ABD Başkanı Donald Trump alışılagelmişin son derece dışında tarzıyla dünyayı ve algıları değiştirecek kararlara imza atmaya devam ediyor. Bir yandan Çin ile ticaret savaşını koyduğu yeni gümrük vergileriyle körüklerken, diğer yandan İsrail-Filistin meselesine oldukça yanlı aynı zamanda farklı yaklaşıyor.
ABD’nin Çin’e 200 milyar dolarlık ek gümrük vergisi koymasının sonuçlarını kestirmek oldukça zor. Ancak Çin’den ağırlıklı olarak ürün aldığı göz önünde tutulursa, herhangi bir ülkenin aynı ürünü Çin’in ürettiği miktarlarda hemen üretmeye başlayamayacağı da aşikâr. Alternatif imalatçı ülkeler ABD pazarına hızlı cevap verse bile bu sefer fiyatları kesinlikle Çinlilerin fiyatların üzerinde olacaktır. Burada sorun sadece işçilik maliyeti değil. Genelde göz ardı edilen bir diğer konu, otomasyon ve kalifiye eleman altyapısının Çin’de birçok ülkeden çok daha iyi olması. Bu da ABD iç pazarında o ürünün fiyatının artmasına sebep olacak.
Çin’de üretilen ürünlerin veya kabaca ABD’nin yüksek gümrük vergisi koyduğu Çin menşeili ürünlerin Trump’ın hayal ettiği gibi ülke içinden tedarik edilmesi ise sadece hayal olsa gerek. Kaldı ki şu anda bile ABD’de işsizlik oranı tarihi düşük seviyesinde. İstatistikler az da olsa hatalı olsa bile, işsiz olduğu halde iş aramayanlar istatistiklere katılmasa bile, konu atıl işgücünün ekonomide veya üretimde yer almayacağı aşikâr. Neticede çalışmak istemeyen adamı kimse zorla da olsa pek çalıştıramaz.
İşsizlik oranın çok düşük olmasına rağmen bu durumun ABD’deki maaşlar üzerinde pek bir etki göstermemesi ise enflasyon oluşturmak için uğraşan ABD için büyük bir sorun. Konan gümrük vergileri ister istemez fiyat artışları ve beraberinde enflasyonu getirecek. Orta vadede enflasyon yaratılmazsa, ABD merkez bankası FED’in faiz artışları meşruiyetini kaybedebilir.
Dünyanın en borçlu ülkesi ABD, enflasyona dünyadaki diğer ülkelerden çok daha fazla ihtiyaç duymakta. Referans para birimi olması avantajıyla ABD, FED’in ilan ettiği faiz oranlarının altında, yani bir başka deyişle enflasyon oranına çok yakın bir oranla borçlanabilmekte. Yaratılan enflasyon sayesinde ise, borç otomatik olarak erimekte.
Ancak Çin’le başlatılan ticari savaşın esas hedefi Çin’i ekonomik olarak zayıflatmak. Her savaşta olduğu gibi bu savaşta da her iki tarafta kaybedenler olacak. Öte yandan bu adımlar ekonomik olarak görünse de aslında siyasi. Çin’in ABD yanlısı politikalar izlemesi ve ABD dış politikasına destek vermesi halinde bu savaştan vazgeçilebilir bile. Ayrıca hatırlamak gerekir ki Çin’den ABD’ye veya dünyanın dört bir yanına ihraç edilen ürünlerin arasında hatırı sayılır oranda Amerikalı firmaların Çin’de yaptığı üretimler yer almakta.
Diğer bir konu olan İsrail - Filistin barış sürecinde ise 2000 yılından bu yana hiçbir gelişme kaydedilmedi. Sorunu pek derinlemesine bilmeyen George W. Bush ve konuya son derece kayıtsız kalan Barack Obama, barış sürecini öncelik listelerine sokmamışlardı. Özellikle Obama, genel olarak kameralara poz vererek ve gülücük dağıtarak ABD dış politikasını yürütmeye çalışmış ve gerek bu soruna gerekse Ortadoğu’nun geneline gerektiği gibi yaklaşmamıştı. Suriye’nin bugünkü durumda olmasında Obama’nın kabahati de yadsınamaz.
Başkan Trump ise sert üslubuna rağmen ABD’yi uluslararası arenada hak ettiği yere çıkarmaya başladı. Kuzey Kore konusunu çözmesi, İran’la zaten gerçekte uygulanmayan anlaşmayı çöpe atması, ABD büyükelçiliğini Yeruşalayim’e taşıması, Çin ile ticari savaştan kaçınmaması gözü kara olduğunu gösterdi.
URNWA’ya desteğini azaltması ayrıca Filistin Özerk Yönetimi’ne (FÖY) yardımı kesmesi de çok net bir duruşun göstergesi. Washington’daki FÖY temsilciliğinin de kapatılacak olması da bu listeye eklenebilir.
Einstein ne demiş? “Hep aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar elde etmeyi bekleyemezsiniz.” Trump’ın her şeyi doğru yaptığını kendisi bile söyleyemez. Ancak konulara seleflerinden çok daha farklı yaklaşarak, farklı sonuçlar bekleyebilir diyebiliriz.
Hatima tova.