Absürd Kara Komedi

Mahmut Fazıl Coşkun politik konulu ‘Anons’ta ülkemizde az denenen bir türde başarıyı yakalıyor

Viktor APALAÇİ Sanat
31 Ekim 2018 Çarşamba

Senaryosunu ağabeyi Ahmet Hakan’dan dinlediği bir hikaye üzerine, Ercan Kesal’ın işbiriğiyle yazan M.F. Coşkun, Talat Aydemir’in 1963’teki kalkışmasını akla getiren bir öykü anlatıyor. Sıkışmış, huzursuz ve tekinsiz bir dönem atmosferi ve klostrofobik bir dünya yansıtmadaki başarısı takdire şayan. Meksika Antropoloji Müzesi soygununu anlatan ‘Müze’, İsrail film ‘Anaokulu Öğretmeni’nin yeniden çevrimi, haftanın izlenmeyi hak eden diğer iki filmi.

‘Anons’un senaryosunu ağabeyi Ahmet Hakan’dan dinlediği bir hikaye üzerine, Ercan Kesal’ın işbirliği ile yazan Mahmut Fazıl Coşkun, sinemamızda ender işlenen kara komedi türünün ilginç bir örneğine imzasını atıyor.

27 Mayıs 1960 Askeri Müdahalesinden sonra, Talat Aydemir’in 22 Şubat 1962’deki darbe girişimi, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin başarısızlıkla sonuçlanmış ilk müdahale olarak tarihe geçmişti. Darbe bastırılmış, Aydemir emekliye sevk edilmişti.

21 Mayıs 1963’teki 2. Darbe kalkışması Talat Aydemir ile Fethi Gürcan’ın hayatına mal olmuştu. Bu tarihi olayın İstanbul ayağını anlatan ‘Anons’, evvelce ordudan tasfiye edilmiş dört askerin İstanbul Radyosunu ele geçirme öyküsüne odaklanıyor.

Yağmurlu bir gece bu dört askerin üniformalarını giyerek Harbiye’deki Radyoevini basmalarıyla başlıyor film. O gece Ankara’da başlayarak askeri darbenin İstanbul ayağında, çok önemli bir görevi üstlendiklerinden emin gözüken Albay Reha, Binbaşı Rıfat ve Kemal, Teğmen Şinasi büyük bir gizlilik içinde ulaştıkları Radyoevi’nde, hazırladıkları darbe bildirisini anons edecekledir.

Halkın desteğini bu anonsla alacaklarından emin olan askerler çeşitli engellerle karşılaşırlar. Yayın odasında görevli teknisyenin Radyoevi’nde olmayışı, müdürün de bu konuda yardımcı olamaması üzerine, dört asker anons teşebbüsünün hayata geçirilemeyeceğini öğrenirler.

Aranan teknisyen evinde bulunamayınca, part-time dublaj işi yaptığı stüdyoya gidilir. Her şeyin planlama, birkaç tankın caddelere çıkması ve askeri güçle çözülebileceğine inanan dört asker, kendilerini başkalarının adına karar verebilecek konumda hissetmişlerdir.

Fil, Radyoevi’nin ele geçirilmesinin bir ihtilalin başarılı olmasına yettiği gibi o dönem revaçta olan bir düşüncenin iflasını anlatıyor.

‘Uzak İhtimal’ ve ‘Yozgat Blues’ gibi iki kaliteli ilminden tanıdığımız Mahmut Fazıl Coşkun (35), ‘Anons’ ile bu yıl Venedik Film Festivali’nin Orizzonti Bölümü’nde Özel Jüri Ödülü kazandı.

Bulgar Krum Rodriguez’in sabit kamerayla çekilmiş, gri tonların ağırlıkta olduğu siyah-beyaz görüntüleri, yapım tasarımında Laszlo Rajk’in ustalıklı çalışması, Mahmut Fazıl Coşkun’un mizanseninde dönem atmosferini yansıtmadaki başarısı, iyi bir senaryo yazarı olduğunu kanıtlamış Ercan Kesal’ın işbirliğiyle kaleme aldığı hınzır senaryo, mesafeli, soğuk performanslarıyla öne çıkan dört erkek oyuncunun mizansene katkısı, ‘Anons’u izlenmeyi hak eden bir film yapıyor.

Mahmut Fazıl Coşkun’un bu politik konulu filminde, sıkışmış, huzursuz ve tekinsiz bir dönem atmosferi ve klostrofobik bir dünya yaratmadaki başarısı, ‘Anons’u etkileyici bir kara mizah örneği yapıyor.

Geçen yılın absürd komedisi, Tolga Karaçelik’in ‘Kelebekler’i Sundance Bağımsız Film Festivali’ndeki Jüri Büyük Ödülü’nden sonra, çeşitli festivallerde aldığı ödüllerle sinemalarımızda bir yıldır vizyonda kalmayı başardı.

‘Anons’un bu yıl aynı başarıyı yakalamışı ümit ederken, ‘Müslüm’ filmini çok beğendiğimi ve gişe şampiyonluğuna ulaşacağını tahmin ediyorum.

 

TARİHİN EN BÜYÜK “MÜZE” SOYGUNU

Mexico City doğumlu genç yönetmen Alonso Ruiz Palacios (40) bu yıl Berlin Film Festivali’nde ‘Müze / Museo’ ile En İyi Senaryo Gümüş Ayı Ödülü’nü kazandı.

Aralık 1985’te hırsızların Meksika Antropoloi Müzesi’ne girip ülkenin en değerli hazinelerini çalmalarını tarihin en büyük müze soygunlarından biriydi. Ruiz Palacios bu soygunu dönemin toplumsal hayatından başarılı bir kesit eşliğinde sinemaya taşıdı.

Mahalli rengi yansıtmadaki ustalığıyla, hayatta bir baltaya sap olamamış iki gencin bilinçsizce yaptıkları bu soygunda bir neticeye ulaşamamamın düş kırıklığını aktarmadaki başarısıyla, Meksikalı yazar – yönetmen tam not alıyor.

Meksika’daki bu şöhretli soygunu içerden bir bakış açısıyla anlatan film, cahil iki soyguncunun açmazını, çıkışsızlığını aktarmada çok başarılı.

Juan (Gael Garcia Bernal) ve Benjamin (Leonardo Ortizgria) 30’lu yaşlarına ayak basmış olmalarına rağmen ne müzmin öğrencisi oldukları veteriner okulunu bitirebilmiş ne de aile evlerinden ayrılıp kendi ayakları üzerinde durabilmiştir.

Hayatla ilgili hiçbir endişe taşımadan, günlerini Mexico City’nin bir banliyösünde tatlı bir rehavet içinde geçiren iki genç, bir Noel gecesi hayatlarını değiştirme vaktinin geldiğini farkeder, Juan kısa bir müddet için çalıştığı Antropoloji Müzesi’nde bir soygun için arkadaşı Benjamin’i ikna eder.

Müzenin iyi korunmasından ve Juan’ın müzeyi iyi tanımasının verdiği avantajdan yararlanıp çok değerli parçaları çalarak arabalarıyla yola koyulurlar.

Amaçları turist rehberi bir arkadaşlarının aracılığı ile, çalıntı eserleri sanat simsarlarına ve koleksiyonculara satmak. Pratikte bu naif beklentilerinin karşılığı olmadığını öğrenirler.

2008’de ilk filmi ‘Cafe Paradiso’ ile ünlenen Ruiz Palacios, 2015’teki “Guertas” ile film festivallerinde ödüle boğuldu. ‘Müze’nin başrolünde izlediğimiz, sık sık karşımıza çıkan, Meksika’nın en ünlü oyuncusu Gael Garcia Bernal, aynı zamanda filmin yürütücü yapımcılarından.

 

İSRAİL FİLMİNİN REMAKE’İ

Yine hem başrolü hem yapımcılığı üstlenen Maggie Gyllenhaal ‘Anaokulu Öğretmeni / The Kindergarten Teacher’da mutsuz ve tatminsiz bir kadını canlandırıyor. Gael Garcia Bernal’i de yan rollerin birinde izlediğimiz filmin senarist – yönetmeni Sara Colangelo. ‘Küçük Kazalar / Little Accidents’ (2010) ile tanınan New York’lu kadın yönetmen bu 5. Uzun metrajlı filmde, hayatta ideallerine ulaşamamış orta yaş bir kadının iç dünyasını, mutluluk arayışını duygusal bir dille anlatıyor.

İki çocuk annesi Lisa (Maggie Gyllenhaal) New York’ta yaşayan bir anaokul öğretmenidir. İşinden ve aile yaşamından bulduğu boş vakitlerde şiir yazan Lisa, hayatının hiçbir alanında tamamen mutlu ve başarılı değildir.

Bir gün beş yaşındaki talebesi Jimmy’nin şiir yazmakta çok yetenekli olduğunu fark eder. Bu yeteneğini dikkate almak konusunda, karısından ayrı yaşayan Jimmy’nin babasını ikna edemese de, Lisa çocuğa yardım etmek için elinden geleni yapar.

Edebiyat hocası Simon’un (Gael Garcia Bernal) yönetimindeki bir şiir seminerinde, öğrencisi Jimmy’nin şiirini kendisininmiş gibi okur. Bu affedilmez hata neticesinde Simon tarafından şiir seanslarından kovulur.

Lisa’nın talebesine karşı saplantılı ilgisi Jimmy’nin babasını tedirgin eder, oğlunun okulunu değiştirir. Lisa’nın daha önce şiir seminerinde ve özel hayatında görmediği derece ilgi ve övgüyü çalıntı bir şiirle yakalaması psikolojisini bozar.

Çılgınca bir fikre kapılan öğretmen, eski öğrencisini yeni okulundan kaçırıp arabasıyla bir plaja götürür. Nerede durması gerektiğini bilmeyince, bu takıntısı çok pahalıya mal olacaktır.

İsrailli Nadiv Lapid’in senaryosunu yazıp yönettiği 2014 tarihli, aynı ismi taşıyan filmin bir remake’inde, İsrailli aktris Sarit Larry’nin öğretmen rolünü Maggie Gyllenhaal üstleniyor.

Bu içine kapanık, sorunlu karakter ne yapıyorsa kendini tatmin etmek için yapıyor. Görünürde yetenekli üstün zeka bir çocuğa yardım eli uzatma gibi gözüken ilgi, Lisa’nın sahip olmadığı bir hasleti kendine mal etmesiyle ilgili.

20 yılını öğretmenliğe adamış, yuva kurmuş, sevecen iki çocuğu ve anlayışlı kocasına rağmen, zengin ve mutsuz kadın rolünde Gyllenhaal, karakterinin psikolojik ve duygusal çıkmazlarını çarpıcı bir derinlikte perdeye aktarıyor. Psikolojik gerilimi sürekli anlatan filmi Gyllenhaal’ın sözleriyle içinde bulunduğu kültürün sonunda çıldırttığı bir kadını anlatıyor.

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün