Rafi Kohen: Fikir beyan etmek, öğrenmek, büyümek ve gelişmek durumundaydım

UÖML’de okurken yaptığı stajlar sonucunda, çalışma alanına biyomedikal veya biyolojik olarak karar veren Rafi Kohen, giriştiği Amerika macerasını ve geçirdiği bir rahatsızlık sonucu yöneldiği nörobilim alanını bizlerle paylaştı.

Dora NİYEGO Toplum
28 Kasım 2018 Çarşamba

Amerika yolculuğunun öncesindeki Rafi’yi tanıyalım?

Evliliklerinden tam yedi yıl sonra, bir mucize eseri, 18 Şubat 1992’de Lüset ve Nisim Kohen ailesine katıldım. Tek çocuk olmanın getirdiği şımarıklık, paylaşamama gibi özellikleri, erken yaşta başladığım ve birçok yazı geçirdiğim Burgazada Tatil Evinde yendim.

Altı yaşında Ulus Özel Musevi Okullarıyla tanıştım. Başarı bursu ve cemaatin yardımıyla tam sekiz yılımı geçirdim. Fiziksel ve manevi anlamda burada büyüdüm, değiştim ve geliştim diyebiliriz.

Sekizinci sınıfta, dershaneler ve özel derslerle dolu yoğun bir yılın ardından, her öğretmenin bende gördüğü ışık ve potansiyeli iki saatlik bir testin sonucunda, stresli ve endişeli yapım nedeniyle, bir zamanlar bilgisayarımın ekran görüntüsü yaptığım Robert Kolej’e girememiştim.

Benim düşük bulduğum YGS puanı, UÖML’de başarı bursumun devam etmesine yeterliyken, ortaokuldaki yüksek İngilizce not ortalamam da hazırlığı atlamaya yeterli kılıyordu.

Zaman içinde, belki de UOML’yi diğer okullardan ayıran ailevi             kültürünün etkisiyle sınıfın bütününe dahil oldum. Bu sosyal hedef de tamamlandığına göre, hedefi daha yükseklere taşımanın zamanı gelmişti. Fen-Matematik alanını seçmekle, hangi derslere daha fazla ilgi duyduğumu, hangi yönlerde daha başarılı olabileceğimi keşfetmeye başladım.

Üniversitede yönelmek istediğin alanı nasıl keşfettin?

Biyoloji, neredeyse tüm Fizik-Matematik öğrencileri tarafından sevilmeyen, sıkıntılı bir ders olarak görülse de, ben hep daha fazla soru soran, dersin uzamasına yol açan öğrencilerden biri oldum. Yaz aylarında okuldaki bilgisayar programcılığı stajım bitince, bu alana ilgimin olmadığını anladım ve kendi imkânlarımla Amerikan Hastanesinin Genetik ve Genomik Bilimler Merkezinde bir staj ayarlayabildim. Bana söylenilen her kelimenin, gösterilen her tekniğin büyüsü altında kaldım uzun bir süre. Çalışma alanım biyolojik veya biyomedikal bilimler üzerine olmalıydı. Bu nedenle gözlerimi Amerika’ya çevirmeye karar verdim.

O zamanlar UÖML’de Amerika’da okumak için geçerli olan sınavların hiçbirine hazırlık imkânı yoktu. Kendi imkânlarımla ve etrafımdakilerin cömertliğiyle İngilizcemi geliştirmek için özel ders alırken, aynı zamanda İngilizce dil yeterlilik testi olan TOEFL ve Amerikan üniversitelere başvuru için gerekli olan SAT sınavlarına çalışmam gerekiyordu. Bu arada, okul derslerine çalışmam ve ÖSS için de hazırlanmam lazımdı. Amerika’da okuyabilmem için ise yüzde 100 burs almam gerekiyordu.

Amerika’da ilk otuza yerleştirilen on iki okula başvurdum. Zira eğer Atlantik Okyanusunu aşıp, bunca yol, çaba, zaman ve masraf edip, on sekiz yaşımda evimi, ailemi ve arkadaşlarımı geride bırakıp Amerika kıtasına ayak basacaksam, sonuç bunlara değmeliydi. Bu okulların birçoğu İstanbul’da yaşayan mezunları tarafından düzenlenen mülakatlara katılmamı kabul etti. Sonuç olarak, sadece biri yüzde 100 bursla beni kabul etti.

Nörobilim nedir, hangi konuları inceler?

İkisinin de Türkçe tercümesi ‘sinir bilimleri’ olan, ama tıp alanındaki nöroloji ile karıştırılmaması gereken, neuroscience, aslında temelinde aynı şeyi araştırır ve inceler: sinir hücrelerini.

Neuroscience sinir bilimlerinin her boyutunu kapsayan, çok disiplinli bir alan. Sinir hücrelerinin işleyişini araştırmak demek; moleküler veya mikroskobik boyutta hücrelerin neler yaptığını öğrenmek anlamına gelebilse de, sistemsel veya mikroskobik boyutta çeşitli beyin alanlarının hangi duygu, düşünce, karar verme, öğrenme, hareket etme, var olma gibi kompleks kavramları yönettiğini çözmeye çalışmak da demek aynı zamanda.

 

Bursla Amerika’da okudun ve şimdi doktoranı yapıyorsun. Nerede ve ne üzerinde okudun? Artıları ve eksileri ile okul hayatını ve sosyal yaşantını anlatır mısın?

Boston’da Brandeis University’de lisans eğitimime başladım. Bu üniversite, kuruluş zamanının aksine, uzun zamandır laik, seküler, liberal bir kültür benimsiyor. Her yıl yaklaşık 900 öğrenci kabul eden okul, diğerlerine göre daha küçük. Bu, her sınıfı daha samimi, her öğretmeni daha kolay erişilebilir kılıyordu.

Dil karması çok zorluk yaratmasa da, kültür şoku yaşıyordum. Onca kitap, dizi, film izlemiş olsam, İngilizcemi bu şekilde ilerletmiş olsam da, Amerikalılarla etkileşim kurmak, arkadaşlık etmek, derin diyalog içerisine girmek, dil testlerini geçmiş olmakla olmuyordu.

İstanbul Yahudi Toplumu ve UÖML derken, aslında ne kadar küçük bir çevrede büyümüş olduğumu ilk kez Boston’da keşfettim. Burada sadece Amerikalılar değil, farklı etnik, sosyoekonomik, din, dil ve ırktan insanla aynı ortamda var olmak, fikir beyan etmek, öğrenmek, öğretmek, büyümek ve gelişmek durumundaydım.

Amerikan sistemine göre, ikinci yılın sonuna kadar bir bölüm kararı vermem gerekmiyordu. Amaç, gerekli dersleri alırken, aynı zamanda başka ilgi alanlarını keşfetmek için, birçok derse yazılmak, neyi sevip sevmediğini ölçerken kendini tanımaktı. İlk dönemden itibaren, daha önce tek kelimesini bilmediğim Fransızca, ekonomi ve iktisat dersleri ve temel tiyatro eğitimi aldım.

Nörobilim (neuroscience) okumaya nasıl karar verdin?

Yaz tatillerimde sadece birinci yılın sonunda İstanbul’a geldim ve Acıbadem Hastanesinin Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarında staja başladım. Bu arada hayatımın gidişatını değiştiren bir zorlukla karşılaştım. Doktorlar, sol kulağımda, ani, nedeni bilinmeyen, sensorinoral işitme kaybı görmüşlerdi. Sensorinoral da neydi? Bu bilgiyi, hiçbir doktorun, hastanın anlayabileceği bir dilde ve sadelikte anlatamayışı beni sinirbilimleri alanına itti. Sonbaharda Brandeis’a döndüm. Döner dönmez de matematik ana dalımı bir yana bırakıp, sinirbilimleri dersleri almaya başladım.

Dört yılın sonunda yüksek başarı derecesi ile Brandeis’tan Biyoloji ve Sinir Bilimleri çift ana dalından mezun olurken, doktora derecesini elde edebilmek için başvurduğum ve kabul edildiğim üç okul arasından University of Michigan’ı seçtim.

Neleri araştırıyorsunuz? Bugüne kadar yapılan buluşlar neler?

Laboratuvarımın büyük kapsamda araştırma alanı, trafik kazalarında gerçekleşen omuriliği zedelenmesinden sonra meydana gelen paralizi anlayabilmek ve tedavi edebilmek. Bu alandaki araştırmaların birçoğu sinir hücrelerini uzun mesafeler boyunca büyütebilmeye odaklanmış durumda. Birçok farklı yaklaşım kullanıldı bunun gerçekleştirilebilmesi için. En kolay yol, kullandığımız fare ve sıçanların genetik altyapılarını değiştirmek.

Laboratuvarda bulmaya çalıştığım, sinir hücrelerinin büyümesini engellemekte bulunan Nogo adında bir proteinin işlevleri. Bu proteinin hangi moleküllerle etkileşimde bulunduğunu, tüm engelleyici sinyallerini nasıl verdiğini ve etkisiz hale getirildiğinde hücre içerisinde nelerin gerçekleyebileceğini anlamaya çalışıyorum son beş yıldır.

 

Doktoranı bitirdikten sonra ne yapmayı düşünüyorsun?

Açıkçası henüz buna daha karar vermiş değilim. Nasıl olsa daha 1,5-2 senem daha var. Büyük ihtimalle bir ilaç ve biyoteknoloji şirketinde veya tıp sektöründe proje yönetimi pozisyonunda bulunmaya çalışacağım. Ne yapmayı istediğimizi bulmanın yanı sıra, ne yapmamak istediğimizi anlayabilmek de büyük bir enginlik. Bu yüzden akademisyen olmamaya kesinlikle karar vermem, gelecek planlarımı bilinçli bir şekilde belirlememde yardımcı olacaktır.

ABD’de okumayı düşünen gençlere tavsiyelerin nelerdir?

Öncelikle, hangi ülkede, hangi üniversitede, neyi ne için okumayı istediğinize karar verin derim. Dizilerde, filmlerde görülen ‘American Dream’ gerçek hayatta, üniversite öğrencilerine gümüş tabaklar üzerinde sunulmuyor maalesef. Fakat azmi, motivasyonu ve arzusu olan, öğrenmeye, yenilenmeye, değişmeye gerçekten istekli öğrenciler için son derece kıymetli. Eğer böyle bir yolculuğa hazır değilseniz, başlamasanız daha iyi olur bence.

Eğer, bütün bunları göze alıp Amerika’ya okumaya geldiyseniz, her şeyi denemenizi tavsiye ederim. Okuduğunuz üniversitede muhakkak kendi kültürümüze yakın birçok kişi olacaktır. Ama eğer sırf bu gruplar içinde hapsedilirseniz, hiçbir devinim gösteremezsiniz. O yüzden, çeşitli geçmiş ve kültürlerden insanlarla arkadaşlık edinmenizi öneririm.

Akademik alana gelince, öncelikle Türk eğitim sisteminde başarılı olduysanız, kendi akademik ve entelektüel birikiminize ve yeteneklerinize inanın, başaramama ihtimalinin korkunç getirilerini endişe etmeyin. Türkiye’de revaçta olan doktorluk, mühendislik, avukatlık gibi mesleklerden arınıp, açık fikirlilik gösterip, her alandan olabildiğince – yani asıl hedefinizden şaşmadan – ders alın. Tabii bunca akademik baskının altında ezilip sosyal hayatınıza yeterli önemi vermeyi, dengeli bir hayat çizgisi yakalamaya çalışmayı unutmayın.

Kısacası, getirdiği zorluklara rağmen, eğitim, öğretim ve kişisel benlik geliştirme açısından en formatif olan 18-22 yaş aralığını Amerika’da geçirmenizi gözüm kapalı öneririm.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün