TEKİRDAĞ’dan bir Daniel Altaras geçti

1946 yılında Tekirdağ’da dünyaya gelen Daniel Altaras ilkokulu Çiftlikköy’de Hacı İl Bey İlkokulunda, ortaokul ve liseyi Namık Kemal Lisesinde okudu. Askerliği Balıkesir Ordu Donatım Okulunda yapmanın kendisini sağlamlaştırdığını belirten Altaras Tekirdağ’daki hayatını bizlerle paylaştı.

Dora NİYEGO Toplum
3 Ocak 2019 Perşembe

Tekirdağ’da Yahudi cemaatinin kökleri ne zamana uzanır?

Yahudi cemaatinin kökleri herhalde dört yüz sene öncesine kadar toprakların derinliklerinde kaldı. Tekirdağ’daki varlığımızın başlangıcını araştırmadım. Biz kendimizi o toprakların tabii sahipleri olarak gördük.

Yahudi cemaatinin bir okulu var mıydı? Çocuklar hangi okullara giderdi?

Benim dönemimde Tekirdağ’daki Yahudi cemaatinin kendi okulu yoktu. Ama benden bir nesil önce, babamın da öğrencisi olduğu Alliance Okulu vardı. Fransızca öğretim veren bir okuldu. Evimizdeki kitap öbeklerini hâlâ hatırlarım.

Asimilasyon oldu mu?

Cemaatimizde hiç asimilasyon olmadı. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda erkeklerimizle Müslüman kızlar arasında flört olurdu ama sınırlar her iki taraf için de belliydi. Bu bakımdan evlenme çağına gelen erkeklere Kırklareli’nden, Çanakkale’den, Gelibolu’dan, Edirne’den ve İstanbul’dan gelinler getirilirdi.

Müslümanlarla aranız nasıldı? Antisemitizm var mıydı?

Müslümanlarla aramız genellikle çok iyiydi. Orada burada yan bakan gözler, laf atan diller vardı ama zarar verici saldırganlıklar hiç olmadı. Sadece sonuçsuz kalan bir çaba olurdu bazen. Kocaman elleri, ağır yumrukları, mavi gözleri ve sarı saçlarıyla bir Alman celladını hatırlatan Doktor Ziya, çingeneleri kışkırtıp bir pogrom hazırlamak istemişti bir keresinde. Geçimleri Yahudi tüccarlara bağlı olan çingeneleri bu kışkırtma hareketi etkilemedi. İşin tuhaf yanı bahsettiğim bu Ziya hepimizin de doktoruydu aynı zamanda.

Bugüne kadar unutamadığım bir şey, psikoloji öğretmenimizin nöbetçi olduğu bir gün, gürültülü sınıfımıza girip “Burayı Yahudi havrasına döndürdünüz” cümlesiydi. İşin ilginç yanı, bu öğretmenin kızı da sınıfımızdaki en iyi arkadaşlarımdan biriydi.

Bugün, o yıllara zaman ve mekân mesafesinden baktığımda, mahallemizde tamamen entegre olduğumuzu hatırlıyorum.

Belli başlı Yahudi aileler kimlerdi?

Belli başlı Yahudi aileler, Altaraslar, Barokaslar, Benbuharlar, Mizrahiler, Funesler, Benezralar, Naonlar ve Baruhlar idi. Altaras çok kişinin soy ismiydi ama hepsi aynı aileye bağlı değildiler. Üç Marko Altaras, dört Nisim Altaras vardı. Marko adı altında gelen mektupları, postacı hep babama verirdi.  

Yahudi cemaatinin idare heyeti için yaklaşan seçim günleri, aileler arasında oldukça gerginlik yaratırdı. Çocukken, kulüpteki yüksek sesli münakaşaları merakla izlerdim.

Tekirdağ’da kaç sinagog vardı?

Sadece iki sinagog vardı. Büyük Sinagog denizin üstünde, ahşap yapılı güzel bir inşaattı. Bahçesi, hahamın ve aile fertlerinin yaşam mekanı ve kiraya verilen tahıl ambarlarıyla tam bir kompleks idi. Girişine yakın yerde bir Osmanlı şadırvanı vardı. Evimizin karşısında her zaman bir kale gibi dururdu. Ta ki o kara güne kadar. Londra asfaltı inşaatı için denizi doldurmak gerekiyordu. Sinagog yıkıldı. Tahtaları fırınlarda cayır cayır yakıldı. Annemin dinmeyen gözyaşları faydasız kalmıştı o günlerde

Sinagog, yukarı mahallede yasayan Yahudilere oldukça uzaktı. Bu yüzden, soğuk kış günlerinde Hamam Aralığı sokağında bulunan ‘Yeşiva’ diye adlandırdığımız küçük havrada ibadet ederlerdi.

Dindar bir cemaat miydiniz? Bayramları nasıl kutlardınız? Şabat’a bakar mıydınız?

Dindar denemezdi. Hayatımızda nasıl ki her şey dinamikse bu konuya da aynı şekilde davranırdık. Genellikle, geleneklere bağlıydık. Cemaatin en dindar ferdi, beyaz sakallı Nisim Altaras’tı. Dini en iyi şekilde ve derinlemesine anlayan ise David Fins’ti.

Dini bayramlarda babalarımız dükkânlarını açmazlardı. Zamanla, yeni nesil, ibadetten sonra dükkâna gitmeye başladı. Yaşlıların protestoları pek işe yaramadı çünkü aynı iş dalında olanlarla rekabet zarar verici olabilirdi. Şabat günleri de aynı şekilde dükkânlar açılmaya başlandı.

Her bayramın kendine has özellikleri vardı. Roş Aşana beyaz tatlısı ve portakal tatlısıyla hafızamda yer alır. Teyzeler arasında yapılan ziyaretler, geçmiş senenin hesapları, yani geçen sene ilk ziyaret eden kimdi? Simdi sıra kimde?

Yom Kipur’un uzun orucu, ağız kokuları ve sinagogda bitmeyen münakaşalar gözlerimin önünde. Tekirdağ’dan ayrıldığım güne kadar geçirdiğim Kipur günlerinden sonra, bir daha hiçbir havraya yaklaşmadım.

Pesah Bayramını çok severdim. Tekirdağ’daki kıvırcık kuzularının kesilme mevsiminin başlangıcıydı. Annem beni, iki bağırsak ve dört takım kuzu bacağı getirmem için salhaneye gönderirdi. Kokoreç yapardı. Yedikten sonra, yapışan dudaklarımın yavaş yavaş açılması bir oyundu benim için. Tutkalın mucizeleri. Ispanak börekleri, uzun zaman kaynatılmış yumurtalar ve babamın meşhur badem ezmesi. Pesah’ın en büyük derdi, matsa ve matsa unu miktarının hesaplanması idi. Şimdiki gibi bittiğinde, git al en yakın bakkaldan yoktu. Baştan ısmarlamak lazımdı. Bayrama yakın, akşamüstü kamyon İstanbul’dan gelirdi ve ‘Yeşiva’da listelere göre dağıtım yapılırdı. Ailemizin maddi durumu o kadar iyi değildi ve mamuller pahalıydı. Komşumuz Sıdıka Hanım’ın gaddar kazları hamursuz yemezse kıyamet kopardı. Sizleri güldüren bu satırlar bizleri ağlatırdı.

Teşa BeAv Müslümanların da çok korktuğu bir gündü. Hangi güne denk geleceğini baştan sorarlardı. Birkaç boğulma olayı veya güçlü lodosların allak bullak ettiği balıkçı sandallarının olmadığı bir yıl olmamıştır. Yeşiva’da zemine siyah bir çarşaf serilirdi ve mumlu bir şamdanın etrafında oturularak yas bölümleri okunurdu.

Purim ve Sukot bayramları benim için çok neşeli bayramlardı. Şekercilerin Avram Mizrahi ve babasının imal ettiği ‘folares ve mavlaçes’leri, zangoç David Amon’un, başında taşıdığı bir tahta tepsinin içinde ısmarlayanlara dağıtması görülecek şeydi.

Sukot Bayramında ise çocuklar yaramazlık yapar, Suka’nın dışından içeridekilere iğne batırır veya onları dürterdik.

Yahudi dernekleri var mıydı?

Benim zamanımda hiç Yahudi derneği yoktu Tekirdağ’da.

Gençler nasıl tanışırlardı?

Yahudiler arasında evlenme çağına gelmiş erkeklerimiz için yeteri kadar genç kız yoktu. Bu nedenle, komşu şehirlerden genç kız aranırdı. Tavsiye, araştırma, görüşme ve çeyiz şartları halledildikten sonra, yakınların da fikirlerini almak için karşılıklı ziyaretler başlardı. Nişan yapıldıktan sonra, müstakbel gelinler hamama davet edilirdi. Ne mutluyum ki eşim böyle alçaltıcı bir ritüele maruz kalmadı.

Yahudiler ne zaman ve niçin Tekirdağ’ı terk etmeye başladı?

Anlatılanlara göre, ilk terk edenler İspanya’ya, Portekiz’e, Küba’ya, Porto Riko’ya ve Amerika’ya gitmişler. Halamdan ve anne - babamdan başka İsrail’e giden yoktu. Sonra İstanbul’a başladı büyük göç. Sebepleri onlara aittir. Herhalde daha emin, daha uygun bir ortam aradılar veya göç etmeye başladılar.

YAHUDİLERİN YAZ VE KIŞ YAŞAM ŞEKİLLERİ

Her insan topluluğu gibi, Yahudilerin de sosyoekonomik durumlarına göre arkadaş grupları vardı. Çok zenginlerin cumartesi gecesi poker toplantılarında sundukları yemekler dillere destandı. Biz sinemayı ve zaman zaman gelen tiyatroyu severdik. Evimizde, elimizden kitap düşmezdi. Kadınların aralarında oynadıkları küçük çapta poker oyunlarında bir portakalın veya elmanın dilimler halinde ikram edilişini hala hatırlarım. Pazar günleri erkekler kulüpte toplanır, gazete okurlar, tartışmalar yaparlardı. Yaz günleri deniz kıyısı ve iskele eğlence yerimizdi. İnci Çayevinden sonra, Tarsal ve Karaevlili Alaaddin Bey’in Lokantası aynı bölgede yer alırdı.

Yaz aylarında hafta sonları deniz banyoları ve kumda güneşlenme ile geçerdi. Dere ağzına bazen yürüyerek bazen de at arabası ile giderdik. Topağacı’na uzak olduğu için ancak minibüsle gidebilirdik. Kumbağı’na maalesef hiç gitmedik. Tabii gezilerde piknik yapılırdı. Kış günleri ise, hafta sonları genellikle sinema ve dost akrabaya misafirliğe gitmelerle geçerdi.

 

 

YAHUDİ ESNAF VAR MIYDI?  HANGİ İŞLERİ YAPARDI?

Yahudilerin büyük bir kısmı esnaftı. Manifaturacılar, kunduracılar, hırdavatçılar, makaracılar, sarraflar, bakkallar, toptan ve perakende tahıl tüccarları. Benim dönemimde Yahudi kasap yoktu. Annemin babası salhanede çalışırdı. Yahudiler arasında zenginler olduğu gibi orta ve hatta daha düşük ekonomik durumu olanlar da vardı. Tüm gelenekler çemberini kıran babamın dayısı Bensiyon Altaras idi. Bakkallıktan traktör ajanlığına geçmişti.

Bu küçücük cemaatte dört tıp doktoru yetişti. Yahudi erkeklerinin hemen hepsi yukarıda adı geçen işlerde çalışırlardı. Oğullar babalarıyla çalışırdı. Babasından ayrılıp, aynı meslekte kendi başına dükkân açan olmamıştı. Geleneksel geçim  mesleklerini terk edip okumuş olanlar Tekirdağ’da durmadı.