Yahudi toplumu için Tanrı’nın tekrardan ona dönmemizi beklediği, tuttuğumuz oruç ve dile getirdiğimiz pişmanlıklarımızla Kipur adını verdiğimiz yılın en önemli gününü geride bırakmış bulunmaktayız. Kipur, hep beraber sinagoglarımızı doldurduğumuz, en dışarıda kalanlarımızın bile Şofar’ın diriltici sesini duymak için toplumla bütünleştiği ve biz olarak Tanrı’dan iyi bir yargı yazmasını dilediğimiz yegâne gündür. Bizler bir yandan Roş Aşana adını verdiğimiz yeni yıl ile başlayan ve Kipur orucu ile sona erecek vicdan muhasebemizi yaparken geleceğe yönelik korkularımızla da yüzleşiriz. Toplum olarak sayıca azalmaya devam ettiğimiz, ekonomik sıkıntılardan tutun da antisemitizmin her türlüsü ile sokakta, günlük hayatta mücadele ettiğimiz bu zor iklimde geleceğimizin bu topraklarda nasıl şekilleneceği şüphesiz her birimizin korkularından birini oluşturur.
λ Bizler bu ülkede doğup, büyüyen ve öldüğümüzde bu topraklardaki Yahudi mezarlıklarına gömülecek son kuşak mı olacağız?
λ Çocukluğumuzun geçtiği, Bar-Mitzva’mızı yaptığımız sinagog bir gün sayıca azalmanın sonucu olarak sadece bir kültürel miras olarak anılırsa neler hissederiz?
λ Çocuklarımıza Yahudi olarak yetişebilecekleri bir ortamı gelecekte ne kadar sağlayabileceğiz?
Aynı ülkeyi paylaştığın komşularının bir bölümlü her fırsatta seni istemediğini antisemit mesajlarla haykırırken hangi nedenlerle burada kalmaya devam edebiliyoruz?
Eminim yukarıda saydığım sorular ve benzerleri tıpkı benim gibi birçoğumuzun içini geleceğe dair kemirmektedir. Kimi araştırmacıların zaman zaman dile getirdikleri “2040 yılında toplum nüfusunun 5000 civarı” olması ihtimali bile tek başına bu korkuyu yaşamamız için yeterli değil mi?
Burada yaşamayı seçmiş olan bizler, birlik olup, korkularımızla kendi gerçeklerimizin ışığında yüzleşebilirsek eğer, atalarımızdan miras aldığımız “umut” bizleri gelecek için ayakta tutabilir. Toplum yöneticilerini bazı kararları yalnız alma sorumluluğuna itmeden evvel, sinagoglarımızı, toplum mekânlarımızı doldurabildiğimiz ve birbirimize destek olabildiğimiz sürece ortak zorluklarımızla o derece başarılı bir şekilde mücadele edebiliriz. Asıl dertlerimizin neler olduğu ve bunlarla nasıl mücadele etmeye çalıştığımızı bilmeden, bazılarımızın yaptığı gibi sadece eleştirmek ve o an egomuzu tatmin etmek için yönetimde kim olursa olsun muhalif olmak yerine, bir Sinagogumuzun, okulumuzun, vakıflarımızın nasıl ayakta durduğunu öğrenmeye gayret gösterebilirsek eğer işte o zaman toplumumuza ışık olabilir, eleştiriyi yapıcı hale getirebiliriz. Korkularımızı diri tutanlarla mücadele etmenin en kesin yolu her ne olursa olsun birlikteliğimizi bırakmamak ve tehditlere toplumca ses verebilmekle mümkün olabilir.
Korkma! Tanrı Avraam’a korkma der, ona yıldızları gösterir, Tanrı Yaakov’a korkma der, kendisine Mısır’a kadar eşlik edeceğine söz verir, Moşe Yeoşua’ya korkma der, ona liderliğini teslim eder, Yeşaya Peygamber Babil sürgünündeyken Yehudalar’a korkma der, onları Eretz- Israel’e dönüşün yollarını bulmaları için yüreklendirir… Kutsal kitabımız Tora’da bunun gibi birçok örnek bulabiliriz.
Eğer korku bizlere hâkim olursa yaşadığımız dünyanın olduğundan daha tehlikeli bir yer gibi gözükeceğinin farkında değil miyiz? Her yıl şofar çaldığında Tanrı bizden korkumuzu iyileştirici, onarıcı hareketlere döndürmemizi ister. Tarih boyunca Yahudiler her krizi atlatmış ve öncekilerden daha iyi bir şekilde hayata tutunmayı başarmışlardır. Zor zamanlar geleceğin mutluluk tohumlarını ekmenin zamanıdır. Korkmayalım, çünkü Tanrı bizimle. Peki, biz Tanrı ile miyiz?
↔↔↔
Bu makalenin yazılmasında Rav Naftali Haleva’ya katkıları için teşekkür ederim.