İzzet Erş ile ‘Kutsalın Yorumu’

İzzet Erş, 18 yaşından beri gönül verdiği felsefe yolcuğunu büyük bir tutku ile sürdürüyor.

TUNA SAYLAĞ Sanat 2 yorum
3 Ocak 2019 Perşembe

Bir kitapta şöyle bir cümleye rastlamıştım: “Düşünmek kişinin kendisinden gönlüne yolculuğudur” diye...  İzzet Erş, 18 yaşından beri gönül verdiği felsefe yolculuğunu halen çok okuyarak, düşünerek, büyük bir tutku ve şevkle sürdürüyor. Yılların birikiminden damıtarak kaleme aldığı kitabı ‘Kutsalın Yorumu’,  kutsal metinler üzerine yaptığı hermenötik (yorumsama) denemelerden oluşuyor.  Kanımca her bir sayfası öğretici ve aydınlatıcı. İzzet’le değerli eserini konuştuk.

Felsefenin temel taşı düşünmek, düşünmek ise emek isteyen bir eylem. Bu iş, ancak sevgi ve çalışarak gerçekleştirilebilir.  İzzet’in dünya meselelerini muhakeme etme yetisinde, ‘insan’a bakışında, çalışmalarının yanı sıra ona emek verenlerin de büyük payı olduğunu düşünüyorum. Dinlerle ilgili engin bilgisini ve tarafsız yorumlarını dinlemek ise büyük bir zevk! Buyurun, sohbetimize siz de dâhil olun.

Felsefe maceran nasıl başladı ve bu günlere kadar geldi?

Felsefeyle tanışmam 18 yaşıma uzanıyor. Lise felsefe öğretmenim Belgin Akın (İstanbul Oyuncak Müzesinin de yöneticisidir) ilgi alanlarımı fark etti ve beni teşvik etti. Okul, öğretim için yeterli, eğitim için yetersiz bir kuruluştur. Felsefe okulda çok dar kapsamlı incelenebilir. Hak ettiği önem, ders saatlerinden arta kalan zamanda verilemez. Belgin Hanım neredeyse hayatımın tümünü değiştirecek bir risk aldı ve beni okul dışında bir vakıfla tanıştırdı; Anadolu Aydınlanma Vakfı. Anlam arayışı olan insanların ‘anlamak’ için kurduğu bir vakıf. Siyasi angajmanları olmayan, kültür, din, dil ayrımı gözetmeyen, samimi insanların olduğu bir kuruluş. Felsefe kitaptan öğrenilmiyor. Bilgilerin akıl mutfağında, gönül ateşiyle pişirilmesi şart. Bu nedenle felsefe insandan öğrenilir, insanla öğrenilir. Ben o insanla ve insanlarla tanıştım. Hatta öyle ki, dönüp tüm hayatıma baktığımda bu tanışıklık için doğduğumu hissediyorum. Bu vakfın yönetim kurulundayım ve yayın kurulu çalışmalarını yürütüyorum.

Bu konudaki çalışmalarından söz eder misin?

Vakıf olarak her hafta pazartesi günleri Kozyatağı Kültür Merkezinde toplanıp belirli bir konu üzerinde çalışıyoruz. Hazırlığı olan arkadaşların sunumlarını dinliyoruz. İdeolojik bir birlikteliğimiz yok. Farklı görüş ve dünya algısı olan insanlarız. Bir araya gelip anlamaya ve kendimizi var etmeye çalışıyoruz. Samimi bir yolculuğu paylaşıyoruz.

Yaptığımız okumaları sunum olarak paylaşıyoruz. Düşüncemize yön veren kanaat önderlerinin, düşünürlerin, filozofların eserlerini inceliyoruz. Bununla oluşan farkındalıklarımızı paylaşıyoruz. Belki yaptığımız çok sıradan bir şey. Ancak anlamanın kendisi öyle ilahi bir durum ki, aslında çok sıra dışı bir şey yapıyoruz.

Üç semavi dini incelemiş olmak nasıl bir duygu?

Çocuk sayılacak yaşta doğru ellerde, samimi yürekli insanlar aracılığıyla tanıştım bu konularla. Eğer ‘semavi dinler’ dersek, yani çokça din olduğunu söylersek, çok fikri olan Tanrılardan söz etmiş oluruz. Tanrı birse dinler çok olamaz. Ama peygamberler aracılığıyla bildirilenler farklı olabilir. Eğer bir dinin inanırı iseniz diğer inanırlar size başka ilahların kulları gibi görünür. O zaman farklı dinlerden söz edebiliriz. Sadece bir inanır olmadığınızda, yani inancınız tek dayanağınız olmadığında Tanrı’nın karşısına açık yüreklilikle çıkarsınız. İnanç, bilmek için önemli bir motivasyondur ama bilginin temeli değildir.

Dolayısıyla semavi dinlerin bir tek dinin farklı tecellileri olduğunu düşünüyorum. Ancak Teozoficiler gibi veya gönlü geniş hoşgörülü insanların genel olarak kullandıkları bir ifade gibi değil. Tanrı birse yolları çok olabilir ama bağlandıkları kaynak bakımından bir olmak zorundadırlar. Sahici olan dinler arasında çokluk olmaz. Din ancak ‘hakiki’ ve ‘sahte’ olarak ayrılabilir.

Kitabına adını veren ‘Kutsalın Yorumu’ başlığından ne anlamalıyız?

Kutsalın yorumu, kutsal metinler üzerine yapılmış bir kavram çalışması ve yorumsama (Hermenötik) denemesi. Bu ilk defa benim yaptığım bir deneme değil. Kutsal kitaplar üzerine, Tora, İncil, Kuran, Bagavat Gita, Ölüler Kitabı ve diğerleri üzerine de tarih boyunca yapılmış çok fazla deneme var. Bana göre benzeri denemeler iki bin yıl öncesine, İskenderiyeli Philon’a kadar uzanır. Hermenötik felsefi bir gelenektir. Hermenötiğin derdi anlamak ama doğru anlamakla ilgili. Neyi anlamak? Düşüncenin önüne gelen her ne ise onu anlamak. Bir haberi, bir eylemi, bir bilgiyi anlamak. Bunlara genel olarak ‘metin’ denir. Hermenötik bir metni doğru anlayabilmekle ilgilenir.

Bu bizim bildiğimizden farklı bir anlama mı?

Aslında değil. Tam da bizim anladığımız anlamda bir anlama. Ancak bizler, günlük hayatımızda kurduğumuz iletişimde, etkileşimlerde işimize yarayacak kadarını anlamakla yetiniriz. “Nasılsın” sorusuna “iyi” deriz. Bu “iyi” yanıtı jest ve mimiklerle de desteklenirse her şey anlaşılmış demektir. Hâlbuki nasılsın sorusunun yanıtı bütün bir hayatı değerlendirmeyi gerektirir. Yanıt da yine bu değerlendirmenin sonucu olmalıdır. Bu biraz karışık oldu belki. Daha da basitleştirilebilir. Sen kimsin diye sorarsam, “Ben Tuna’yım” diyeceksin. Hâlbuki bu bir isimden ibaret. İsmin senin kim olduğunu, nasıl bir hayat sürdüğünü, eğilimlerini, yatkınlıklarını, ruh durumunu, seni sen yapan hiçbir şeyi göstermez. Ama kimsin diye sorulduğunda bizi en göstermeyen şeyi, adımızı söyleriz.

Şimdi bunu felsefenin kavramlarına taşıyalım. Hermenötikçiler anlamanın derinlikleriyle ilgilenirler. Bir metni doğru anlamakla, tam da neyi ifade etmek istiyorsa o şekilde anlamakla ilgilenirler. Ve bu bir iç tutarlılık gerektirdiğinden felsefeyle, kavramlarla ilgilenirler. Ancak hermenötiğin kendi tarihinde ortaya konulan savlar birbirleriyle öylesine farklılıklar taşır ki, onu ayrı bir tarih olarak, hermenötiğin kendi tarihi içinde incelemek gerekir.

Öyleyse bu kitabın bir felsefe kitabı olduğunu ve kutsal metinleri anlamakla ilgili olduğunu söyleyebilir miyiz?

Söyleyebiliriz. Ancak bunun bir deneme olduğu unutulmamalı. Deneme kelimesi yalnızca amatör bir çabaya işaret etmez. Hermenötik veya yoğunluklu olarak çalıştığım teolojik hermenötik alanın konusu kutsal olandır. Kutsal olan kendi içinde tüketilemez bir alana işaret eder. Dolayısıyla onu anlamaya dönük her çaba bir denemedir. Anlaşılması zor değil ama kabul etmesi zor gelebilir; Midraş da, Talmud da bir denemedir. Çünkü asıl metin Tora’dır. Tora bir deneme değildir. Tora doğrudan Tanrı’nın sözüdür. En azından inanırları için böyledir. Bu metni düşüncesinin merkezinde tutan her düşünme etkinliği, sonsal (denemeyle elde edilen) bir yargıda bulunsa da, yani “Tanrı açıkça demiştir ki, bu şöyledir, böyledir!” dense de aslında bu kesinlik yargıda bulunana aittir. Dolayısıyla samimi olan her düşünür, kutsalı anlama çalışmasının bir deneme olduğunu bilir.

Bu düşünce, kitabın kimse tarafından doğru anlaşılamayacağı anlamına gelmez mi?

Tabii ki böyle bir anlam da çıkarılabilir. Ancak ben kimsenin doğru anlayamayacağını değil, herkesin doğru anladığını düşünüyorum. Kitabın ana konusu da bu. Kutsal metinler tek boyutlu anlama sahip değillerdir. Aynı pasajlardan yola çıkarak bambaşka sonuçlara ulaşmak mümkün. Bunun nedeni kitapların sembolik bir dil taşıması. Sembolleri metnin kendi iç bütünlüğünde tutarlı olarak kullanılması koşuluyla çok anlamlılık mümkün. Kitabın sembolik bir dil taşıdığını söylemek de yorumdur, onun sembolik bir dil taşımadığını söylemek de. Örneğin dinlerin ortodoksisi yani metinleri literal (kelimesi kelimesine) olarak anlayanlar için kitap tek bir anlama işaret eder. O da doğrudan bize anlatılandır. Haklılar. Böyle düşünmezseniz inanç doğmaz. Dinin temeli bu bağlılıktır. Ancak bu bağlılık dini bilimle, felsefeyle, psikolojiyle, antropolojiyle, kozmoloji ve diğer bilimlerle ilgisiz hale getirir. Çünkü bu bilimler, birer bilim olarak kitapların doğrudan ifadelerinde bulunmaz. 

Felsefeyle ilgilenmek sana neler kazandırdı?

Felsefe insana bir ‘şey’ kazandırmıyor maalesef. İtibar, ün, maddi kazançlar felsefeyle ilgisiz konular. Felsefe insana kendisi olabilme onurunu tanıyor. Kendi aklının üzerinde durabilme, kendi kararlarını alabilme onurunu. Bunun felsefesiz de olabileceği düşünülebilir. Felsefenin ne olduğunu anlamak gerek. Felsefe iç tutarlılığı olan, doğru düşünebilmenin ilkelerini sunan, farklılıkları eşit ölçüde değerlendirebilmeyi olanaklı kılan ama aynı zamanda, varoluşa hayranlık duyma temelinde kurulduğundan heyecanlı, zevkli, kocaman bir âlemdir. Sanat, edebiyat, bilim düşünmeksizin olabilir mi? Öyleyse her biri felsefenin bir kolu, felsefenin bir konusudur.

En azından kendim için felsefenin farklılıklara eşit yakınlıkta durabilmeyi öğrettiğini söyleyebilirim. Tarafsız olmayı yüksek bir değer sayardım. Felsefe tarafsızlığı değil, haklılığın tarafında olmayı öğretir. Bir düşüncenin, kişinin tümden doğru veya yanlış olamayacağını gösterir. Ve bunun yöntemlerini, ilkelerini sunar. Benim felsefeden tahsil etmeye, kazanmaya çalıştığım budur.

 

Yorumsama ‘samimi’ düşünürün kendini riske attığı, dönüşü olmayan karanlık bir yola da dönüşebilir. Borges’in edebi ifadesiyle bu yolları çatallanan bir bahçedir ve yorumcu kendi akıl ve vicdan elleriyle yaptığı hayatı yaşayacaktır.

 

“Kutsal bir metne dokunmak büyük bir risk taşır. Ona inanmayı değil, onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tarihin yükünü buluruz.”

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün