D22’nin yeni oyunu ‘Hakikat, Elbet Bir Gün’

“Deli dediğin gerçeği çalınandır”

Erdoğan MİTRANİ Sanat
24 Ekim 2018 Çarşamba

Cevdet Kudret’in anısını yaşatmak amacıyla dönüşümlü olarak her yıl, şiir, roman, öykü, tiyatro, deneme-eleştiri-inceleme türlerinden birine verilen Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü, 2017’de tiyatroya verilmişti.

Seçkin Selvi, Dikmen Gürün, Merih Tangün, Kerem Karaboğa ve Yiğit Sertdemir’den oluşan seçici kurul, “Artık sıradanlaşmış gerçekleri sıra dışı bir gerçekçilikle ve sanatsal bir biçemde sunduğu” gerekçesiyle Berkay Ateş’in yazdığı ‘Hakikat, Elbet Bir Gün’ adlı oyunu, oy birliği ile ödüle değer bulmuştu.

Edebiyat dünyası, henüz otuz yaşındaki bu genç adamı yeni keşfederken, Emir ve Can ile birlikte D22’nin kurucularından Berkay’ın MGSÜ’de öğrenciyken yazdıklarından başka hepsi sahnelenmiş birbirinden güzel dört oyun (‘Yirmi Beş’, ‘Karabatak’, ‘Hak’, ‘Kuş Öpücüğü’) kaleme aldığını bilen tiyatroseverler, hak edilmiş bir ödülü nihayet aldığını düşünmüştü.

Yirmili yaşlarının başında, konservatuvar öğrencisiyken tanışan Can Kulan (d.1989), Emir Çubukçu (d.1988) ve Berkay Ateş (d.1987) bir sahne oluşturma, öncelikle ve temelde tiyatro yapma hayalleri ile on yıl önce bir araya geldiler. Mezun olduklarında Galata’daki Hamursuz Fırınını tiyatro haline getirdiler ve 2013’te sahnelenmeye başladığından itibaren bir tiyatro olayına dönüşen ‘Bent’ ile seyirci karşısına çıktılar. Seyirci koltukları D sırasının 21. koltuğunda bittiğinden “ulaşamadıkları ilk insanı” simgeleyen D22  adını alan topluluk, o günden beri de birbirinden etkileyici işlerle yenilikçi, çarpıcı tiyatro yaptı.

İşletmeyi ve sanatsal çalışmayı birlikte götürmekte zorlanan birçok topluluk gibi, bir süredir yerleşik mekânlarını bırakıp gezginci statüsüne geçmiş olsa da, D22 tiyatro tutkusunu heyecanla yaşamaya ve yaşatmaya devam ediyor.

Yeni sezona ‘Hakikat, Elbet Bir Gün’ gibi olağanüstü bir metinle giriyorlar. Tanıtımda bütün normallerin değiştiği, değerlerin alt üst olduğu ‘uzak’ bir ülkede, hepimizin cebinden çıkması muhtemel o son mektubun ‘uzak olmayan bir distopyada’ anlatıldığı belirtiliyor. Berkay Ateş, adaletsizliğin toplumda yarattığı korkuyu eleştiren, hak aramanın, hakikati aramanın sadece insanlar için değil, prenses balığından ay çiçeğine, kargalardan ayılara ve hatta karartılan güneşe, bütün doğa için önemini vurgulayan müthiş bir oyun yazmış. Baskı rejimlerindeki yasaklamaların en uç noktalarında nasıl absürdle flört ettiklerine değinen, çarpıcı bir traji-komik masal. Yama işi gibi kopuk kopuk epizotlarla başlayan oyunda, bölük pörçük gibi duran öykücükler giderek bir yapbozun parçaları gibi birleşiyor, bir bütünlüğe kavuşuyor (Dramaturg: Aslı Ceren Bozatlı).

Tabii ki sahnelenmek için yazılmış ama, ‘Hakikat, Elbet Bir Gün’ izledikçe okuma arzusu uyandıran, sadece düzyazı olarak değil, şiirselliğiyle de etkileyici, nefis bir edebi metin. Hem dinlemek hem seyretmek için birkaç kez izlenme arzusu uyandırıyor.

‘Hakikat, Elbet Bir Gün’ü önceden okumuş olsaydım, böylesine zorlu bir metnin sahneye bu derece rahatlıkla uyum sağlayacağını, öyküsünü asık suratlı bir ciddiyetle değil, uçuk kaçık bir yaklaşımla, şarkılarla, maskelerle anlatmayı yeğleyen sahnelemenin metne bu kadar cuk oturacağını hayal edemezdim. Yazar-yönetmen-oyuncu Berkay Ateş’in tiyatroya yaklaşım tarzını, metniyle nasıl bütünleştiğini bilen biri olarak bu başarıya, DOT ekolünden gelen Serkan Salihoğlu’nun etkileyici yönetmenliği kadar, Berkay’ın da büyük katkısı olduğu kanaatindeyim. 

Dekor ve ışık tasarımını Cem Yılmazer’in yaptığı mekân, oyun başlamadan önce bile bir yabancılaşma duygusu oluşturuyor: Sofitodan yerlere kadar uzanan, projeksiyonlarla renklenen fon perdesi dışında boş bir alan. İki yanda oyun boyunca kullanılacak sayısız aksesuarın doldurduğu iki depolama yeri.

Birer birer girdikleri sahnede, göz attıkları ‘son mektubu’ yere bırakıp seyircilerle beraber oturan beş kişi. Herhangi beş kişi değil, kimyaları benzersiz şekilde uyuşan, oyunculukları kadar güzel seslerle söyledikleri şarkıları da çok başarılı, solo ve koro bölümlerinde katiyen detone olmayan (Müzik: Erdem Doğan), danslardaki beraberlikleri hiç aksamayan (Hareket Düzeni: Gizem Erdem) bir rüya takımı onlar!

Can’ın işaretiyle sahneye koşan beşli, izleyiciyle anında kurulan interaktif iletişimi hiç koparmadan oyunun bütün kişilerini değişe değişe canlandırıyor. 105 dakika boyunca, maskeler, peruklar takılıp çıkarılarak (Maske Uygulama: İlayda Çeşmecioğlu), ayakkabılar, giysiler giyip soyunarak (Kostüm Tasarımı: Başak Özdoğan), konuşarak, şarkı söyleyerek, dans ederek, oyunu seyircinin de nefesini kesercesine soluk soluğa götürüyorlar.

On yıldır birlikte çalışmalarına, bütün oyunlarını beraber oluşturmalarına karşın, ‘Yirmi Beş’den beri ilk kez aynı sahneyi paylaşan Berkay Ateş, Emir Çubukçu, Can Kulan ve iki muhteşem kadın, fenomen oyunculuğuna son yıllarda başarılı dansçılığı da ekleyen Gizem Erdem ile ‘Sürpriz’den İstilaya uzanan etkileyici tiyatro yolculuğuna beklenmedik bir meddah da katmış olan Seda Türkmen sahnede harikalar yaratıyorlar. Berkay’ın duygu yüklü “prenses balığı” monoloğu, Can’ın postacısı, Emir’in kirli sakalına rağmen, taktığı peruk ve topuklularla değil, gözlerindeki hüzünle canlandırdığı o müthiş inandırıcı anne, Gizem’le Seda’nın çarpıcı anlatıları ve birlikte çıktıkları reklam arası gibi unutulması zor sayısız teatral anlar yaratarak…  

Çok iyi yazılmış, çok iyi yönetilmiş, çok iyi oynanmış bir oyun. 30 Ekim Zorlu PSM Studio’da, 13 Kasım Baba Sahne’de ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde. İzmirli seyirciler için 24 Ekim ve 21 Kasım Toy İzmir’de olacak. Sakın kaçırmayın.

 

 

Ezop Sahne’nin yeni oyunu ‘Efsane Kadın’

‘Alternatif’ adıyla anılsalar da, günümüzde tiyatronun hasını yapan toplulukların öncüsü, 1991’de kurulan Kumpanya Tiyatrosu’dur. Farklı bir mekânda, Tarlabaşı’nda, İstanbul Sanat Merkezi adıyla hizmet veren eski manastırın bir salonunda yapılmakta olan farklı bir işi merak ederek gittiğimiz ‘Fayton Soruşturması’, çağının çok ötesinde bir oyun olarak, hem eşimle beni, hem de orada karşılaştığımız Yavuzer Çetinkaya’yı büyülemişti.

Güneş Tanrısı Helios ile ölümlü Klymene’nin oğlu Phaethon (Fayton)’un efsanesinin ‘demokrasinin gerçekleşebilirliğini’ sorgulayan mitolojik bir polisiye olarak yorumlandığı oyunda, tarihte kişiliklerin değil, tarihsel rollerin ve toplumsal dinamiklerin önemli ve belirleyici olduğu düşünülerek, İstanbul Üniversitesi bahçesinde açlık grevi yapmakta olan Fayton dışında her oyun kişisi, aynı gösteri içinde farklı oyuncular tarafından farklı biçimlerde yorumlanıyordu.

Oyun arası bittiğinde bizi tekrar salona davet eden gencecik kıza, oyuncuyu kendisiyle mücadele etmek zorunda bırakan nefes kesici oyun alanını kimin tasarladığını sorduğumuzda, biraz utanarak “ben” demişti.

Kerem Kurdoğlu ve Naz Erayda tarafından kurulan Kumpanya Tiyatrosu ve kurucularından Naz ile biz böyle tanıştık. 

Sonrası Kerem ve Naz ile günümüze kadar devam eden bir sevgi ve dostluk öyküsü. İstanbul Sanat Merkezinin 2006’da kapanmasına kadar Kerem ve Naz’ın yazdığı ya da yönettiği bütün oyunların prömiyerinde onlarla beraberdik. Kerem’in 16. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali için, Kafka’nın ‘Dava’ romanından uyarladığı, kendisine 2009 Tiyatro Tiyatro Dergisi Yılın Oyun Yazarı Ödülünü getiren, sahne tasarımını Naz’ın üstlendiği İstanbul’da Bir Dava müzikalinin prömiyerinde de tabii ki… Aradan yıllar geçti. Kerem’le Naz şimdi evliler. Türkiye’nin ilk 3D animatörlerinden Kerem post prodüksiyon işine devam ediyor. Naz tiyatro ve sinemamızın bol ödüllü sanat yönetmeni olarak ün yaptı. İkisi de Bilgi Üniversitesinde eğitmenlik yapıyor.

Uzun bir aradan sonra Naz Erayda, yeniden bir oyun sahnelediğinde tabii ki orada olmamız gerekiyordu ama ‘Efsane Kadın’ın ilk temsili Alanya’da olduğundan ancak İstanbul prömiyerine gidebildik.

Konseptini ve yönetmenliğini Erayda’nın üstlendiği ‘Efsane Kadın’, Ali Kemal Güven’in yazdığı tek kişilik bir müzikli komedi. Yapısal olarak ‘One Woman Show’ tarzında bir ‘stand-up’ gösterisi. Popüler kültürden beslenen, arada iki popüler ikona, Türkan Şoray ile Zeki Müren’e birer saygı duruşu da içeren sımsıcak bir güldürü. Derya Alabora’nın hiç aksatmadan 1,5 saat boyunca, sahne hakimiyeti kadar kusursuz bir sesle söylediği nefis şarkılarla götürdüğü üst düzey bir performans.

‘Efsane Kadın’ı keyifli bir stand-up’dan etkileyici bir teatral performansa çeviren Naz’ın konsepti ve sahnelemesi. Montaj ve post prodüksiyonu Kerem Kurdoğlu’ya ait olan, oğlu Can Yücel’in çektiği ve oyun boyunca Derya’ya eşlik eden film, animasyonları, müzisyenleri, Derya Alabora’nın da aralarında olduğu geniş oyuncu kadrosuyla oyuna müthiş bir boyut katıyor. Cansu Tabak ve Ubeyd Bayraktar’ın kostüm ve kraliçe II. Elisabeth’i hasetinden çatlatacak şapkaları müthiş.

İddiasızlığıyla iddialı, çok iyi yönetilmiş çok iyi oynanmış bir eğlencelik. İzleyince böyle keyifli bir rahatlamaya ne kadar da çok ihtiyacımız olduğunu anlıyoruz. Derya bu oyunla Türkiye’yi geziyor. İnternette izlerken benim başım döndü. Sizlere kolay gelsin. İyi seyirler.

 

 

 

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün