarruflarını burada yaşayanlara faturalamak çok doğru bir mantık değildir. Bu sadece Türkiye için değil, tüm dünyada yaşayan Yahudiler için geçerli. İsrail'in yaptıklarını fatura etmek adil değil. Bu insanlar bu olaylardan ne kadar sorumlu? İşin kökeninde biraz ötekileştirme de yatıyor. Osmanlı'nın din, dil, kültür ayrımı yapmayan anlayışının yerleşmesi ve ötekileştirmeyi tetikleyecek durumları ortadan kaldırmak bunun yolu da demokrasiden geçiyor.”

İvo Molinas (Gülsüm İncekaya)

https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/yahudiler-osmanlida-dinlerini-en-uc-noktaya-kadar-yasadi/1220544

 

  • “1492 SÜRGÜNÜ ÖNCESİ OSMANLI'DA BULUNAN YAHUDİLER BABİL YAHUDİLERİDİR”

"Endülüs Yahudileri Osmanlı ülkesindeki Yahudilerden kültürel olarak daha üstün, daha girişken. Çünkü geldikleri ülke Endülüs’te insani ilişkileri Osmanlı ve önceki Abbasi gibi doğulu toplumlara oranla çok daha yoğun ve çeşitlilik arz eder bir yapıdadır. Doğu toplumları ise daha sakin toplumlardır. İbn Haldun'dan alıntılarsak hareketli toplum daima bereketli yani üretken olur. Bu nedenle iskandan bir zaman sonra, Yahudiler doğal olarak bulundukları her yerde, hem eski Babil ve Aşkenazi Yahudileri hem de Müslüman topluluklar içinde, hem ticari hem kültürel alanlarda belirleyici unsur olarak öne çıkıyorlar. 1492 sürgünü öncesi Osmanlı'da bulunan Yahudiler Babil Yahudileridir. Yerleştikleri bölgelerde kendilerinden önceki Yahudilerle de kısmen kaynaşıyorlar. Avrupadakilerle de çeşitli ilişkiler geliştiriyorlar. Osmanlı'da devletle mühim ilişkiler içindeler. Türkiye Cumhuriyeti döneminde de devletle ilişkide olan Yahudilerin büyük kısmı Endülüs Yahudisidir. Osmanlı'da 1600'lü yıllardan itibaren ekonomi ve diplomasi alanlarında devlet kademelerinde görev almaya başladılar. Müslüman olmayan ülkelerde de aynı şekilde görev almışlardır. Birçok dil ve kazançlı ilişkiler geliştirme tecrübesine sahip oldukları için bunu da ticarette etkin olarak kullanmışlardır. Nitekim Osmanlı'nın son yüzyılında devlete büyük meblağlarda borç veren Yahudi bankerler meşhurdur."

Lütfi Şeyban (MÜCAHİT TÜRETKEN)

https://www.aa.com.tr/tr/kultur-sanat/osmanli-yahudileri-kabul-ederek-islam-gelenegini-devam-ettirmistir/1219600

 

  • İSRAİL, BELİRSİZ ARALIKLARLA SÜREKLİ SEÇİM SATHINA GİREN BİR POLİTİK AYGITA SAHİPTİ. KÜÇÜK PARTİLERDEN MÜTEŞEKKİL KALABALIK PARTİLER SİSTEMİ, BİR YAHUDİ ATASÖZÜNÜN DE YANSIMASI GİBİYDİ: İKİ YAHUDİ, ÜÇ FİKİR.

İsrail'in bugüne kadar uluslararası toplum nezdinde kurguladığı ve her fırsatta kullandığı temel söylem stratejisi, ülkenin bölgesinde modern bir devlet yapılanmasını ve bir demokrasi adacığını temsil ediyor oluşuydu. Bu söylem stratejisi uyarınca İsrail, Soğuk Savaş döneminin de uzantısı olarak devam edegelen uluslararası sistemin öncü ülkeleri nazarında makbul bir noktada konumlanabiliyordu. Modern bir devlet, modern bir ulus, modern bir ordu ve modern bir demokrasi. Bölge dışı güçlerin bölgesel eylemlerine eşlik edebilecek optimum aday, bu söylem stratejisi doğrultusunda işaretleniyordu. Kısacası İsrail, inşa ettiği devlet yapılanması ve sahip olduğunu iddia ettiği niteliklerle, özellikle Batılı büyük güçlere ortaklık edebilecek kapasitede olduğunu göstermek istiyordu. Hem paydaşı olduğu coğrafya hem de bu coğrafyanın halkları nezdinde 'medeniyet taşıyıcı' bir role pozisyonlanmak için söylemsel düzeyde elinden geleni yaptı. Otoriter, diktatöryal, monarşik, feodal bir coğrafyada modern bir demokrasi, modern bir devlet! İşte bu cila, İsrail'i muhatapları nezdinde değerli kılıyordu.

Ortadoğu, gündelik siyasette dahi şiddetin baskın olduğu, envai çeşit terör yapılanmasına mekan sağlayan, devlet altı oluşumların devlet mekanizmalarını ve otoritelerini her yeni günde sorguladığı ve altını oyduğu, modern uluslararası ilişkilerin temel parametrelerine ayak uyduramamış bir istisnai coğrafya olarak resmediliyordu. Böylesi zorlu ve olağandışı bir coğrafyada, modern bir devlet aygıtı olarak ayakta kalabilmek dahi büyük maharet isteyen bir durumdu. İsrail, girdiği ve kazandığı askeri mücadelelerle modern devletin üstünlüğünü de bu istisnai coğrafyada kabul ettirmiş oluyordu. Bu bağlamda İsrail, yukarıda da anıldığı üzere medeniyet taşıyıcısı rolünü modern ve demokratik bir devlet oluşunda pekiştiriyordu.

Bu modern devlete çağdaşlık statüsü bahşeden ve Batılı bir hüviyet kazandıran ana elemanlardan biri de demokratik bir işleyişe sahip oluşuydu. İsrail, her ne kadar aksi yönde de pek çok eleştiri alıyor olsa da demokrasinin temel dayanaklarını inşa etmiş ve sistemin bu hatta yürümesini bir biçimde sürekli kılabilmiş bir devletti. Düzenli seçimler yoluyla belirlenen meclis ve hükümetler eliyle yönetiliyordu. Hatta hem sistemik gerekçeler hem de demografik yapısındaki çeşitliliğin de bir getirisi olarak, düzenli seçimler neredeyse yok gibiydi. İsrail, belirsiz aralıklarla sürekli seçim sathına giren bir politik aygıta sahipti. Küçük partilerden müteşekkil kalabalık partiler sistemi, bir Yahudi atasözünün de yansıması gibiydi: İki Yahudi, üç fikir. Bu olgu, sistemin çoğulcu yapısını ispatlayacak kanıtlar arasında olması hasebiyle, İsrail açısından yıllar yılı övünç kaynağı olarak sunulmuştu. Bölgesindeki diğer devletlerin ya askeri diktatörlüklerle ya da klanik yapılanmaların politik tezahürleriyle yönetildiği düşünüldüğünde, İsrail'in eline yıkılması güç bir söylemsel hegemonya geçiyordu. Bir 'demokrasi adacığı' olarak İsrail, hem küme yükselmiş oluyordu hem de giriştiği pek çok illegal eylemi bu istisnai varlığıyla perdeleyebiliyordu. Demokrasinin promosyonunu önceleyen yapılarla ilişkilerinde kolaylaştırıcı bir faktör olarak devreye sokulan bu söylemsel hegemonya, Filistin topraklarındaki bariz işgal eylemlerini dahi makul gösterebiliyor ve tarihsel perspektiften kolonyalist olarak isimlendirilmeyi ziyadesiyle hakeden bir yapılanmayı kabul ettiriyordu. Buna 'ölümü göstererek sıtmaya razı etmek' de denilebilir. Ölüm, her günü şiddetle dolu arkaik Ortadoğu'ydu. Sıtma, bizatihi kendisiydi.

Ceyhun Çiçekçi

https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/israil-ulus-devlet-yasasi-demokrasi-adacigindan-apartheid-rejimine/1221682

 

  • SON TAHLİLDE, İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM VE İŞGALİN SONLANDIRILMASI BENZERİ TALEPLERİN BEN-GURİON'A DAYANDIRILMASI GİBİ BİR ZORUNLULUK YOKTUR. ANCAK, BU TEZLER SAVUNULURKEN, SIKLIKLA "KURUCU BABA"YA ATIFTA BULUNULMAKTADIR

New York Times yazarı, Ben-Gurion'un öngörüsü göz önüne alındığında "Yahudi Ulus Devleti" kanunu ile yapılan tercihin önemli bir riski beraberinde getirdiğini ileri sürmektedir.

Burada ilginç olan Fisher'ın, pek çok İsrailli liberal gibi "işgalin sonlandırılması" ve "iki devletli çözüm"ü "kurucu baba"ya referansla meşrulaştırmaya çalışmasıdır. Ben-Gurion'un iddia olunanın zıttı siyasetleri savunmuş olmasının konuya başka bir boyut kazandırdığı şüphesizdir.

Martin Kramer başta olmak üzere tarihçiler, toplantı tutanakları, konuşma zabıtları ve kişisel belgeleri benzeri kaynakları kullanarak Ben-Gurion'un sıklıkla atıfta bulunulan "sözleri"nin yanlış bir aktarımın tekrarından kaynaklandığını ortaya koymuşlardır.

İsrail kurucu lideri, iddia olunanın tersine, 1967 Savaşı sonrasında Kudüs ve Gazze'nin ilhakı ve Batı Şeria'nın İsrail'e bağlı bir otonom bölge haline getirilmesini arzulamış, önceleri şartlı olarak geri verilebileceğini düşündüğü Sina Yarımadası ve Golan Tepeleri hakkındaki fikrini de değiştirerek bu bölgelerin Yahudi yerleşimine açılması ve ilhakını savunmuştur.

Dolayısıyla popüler kitaplar kaleme alan Amerikalı Haham Arthur Hertzberg'in iddiasına dayandırılan "Ben-Gurion işgale karşıydı" iddiasının tarihî dayanağı bulunmamaktadır. Burada sorulması gereken neredeyse her barış yanlısı İsrailli'nin neden ısrarla yanlışlığı kanıtlanmış bir "öngörü"ye atıfta bulunduğudur.

Son tahlilde, iki devletli çözüm ve işgalin sonlandırılması benzeri taleplerin Ben- Gurion'a dayandırılması gibi bir zorunluluk yoktur. Ancak, bu tezler savunulurken, sıklıkla "kurucu baba"ya atıfta bulunulmaktadır.

M.Şükrü Hanioğlu

https://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2018/08/05/kurucu-babalara-neden-muracaat-olunuyor

 

  • KUDÜS’TEKİ SİYASİ İKTİDAR, TEL AVİV’DEKİ SAVUNMA TEŞKİLATI VE MOSKOVA ARASINDAKİ STRATEJİK BAĞ HİÇ OLMADIĞI KADAR SAĞLAM VE YAKIN

Suriye topraklarında İsrail’e atfedilen İran hedeflerine yönelik yoğun saldırılar nedeniyle İsrail ile Rusya arasındaki gerilim son haftalarda yükselmişti. IDF’in 22 Temmuz gecesi Beyaz Miğrefler’den yüzlercesini Batılı ülkelere göndermek üzere güney Suriye’den Ürdün’e tahliye etmesi de Rusya’yı pek memnun etmedi. İsrail’deki Rus Büyükelçiliği dramatik tahliye operasyonundan kısa süre sonra Twitter’dan İsrail’i eleştiren müstehzi bir mesaj paylaştı. Moskova ve Şam, Beyaz Miğferler’i Esad rejimini devirmeye adanmış stratejik bir düşman olarak görüyor. Neticede Netanyahu, Beyaz Miğferler’in İsrail tarafından tahliye edildiğini ve bunun Trump ile Fransa gibi ülkelerin açık talebi doğrultusunda yapıldığını bizzat açıklamak zorunda kaldı. Netanyahu aslında üstü kapalı olarak Putin’e çaresiz kaldığını, tahliyenin İsrail’in inisiyatifi olmadığını anlatmaya çalışıyordu.

Gelinen noktada İsrail, büyük bir fırtınada neredeyse hiç ıslanmadan manevra yapmayı başarmış durumda. Kudüs’teki siyasi iktidar, Tel Aviv’deki savunma teşkilatı ve Moskova arasındaki stratejik bağ hiç olmadığı kadar sağlam ve yakın. Netanyahu Putin’le neredeyse her ay görüşüyor, Liberman Rus Savunma Bakanı Sergey Şoygu ile her hafta konuşuyor, Eizenkot da Rus mevkidaşı Gerasimov ile yoğun temas içinde.

Kıdemli bir askeri kaynak Al-Monitor’a şöyle konuştu: “Son tahlilde Ruslar güç değerlendirmesi yapıyor. Bizim neler yaptığımızı takip ediyorlar. Kararlılığımızı, hatta cesaretimizi görüyorlar ve kendi menfaatleriyle çatışmadığı sürece buna saygı duyuyorlar.” Kaynağa göre “Rusların dostları yoktur, sadece menfaatleri vardır.”

Rusya’nın menfaatleri şimdilik İsrail’in menfaatleriyle uyumlu. Aynı askeri kaynağa göre “Putin Suriye’de savaşacak güç olarak İran ve Hizbullah’a artık ihtiyaç kalmadığını görüyor. İranlılar müttefik olmaktan çıkıp Suriye’deki yeniden inşa süreci ve hâkimiyet açısından rakip haline geldiler. Bu nedenle İsrail’in İran’ı vurması Putin’i pek rahatsız etmiyor. İsrail İran’ı Suriye’den çıkmaya zorlarsa bu, Putin için sorun olmaz. Aksine işine gelir."

Ben Caspit

http://www.al-monitor.com/pulse/tr/originals/2018/07/israel-iran-syria-rouhani-trump-putin-netanyahu-strategy.html#ixzz5NQvSRvlt

 

  • OZ, İSRAİL’İ KARŞISINDAKİ ESAS BÜYÜK TEHDİDİN, BİZZAT KENDİ MİLLİYETÇİ FANATİZMİ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYOR

Segev’in Ben Gurion biyografisinde Amos Oz’un, 1939’da, 15 yaşında militan bir Siyonist olarak ‘büyük lidere’ yazdığı tutkulu mektubu okuyabiliyoruz (s. 549). Oz, Altı Gün ve Yom Kippur savaşlarına katılmış birisi olarak, 1967’den beri Filistinli Araplar’ın devlet kurma hakkını savunuyor ve barış hareketinin liderlerindendir. Çocuklar ve gençler için yazdığı Pusudaki Panter’de, milliyetçi fanatizmden irkilerek adım adım uzaklaşmasının hikâyesini anlatır.

Oz, İsrail’i karşısındaki esas büyük tehdidin, bizzat kendi milliyetçi fanatizmi olduğunu düşünüyor. (Kadim tarihte Yahudiler’in Roma’ya ve Babil’e isyanların sebebiyet verdiği korkunç ve mitik yıkımı da, kendilerine çocukluktan beri anlatıldığı gibi düşmanların “sebepsiz nefreti” ve “kardeş kavgası”, “içimizdeki hainler”le değil, gerçeklik algısı bulanmış fanatik önderlerin büyüklük kibriyle açıklıyor.) Ortodoksların, Holokost’u bile olağanlaştırmasını, “düşmanlarımız”a kitlenmiş bu zihnin marazî örneği olarak zikrediyor Oz; her çağın firavunu vardır, her çağda “biz”e kasteden korkunç düşmanlar vardır, bunlar hep olur, olacaktır, onlara bakılırsa…

Amos Oz, iki devletli çözümü savunmayı sürdürüyor. Araplar’ın da Yahudiler’in de kendi ülkelerinde özgür birer halk olarak yaşama hakkını savunuyor. İlerde belki konfederal bir ortak çatı altında yaşamayı umarak… O, barışın hazır beklemediğini, onu inşa etmek gerektiğini söylüyor hep. Kendisinin barış hareketinin naif “güvercinlerinden” biri olmadığını hatırlatıyor.

Tıpkı, siyonizmin epeydir çok güç kaybetmiş sol kanadından geldiğini hatırlattığı gibi… Onun da bir İsrail vatanseverliği ve millî kimlik gururu var. Kimliğinin kaynağını kanda ve dinde görmeyi reddediyor; onu, itaati ‘beceremeyen’, tartışmayı şehvetle seven, her şeyi her şeyi eleştirmeden duramayan, ince eleyip sık dokumaya bayılan bir kültürel gelenekte bulmayı istiyor…

Hâkim millî kimlik anlayışına dayanan fanatizmin ise, İsrail’i felâkete götüreceğini söylüyor, Oz. Bunun varacağı yer, eninde sonunda, Akdeniz’den Ürdün’e uzanacak bir Arap devleti olacaktır ona göre.Bundan da korkuyor – ama asıl, fanatizmden, fanatizmin insana kaybettirdiklerinden korkuyor. Galiba en kahramancası budur: korkacak cesareti var.

Tanıl Bora

http://www.birikimdergisi.com/haftalik/9030/israil#.W2i1R9IzbIX

 

  • İSRAİL DEVLETİNİN HER YANLIŞ POLİTİKASI KARŞISINDA “KAHROLSUN İSRAİL” DİYE BAĞIRANLARA HATIRLATMAK İSTERİM Kİ; İSRAİL’DE BİZİM COĞRAFYAMIZDAN, ÇOK DAHA ETKİLİ BİR BARIŞ HAREKETİ VAR

Bu nefretin, bu ırkçılığın bir örneğini de geçtiğimiz günlerde yaşamıştık. Alperen Ocaklarına mensup 15-20 kişilik bir grup, Neve Şalom Sinagogu’nun önünde, ırkçı bir eylem yaptı. Nefret içeren sloganlar attı, sinagoga fiziken zarar verdiler. Ve ne yazık ki “özgürce” yaptılar bu eylemi.

20.07.2017 tarihinde yapılan bu eylem nedeniyle biz İHD olarak suç duyurusunda bulunmuştuk. Ve geçtiğimiz günlerde Savcılığın Alperen Ocakları yöneticileri hakkında dava açtığını öğrendik.

Neve Şalom Sinagogu ve bizim yaptığımız suç duyurusu üzerine açıldı bu dava.

Kürşat Mican, Alperen Ocakları başkanı. Daha önce, Lgbti+ hareketine karşı ırkçı ve saldırgan tutumu nedeni ile de yargılandı ve ceza aldı.

Alperen Ocakları, Büyük Birlik Partisi’nin gençlik teşkilatı. BBP ise iktidar partisinin müttefiki!

Aslında, Antisemitizm konusunda kendisini solcu, sağcı ya da liberal olarak tanımlayan herkesin bir sorgulama yapması gerekiyor.

İsrail devletinin her yanlış politikası karşısında “kahrolsun İsrail” diye  bağıranlara hatırlatmak isterim ki; İsrail’de bizim coğrafyamızdan, çok daha etkili bir barış hareketi var.

Her “kahrolsun” diye bağırdığınızda barış hareketine de saldırıyorsunuz.

Antisemitizm konusunda çok değerli çalışmaları olan Rıfat Bali “Yahudilik  görünmezliği seçti” diye yazmıştı.

İşte ırkçılık böyle bir şey!

Kasım ayında Alperen Ocakları yaptıkları ırkçı saldırı nedeniyle yargılanacaklar.

İşte o gün Antisemitizme karşı birlikte olalım istiyoruz.

Eren Keskin

http://yeniyasamgazetesi.com/antisemitizm-her-yerde/

 

  • HATTA BUNU TÜRKİYE SOLU’NUN BİR ÇEŞİT YANLIŞ BATILILAŞMASI OLARAK TANIMLAMAK YANLIŞ OLMAZ, ZİRA KÜÇÜK DAHİ OLSA İSRAİL ‘’YANLISI’’ BİR KURUMSALLAŞMANIN ESAMESİNİN OKUNMADIĞI BİR ÜLKEDE ALAKASIZ BİR ŞEKİLDE ‘’İSRAİL’İ ELEŞTİRMEK ANTİSEMİTİZM DEĞİLDİR!’’ DEMEK BAŞKA BİR BİÇİMDE AÇIKLANAMAZ

Bir de şunu sormak gerekli: Türkiye’de kaç tane yazar veya siyasetçi İsrail’i eleştirmenin antisemit olduğunu söylemiş veya söylüyor ki sosyalist ve muhalif yazarlar ‘’Biliyorum İsrail’i eleştirdiğimiz için antisemit görüleceğiz’’ diye yazılarına başlamayı tercih ediyor? Anladık, sözüm ona dünyayı yöneten büyük İsrail lobisinin seni susturmasına karşı yiğit bir şekilde direnmek istiyorsun ama öyle bir lobi maalesef yok! Şayet bir kahramanlık hikâyesi yazmak istiyorsan Netanyahu’yu veya İsrail’i eleştiren bir yazı yazmak yerine kendi ülkenin başındaki siyasetçiler hakkında yazabilirsin. İsrail toplumunu gayet iyi bilen Yahudi ve Arap yazarlar zaten gerektiği kadar böyle yazılar yazıyor. Türkiye Amerika gibi İsrail eleştirilerinin nitelikli tepkilerle karşılaşabileceği bir ülke değil dolayısıyla Türkiye’de İsrail eleştirmek antisemit değildir diye bir çıkış yapmanın siyasi bir gerekliliği yok. Gerekliliği olmadığı gibi bu ifade Avrupa ve Amerika Solundan alıntılanmış tarihsellik gözetmeyen ve ülkelerin iç tartışmalarını görmeyen, eğreti bir ifadedir. Hatta bunu Türkiye Solu’nun bir çeşit yanlış batılılaşması olarak tanımlamak yanlış olmaz, zira küçük dahi olsa İsrail ‘’yanlısı’’ bir kurumsallaşmanın esamesinin okunmadığı bir ülkede alakasız bir şekilde ‘’İsrail’i eleştirmek antisemitizm değildir!’’ demek başka bir biçimde açıklanamaz.

Türkiye’de Yahudiler ve antisemitizme karşı mücadele vermeye çabalayanlar bugün Batı Şeria’da bıçaklanan Yahudi bir babadan bahsedecek olduğunda bile iki kere düşünüyorsa bu toplumda gerçekten konuşulabilir olan ve olmayan şey nedir?

Hayır, Türkiye’de İsrail eleştirisi konuşulamaz değildir. İsrail eleştirisi sağdan sola son derece geniş bir zeminde kendine alan bulan kelimenin tam anlamıyla ana akım ve sıradan bir eleştiridir. Türkiye’de konuşulamaz kılınmış bir şey varsa o da siyasal İslam’ın antisemitizme nasıl zemin hazırladığı ve popülizmi nasıl güçlendirdiğidir.

Meriç Aytekin

http://www.avlaremoz.com/2018/07/31/turkiye-solunun-israil-hakkinda-yazma-tutkusu-meric-aytekin/

 

  • “GENÇLERİMİZ İŞ/KARİYER NEDENLİ GÖÇ EDİYORLAR AMA NEREYE GİDERLERSE GİTSİNLER KENDİLERİNİ TÜRK HİSSEDİYORLAR. TÜRKİYE'DEKİ SEÇİMLERDE BULUNDUKLARI ÜLKELERDE OY KULLANMAK İSTİYORLAR. ARALARINDA EŞLERİYLE TÜRKÇE KONUŞUYORLAR, TÜRK YEMEKLERİ YİYORLAR. BULUNDUKLARI ÜLKELERDE TÜRK OLARAK KABUL EDİLİYORLAR AMA TORUNLARIMIZ İÇİN AYNI ŞEYİ SÖYLEYEBİLECEK MİYİZ?”

Biz bu topraklara aitiz. Bir kere dünyanın neresine gidersek gidelim Türk'üz yaşadığımız müddetçe ama yeni kuşaklarda öyle kalacak mı? Gençlerimiz iş/kariyer nedenli göç ediyorlar ama nereye giderlerse gitsinler kendilerini Türk hissediyorlar. Türkiye'deki seçimlerde bulundukları ülkelerde oy kullanmak istiyorlar. Aralarında eşleriyle Türkçe konuşuyorlar, Türk yemekleri yiyorlar. Bulundukları ülkelerde Türk olarak kabul ediliyorlar ama torunlarımız için aynı şeyi söyleyebilecek miyiz? Büyük ihtimalle söyleyemeyeceğiz. Göç etmek farklı bir şey.

Mesela size bir örnek vereyim, bizim bir hahambaşılığımız var. Lozan'da da bu yazıyor. Hahambaşılar tarih boyunca hep olmuş. Peki, hahambaşı ölünce ne oluyor? Bir kereye mahsus hahambaşı seçebilmek için Bakanlar Kurulu kararı alınıyor ve seçiliyor. Aynı şey Ermeni patriği için de söz konusu. Cumhuriyet döneminden sonra hahambaşı seçimine izin verilmedi mi? Verildi. Ancak Hahambaşı tek başına bir adam. Bütün Yahudi toplumunu, hastaneler; İzmir'de ve İstanbul'da, okullar; İstanbul'un belirli yerlerinde, İzmir'de ve Antep'te ya da başka yerlerde vesaire, sinagoglar, yardım derneklerini tek başına bir kişinin yönetmesi mümkün değil. Eskiden Hahamhane Nizamnamesine göre "meclisi cismani", "meclisi ruhani" ve "meclisi umumi" diye Yahudilerin oluşturduğu meclisler vardı ve bunlar yönetim organlarını belirliyorlardı, bu kanuniydi. Cumhuriyet'te böyle bir kanun yok, böyle meclisler de yok dolayısıyla. Tek başına bir hahambaşı tüm idareyi nasıl sağlayacak? Yani hahambaşılık yok, hahambaşı var. Aslında yok mu? Var ve bunu devlet de biliyor, aksi takdirde toplum bir tek hahambaşıyla yönetilemez ki. Bir hahambaşının muhasebesini de tutması, tamiratını yaptırması, başında durması söz konusu olmayacağından hahambaşına yardım eden seküler yani sivil, din adamı olmayan, gönüllü ve profesyonel yöneticiler de vardı. Bunlar hep hahambaşılık müessesesine giriyordu. Vakıflar bünyesinde oluyordu. Oysa etkin yönetim için bir genel merkez oluşması gerekiyordu. Dolayısıyla Yahudi cemaatinin merkez olarak kabul ettiği Hahamhane Vakfı adı altında hahambaşılık vardı. Ama sonra ne yaptı devlet? 1940'larda, 50'lerde önce İstanbul, sonra daralttı Beyoğlu Hahamhane vakfı olması gerekiyor denildi. Yani düşünün ki Türkiye'nin hahambaşısı olan zatın maaş aldığı vakıf, Beyoğlu ile sınırlandırılmış vaziyette. Beyoğlu'ndaki Yahudiler göç ederse otomatikman seçim yapamayacak ve bu vakıf ne olacak? Devletin olacak. Hahambaşılık ortadan kalkacak.

Moris Levi (Elif Selin Çalık Muhasiloviç)

https://www.aa.com.tr/tr/roportaj/uzerinde-yasadigimiz-topraklari-cok-kulturluluk-beslemistir/1220601

 

  • “MAALESEF, MÜSLÜMANLAR DA YAHUDİLERİN GÖÇÜNDEN SONRA AYNI ŞEKİLDE ENDÜLÜS'TEN GÖÇ ETMEK ZORUNDA KALIYOR.”

“Altın Çağ' olarak nitelendirilen yanı Tarık bin Ziyad sonrası İslamlaştırılan Cordoba bölgesinde, İbn Rüşd gibi birçok İslam aliminin yanı sıra Yahudi bilim adamı Maimonides gibi çok önemli bilim adamları yetişiyor. Kültürel anlamda büyük ve zengin bir mozaik var. Doğal olarak bu zenginliğin içinden çıkıp gelen ve Osmanlı topraklarına yerleşen Yahudiler o kültürel zenginliği de beraberlerinde getiriyorlar ve Osmanlı toplumuna büyük bir katkı sağlıyorlar.

Maalesef, Müslümanlar da Yahudilerin göçünden sonra aynı şekilde Endülüs'ten göç etmek zorunda kalıyor. Osmanlının Yahudilere hem güveni var. Ayrıca Yahudilerin mesleklerinde iyi olmaları da bu güvende büyük etmen. Sarayda hekimbaşılık yapan Josef Amon ile oğlu ve torununa kadar dört nesil doktorluk mesleğini gerçekleştiriyorlar. Hatta Josef Amon, Yavuz Sultan Selim ile Suriye, Filistin seferlerinde, dönerken yolda vefat ediyor. Sürekli bu hekimlilik ailede nesilden nesle devam ediyor. Sultan II. Bayezit zamanında ilk matbaa Yahudi Nahmias kardeşler tarafından kuruldu. Aynı şekilde ateşli silahların getirilmesi, ipek böcekçiliği, boyacılık, sarraf, ticaretin çeşitli alanlarda geliştirilmesi, dericilik, tekstil boyacılığı gibi birçok yeni sektör de Yahudilerle birlikte başlıyor.”

Nisya İşman Allovi (Gülsüm İncekaya)

https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/osmanli-bu-topraklarda-herkese-yasama-sansi-verdi/1220595

 

Netten okumalar

 

  • HOLLANDA'DA NAZİ İŞGALİ SIRASINDA 'KURTARILMAK İÇİN KAYBEDİLEN' YAHUDİ KIZIN HİKÂYESİ

https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-45056883

 

  • AZINLIK VAKIFLARI VE DİNİ LİDERLERİ NEDEN BİLDİRİ YAYINLADI? – CEREN SÖZERİ

https://www.evrensel.net/yazi/82002/azinlik-vakiflari-ve-dini-liderleri-neden-bildiri-yayinladi

 

  • VİDEONUN İSRAİL’DEKİ ANAOKULLARINDA TÜRK DÜŞMANLIĞI ÖĞRETİLDİĞİNİ GÖSTERDİĞİ İDDİASI

 

https://teyit.org/videonun-israildeki-anaokullarinda-turk-dusmanligi-ogretildigini-gosterdigi-iddiasi/

 

  • HİTLER'İ TUTUKLAMAK İSTEYEN SON KOMUTAN – SADIK GÜLEÇ

https://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2018/08/06/hitleri-tutuklamak-isteyen-son-komutan/

 

  • MEAM LOEZ

http://meamloez.net/

 

  • BERLİN'DE BİR İSRAİLLİNİN ANTİSEMİTİZM İLE MÜCADELESİ

https://www.youtube.com/watch?v=k_v6mwxdCh4

 

  • TARIMDA İSRAİL TOHUMU ŞEHİR EFSANESİ (1)/(2) – CEVDET AKÇAKOCA

http://www.ekohaber.com.tr/ekohaber-cevdet-akcakoca-31-07-2018-yazisi-yazi_id-30427.html

http://www.ekohaber.com.tr/ekohaber-cevdet-akcakoca-07-08-2018-yazisi-yazi_id-30463.html

 

Takılan tweetler

 

Ceng Sagnic‏ @cngsgnc 6 Agu

  • Daha fazla

Bir türlü anlamadılar: Nazi Almanyası dünya tarihinin en büyük soykırımını gerçekleştirdi. Bu böyle her kafanıza estiğinde argümanınızı güçlendirmek için verebileceğiniz bir örnek değil.

 

 

(((rivokkk)))‏ @Rivokhay 6 Agu

Daha fazla

Nedense telefon şirketleri isimlerimizi ısrarla doğru yazmaz biz de eğlencesine evde özellikle türk telekomun bize uygun gördüğü isimleri kullanırız:

Eti —-> etli hanım (bazen etli butlu hn deriz)

İzak—-> izale hanım (babam sinirliyken)

Riva (rifka)—-> rıfkı bey

Lara—> lala hn

 

ivo molinas‏ @basyazar 4 Ağu

Daha fazla

Alev Alatlı’ya göre proje Goyim.Yani Yahudiler yine iş başında!Allah akıl fikir versin.

 

 

Roman Medya‏ @RomanMedya 2 Ağu

Daha fazla

2 Ağustos 1944 tarihinde ise Auschwitz-Birkenau'da bulunan "Çingene Aile Kampı"ndaki yaklaşık 3000 kişi gaz odalarına gönderilerek katledildi. Bu nedenle 2 Ağustos günü Roman Soykırımını Anma Günü olarak belirlenmiştir.

 

WJC‏Onaylanmış hesap @WorldJewishCong 5 Ağu

Daha fazla

As the new weeks begins, start with a useful tip in Ladino, the beautiful language of Sephardic Jews. Shavua tov! More Ladino wisdom here: http://bit.ly/LadinoWisdom 

İngilizce dilinden Microsoft tarafından çevrildi

Yeni haftalar başladığında, sephardik Yahudilerin güzel dili olan Ladino 'da yararlı bir ipucu ile başlayın. Hayır, hayır. Daha Ladino bilgelik burada: http://bit.ly/LadinoWisdom 

 

 

Ali Tirali‏ @AliTirali 5 Ağu

Daha fazla

Ali Tirali Retweetledi: 24 TV

Türk televizyonlarında ırkçılığın en müptezel örneklerini bulabilirsiniz.

 

 

Murad Çobanoğlu‏ @muradcobanoglu 30 Tem

Daha fazla

Murad Çobanoğlu Retweetledi: Tuhaf Ama Gerçek

İngiltere’de dünyaya gelse değil #AmyWinehouse, attığı antisemit tweet sonrasında eski mesleği olan manikürcü bile olamazdı! Tuhaf ama gerçek!

 

 

Gargoyl Necati‏ @GargoylNecati 3 Ağu

Daha fazla

Eisenman'ın Berlin'deki Holokost Anıtı'nı görüp, "ölenler bunun içinde mi yatıyor" diyen üniversite öğrencisi var... Anıtın ne olduğu ilkokulda, lisede falan öğretilmez!! Hatta anıtın ne olduğu zaten öğretilmez; hayat, kültür vs. sana onu bildirir ve bilirsin...