Arthur Ashe

US Open Merkez Kortuna adı verilen, dünyanın bir numarası olabilmiş tek siyahi tenisçi Arthur Ashe, kısacık yaşamına sayısız başarı sığdırdı.

Mete YAYLALI Spor
18 Aralık 2018 Salı

"Gerçek kahramanlık ölçülü olmalıdır. Bedeli ne olursa olsun başkalarının kaybetmesi değil, bedeli ne olursa olsun başkalarına hizmet etmeyi gerektirir."

 

1955 yılı haziran ayının son günleri, Turkey Thicket Park halka açık kortlar, Kuzeydoğu Washington, siyah sporcuların tenis federasyonu ATA (American Tennis Association) turnuvası...

15 yaşında genç bir sporcu, Doris Cammack, henüz altı yıl önce dünya tenisine siyah rengiyle damga vuran Althea Gibson gibi olma hayalleri kuruyor ve o gün her günden daha fazla istekli. Washington turnuvasından çıkacak bir zafer Doris'in hayallerini gerçekleştirme yolunda çok önemli bir adım olacak. Fakat katılım listesinde beklenmedik bir sorun var. Tek sayıda kız oyuncu turnuvaya başvurmuş ve sıralamaya göre de kendisinin oynayacağı bir rakibi yok. Yine de bir çözüm var. ATA kurallarına göre erkekler fikstüründe benzer durumdaki bir sporcuyla açılış turunu oynayacak. Biraz hayal kırıklığı olsa Doris çaresiz kabul eder fakat rakibini görünce ilk tepkisi "Ben bu maçı oynamam" olacaktır. Çünkü karşısında 11 yaşında, 1.40 m boyunda en fazla 30 kilo, bilekleri raketin sapı kadar ya var ya yok çelimsiz bir çocuk vardır. Fakat maça çıkmamak bu çocuğun duygularını incitecektir. Doris de biraz acıma duygusuyla maçı kabul eder. Gel gör ki kortta fiziğinden beklenmeyecek kadar güçlü vuruşları olan, müthiş hızlı bir sporcu bulur. Birkaç oyun kaybıyla bu çelimsiz çocuk bir saatten daha az bir zamanda iki sette maçı kazanır. Doris, maçın başındaki özgüveni kaybolmuş fakat bir taraftan da hayranlıkla rakibin elini sıkmak için fileye gelir. Birkaç hafta sonra da korttaki zafer hayallerine ve ATA kariyerine veda edecektir. Yine de yıllar boyunca bu çocuğun dünya tenisinde zirveye çıktıktan sonra 49 yaşındaki trajik sonunu da gözyaşlarıyla izleyecektir.

 

Erken sona eren yaşam

Küçük Art ise ailesinden gördüğü şekilde, zaferi ve yenilgiyi aynı kibarlıkla kabul edecek, 11 yaşındaki o galibiyetinde nasılsa, son günlerinde bile inandığı değerlerin peşinden inatla koşacaktır.

Doris'in o maç öncesindeki küçük görmesinden yaklaşık 40 yıl, tenis kariyerine son vermesinden on yıl sonra Arthur Ashe, Beyaz Saray önünde Başkan George H.W. Bush'un siyahlara olan politikasını protesto için toplanmış bir grubun ortasındadır. Yirmi yıllık dostu isteyince akan sular durmuş, ağırlaşan hastalığına ve doktorların uyarısına rağmen dostunu kırmayıp gitmiştir. Gruptaki tek spor efsanesidir ve o gün gözaltına alınan yüzlerce kişiden biridir. Ne yazık ki son safhadaki hastalığını kırılma noktasına getiren de bu kararı olacaktır. Gözaltına alındığı günün ertesinde New York'taki evine döndüğünde şiddetli bir kalp krizi geçirir ve beş ay sonra 1993 yılında 49 yaşında zatürreden bu dünyaya veda eder. 1979 ve 1983 yıllarında iki kalp ameliyatı geçirmiş ve sonuncusunda kan nakli sırasında AIDS virüsü kapmıştır.

Arthur Ashe hakkında kitaplar yazılmış, zaferleri ve dünya tenis tarihindeki yeri üzerine makaleler yayınlanmıştır. 1968 US Open ve 1975 Wimbledon kazanan ilk ve bugüne kadar da tek siyah erkek sporcudur.

 

Yasaklarla geçen çocukluk

Arthur Robert Ashe Jr, 10 Temmuz 1943 tarihinde öğle saatlerinde Virginia eyaleti Richmond şehrinde siyahlara ait St. Phillip Hastanesinde dünyaya geldi. Babası Arthur Robert Ashe Sr, annesi Mattie Cordell Cunningham Ashe. Her ikisi de Afrika doğumlu köle soyundan geliyordu. Arthur Ashe Jr doğduğu zaman ‘zenci’ olarak sınıflandırıldı. Virginia eyaletindeki 700 bin zenci gibi Art da uzunca bir yasaklar listesine uymak zorundaydı. 1940'lı yıllarda Art henüz durumun farkında olmasa da ilerleyen zaman içinde yaşadığı dünyada, renginden dolayı nasıl bir konumu olduğunu acı dersler alarak öğrenecekti.

"Güneyde zenci olarak büyürken, korunma ve hayatta kalmak için antenlerini hep açık tutmalıydın" diyor ve ekliyor "Fakat siyah bir toplumda yaşamak da biraz farklıdır. Siyah bir toplumda statü, renginin tonuyla ilişkilidir. Rengin ne kadar açıksa toplumdaki yerin o kadar yüksekte olur."

1947 yılında önce Ashe Ailesi’nin hayatında bir değişiklik olur ama ilerleyen yıllarda bu değişikliğin dünya spor tarihine de yansıması olacaktır. Baba Arthur Ashe, Richmond'un en büyük parkı olan Brook Field’ın güvenlik görevlisi olur. Bu iş değişikliği ailenin de parkın yakınlarına taşınması demektir. Parkın hemen arkasında bir eve taşınırlar. İçinde spor alanları ve tenis kortları olan park neredeyse arka bahçeleri gibidir. Baba Arthur Ashe çok disiplinlidir.

"Babamın hayatında çok az gri vardı. Onun için her şey doğrular ve yanlışlar olarak sınıflandırılmıştı. Hata yaptığımda ünlü kemerinin izlerini sırtımda yıllarca taşıdım."

 

Arthur’un şansı: Ron Charity

1949 yılı Arthur Ashe Jr için ilkokula başlama tarihidir.

"İlk gün babam benimle birlikte okula yürüdü. Sık sık saatini kontrol ettiğini fark ettim. Okula vardığımızda 'ev ile okul arası tam 10 dakika sürüyor, eve daha geç gelirsen ne ile karşılaşacağını biliyorsun' dedi. Bütün okul hayatım boyunca buna uydum."

Bu baba figürünün tersi bir yerlerde bulunmalıydı. Ya amcalarından birinde ya da dışarıda.

İşte bu şans okula başlamasına birkaç hafta kala, 1949 yazında belirecekti:

Ron Charity.

18 yaşında Virginia Union Üniversitesi öğrencisi. Richmond'un en iyi siyah tenis oyuncusu.

Ron Charity sık sık Ashe Ailesi’nin arka bahçesine komşu Brook Field Park kortlarında antrenman yapıyor ve gönüllü olarak çocuklara tenis öğretiyordu.

Art bu sahneleri sık sık görmesine rağmen o gün utangaçlığını yendi ve Ron Charity'nin antrenmanlarını izleyen kalabalığın arasına karıştı.

Ertesi gün öğleden sonra yine oradaydı.

"İzleyenler dağıldı ama ben büyülenmiş gibi Ron'u izliyordum. Sonunda beni fark etti.”

- Adın ne senin?

- Arthur Ashe, Junior.

- Baban parkta görevli değil mi?

- Evet efendim.

Kafasını salladı ve antrenmana döndü. Tahta raketi tarih öncesi bir kılıç gibi havayı adeta ikiye yarıyor ve ışıldıyordu. Büyüleyiciydi. Beyaz toplar karşı kortun köşelerine roket gibi gidiyordu. Bir süre sonra durdu ve bana döndü.

- Tenis oynuyor musun Arthur?

Omuzumu silktim. 12 dolara alınmış naylon kordajlı ucuz bir raketle eski bir tenis topuna birkaç kez vurmuşluğum vardı.

- Öğrenmek ister misin?

Başımı salladım. O yaşta herhangi bir sporun ustası olmak benim için hayata meydan okumak demekti.

- Raketin var değil mi? Haydi koş getir başlayalım.

İşte böyle başladı Arthur Ashe hikâyesi.

Önceleri topu zorlukla filenin üstünden geçirirken herhangi bir sporun ustası olacağının işaretleri yoktu tabii. Ron Charity için ise durum daha farklıydı. Arthur'un herhangi bir spordan zevk almasını, verdiği emeğin karşılığında tatmin olup mutluluk duymasını hedefliyordu. Aslında bütün sporların temelinde yatan vizyon da bu olmalıdır. Siyah çocukların sporda kalması, zararlı alışkanlıklar ve kötü arkadaşlıklardan korunmasını hedefleyen bir vizyoner olarak görülmeli Ron Charity. Fakat sonra işler değişti. Ron Charity'nin genç fakat usta gözleri bu çelimsiz fakat müthiş istekli ve hırslı çocukta büyük bir müsabık sporcu gördü.

Günler ayları kovaladı. Arthur için on dakikada eve dönüş yolunun ardından Ron Charity ile tenis dersleri ve elbette baba Arthur'un derslerdeki başarı şartı hep paralel giderken...

 

Maceranın başlangıcı

1950 yılının bir kış günü, Arthur yedi yaşındayken anne Mattie öldü. Baba Arthur yıkıldı. Arthur Jr bu depresyonu aylarca atlatamadı. Bu zor günlerde kendini tenise verdi. Daha hırslı, daha ileri ve annesinin yukarılarda bir yerlerden kendisiyle övüneceği bir zirveye doğru çalıştı.

"Annemi ne zaman düşünsem hissettiğim en güçlü duygu üzüntüdür. Bana kitap okuyuşunu ve bir şeyler öğrenmem için nasıl çırpındığını, asla vazgeçmeyişini çok net hatırlıyorum. Fakat ona dokununca ne hissettiğimi, kokusunu hiç hatırlamıyorum. Bu konu bütün hafızamdan silinmiş gibi. 1950 yılının bir sabahında üzerinde mavi elbisesiyle kahvaltımı yaparken beni izleyip sonra da hastaneye ölmeye gittiğini hiç unutmuyorum. Beni yapa yalnız bırakıp gitti."

Bu durum onu o kadar rahatsız etti ve kafasına takıldı ki üzerinden onlarca yıl geçtikten sonra psikolojik tedavi gördü.

Annesinin ölümünden üç ay sonra ona en yakın duran Ron Charity olacaktır. Hayatında hiç sporla ilgilenmemiş olan baba Arthur bile oğlunun bu spora verdiği değeri görmüş ve hep desteklemiştir. Sekiz yaşına geldiğinde her sabah 5'te kalkan, yaz-kış, yağmur-çamur demeden kahvaltıdan önce 1000 topa vuran bir Arthur Ashe vardır artık. Turnuvalara katılmaya başlar, kamplara davet edilir, bazı maçları kazanır.

Bir gün teyzesi ve amcası ortaklaşa pahalı bir raket alırlar, tam 22,5 Dolar'dır. O günün siyah toplumunun ekonomik durumunda çok pahalı bir hediyedir. Baba Arthur bunu bir savurganlık olarak gördü mü bilinmez ama bu adım Arthur Ashe Jr için ailenin o güne kadar yaşadığı bütün sıkıntıların ve toplumsal sınırların dışına çıkacak imkânsız gibi görünen bir maceranın başlangıcıdır.

Sonra ne mi oldu?

Sonra neler olduğu her yerde yazıyor.

Dünyanın 1 numarası olan ilk ve hâlâ tek siyah erkek tenisçi, ABD Davis Cup ilk ve tek siyah kaptanı, Wimbledon-Avustralya ve Amerika Açık kazanan ilk ve tek siyah erkek tenisçi, siyah ırkın haklarının en ateşli savunucusu, Nelson Mandela'nın serbest bırakıldığında ilk görüşmek istediği kişi.

Yani bugün hâlâ Amerikan tenisinin tarihi yazılırken en üstte yer alan efsanevi bir sporcu.

Dünya tenisine adım attığı Richmond, Virginia'da kendi adını taşıyan 6000 seyirci kapasiteli çok maksatlı bir spor salonu bulunmaktadır.

US Open Merkez Kortu, Arthur Ashe adını taşır ve 23.771 seyirci kapasitesi ile dünyanın en büyük tenis stadyumudur.

"Gerçek kahramanlık ölçülü olmalıdır. Bedeli ne olursa olsun başkalarının kaybetmesi değil, bedeli ne olursa olsun başkalarına hizmet etmeyi gerektirir."

Arthur Ashe dünya tenis tarihinin gerçek bir kahramanıdır.

Yazıyı bağlarken ünlü anekdotu hatırlayalım.

Son günlerinde hasta yatağında genç bir tenis sporcusu hayranı kendisine mektup yazar ve sorar "Böyle kötü bir hastalık için neden Tanrı seni seçti?"

Arthur Ashe'in cevabı bugün hâlâ dillerde dolaşıyor.

"Her yıl dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar. 5 milyon çocuk tenis oynamasını öğrenir. 500 bin sporcu profesyonel tenise geçer. 50 bin sporcu tura katılır. 5 bin sporcu Grand Slam oynar. 50'si Wimbledon oynar. Dördü yarı final ve ikisi finale çıkar.

Wimbledon kupasını elimde tutarken Tanrı'ya asla "Neden ben?" diye sormadım.

Bugün acılar içindeyken de "Neden ben?" diye soramam!

 

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün