JIMBO

“Kazanmayı sevmekten daha çok kaybetmekten nefret ederim.”

Mete YAYLALI Spor
6 Mart 2019 Çarşamba

Tenis kamuoyu bugünlerde 37 yaşındaki İsviçreli tenisçi Roger Federer’in kariyerindeki 100. ATP şampiyonluğunu kutluyor.

Duygusal ve sporsever bir millet olduğumuz için İsviçreli sporcunun bu başarısı Türk tenis severleri de kendinden geçirdi haliyle. Aslında haksız da değiller çünkü Roger Federer 2015 yılında İstanbul’a gelmiş ve katıldığı turnuvada şampiyon olmuştu. Türk tenis severler Federer’e büyük ilgi göstermişler, maçları tıklım tıklım dolmuş, biletler tükenmiş ve karaborsaya düşmüştü. Gerçi sonraki yıllarda Federer gelmeyince turnuva sinek avlamış ve geçen yıl da son defa oynanıp tarihe karışmıştı ama olsun. Hatta bu turnuva sonrasında tenis federasyonu başkanı dünya aleme “Roger’ın Türk tenisinin dünyadaki elçisi” olduğunu ilan etmişti. “Dünyada bir Türk tenisi var mı, Federer İstanbul’a şiş kebap ve Boğaz turu için mi geldi, yoksa açıktan milyon Avrolar mı ödendi, bu avanta paralar Federer’e değil de genç tenisçilere ödense daha yararlı olmaz mıydı?” gibi sorular kimsenin aklına gelmedi.

Olsundu bizim Roger artık elçimizdi, protokol resim çektirdi falandı.

Federer ne yapmıştı da bizde fener alayları düzenlendi?

Geçtiğimiz günlerde Dubai’de düzenlenen bir ATP turnuvasında finalde Yunanlı Stefanos Tsistsipas’ı 6-4, 6-4 mağlup ederek kariyerinin 100. şampiyonluğunu elde etti ve 100’ler kulübüne girdi.

Kimsenin aklına “Kim bu Yunanlı Tsitsipas?” veya “Yunanistan’dan böyle bir tenisçi çıkıyor da neden bizden çıkmıyor?” veya “Bizim elçi Federer ise Yunanlıların elçisi kim?” diye sormak gelmedi tabii.

Merak edenler için, Stefanos Tsitsipas 20 yaşında dünya 10 no Yunanlı bir sporcu.

Bizdeki eş değeri kendisinden 3 yaş büyük ve 250 sıra geride!

Elbette Roger Federer kimine göre dünya tenis tarihinin gelmiş geçmiş en büyük tenisçisi.

100’LER KULÜBÜ

Ben bu değerlendirmeye katılmıyorum çünkü dünya tenis tarihinin her döneminde, o dönemin en büyük tenisçileri olmuştur.

Federer ilk ATP şampiyonluğunu 19 yaşında gördüğüne göre Tsistsipas da 20 yaşında, bu yıl görebilir ya da tenis kariyeri çok daha kısa olabilir, kimse bilemez.

Fakat şu bir gerçek ki 37 yaşında gerçek bir profesyoneldir Roger Federer ve 2019 sezonunu da oynayacağına göre kulüpte üst sıralara tırmanabilir.

Nereye tırmanabilir?

İşte geldik konumuza...

Bu ünlü 100’ler kulübüne Roger Federer’den önce üyelik kaydı yaptıranlar var.

Martina Navratilova 167, Chris Evert 154, Jimmy Connors 109 ve Steffi Graf 107.

Federer’i sosyal medya hesabından kutlayan Jimmy Connors “Üç haneli turnuva zaferleri kulübüne hoş geldin, tek başıma canım sıkılıyordu” diye yazacaktır.

Roger Federer geçen yıl bir Grand Slam (AO) ve altı ATP turnuvası kazandığına göre, her ne kadar bir yaş daha alsa da, herhangi bir sakatlık olmaması halinde Jimmy Connors’un sayısına yaklaşabilir ya da 2020 yılını da oynarsa geçebilir.

KORTLARA YANSIYAN HIRS

Jimmy Connors’un 39 yaşında 1991 US Open yarı finali oynadığı düşünülürse, 37 yaşındaki Federer bu formuyla gençlere daha çok kök söktürecek gibi duruyor.

Neyse biz konumuza dönelim.

“8 yaşındayım ve annemle büyükbabamın kortta dövülmesini izliyorum. Yapacağım hiçbir şey yok. Küçüğüm, güçsüzüm ve çaresizim. Kortta kan var. Bugün ömrümün geri kalanındaki herhangi bir olaydan daha fazla bana yön verecek ve dönüştürecek. Yer Illinois eyaleti, Doğu St.Louis, Jones Park kortları. Yan yana beş kortluk bir tesis ve kardeşim Johnny ile tenis oynuyoruz; annem ve büyükannem de bizleri hem izliyor hem de öğretiyor. Bu sırada hemen yanımızdaki korta yirmili yaşlarda iki çocuk girdi ve ilk işleri transistörlü bir radyoyu kortun kenarına yerleştirip sesini de sonuna kadar açmak oldu. Ses o kadar yüksek ki annem ve büyükannem kortta bize sesini duyuramıyor. Annem dayanamadı ve kibarca müziğin sesini kısmalarını söyledi; çocuklar hiç ilgilenmedi. Biraz sonra yeniden rica etti ve sesini kısmayacaklarsa başka korta geçmelerini söyledi; anneme küfrettiler. Biz oyuna devam ediyoruz ama çocuklar da hem bağırıp çağırıyor hem de küfrediyor, müzik de cabası. Büyükbabam park görevlilerinin şefi ve bizim tenis oynamamızı seyretmeye bayılır. Yanımıza gelirken biz durduk ve ne yapacağını izlemeye başladık. Olan bitenden memnun değil ama bir sorun da çıksın istemiyor. Büyükbabam çocuklara yaklaştı ve müziğin sesini kısmalarını söyledi. Çocuklardan biri radyoya doğru eğildi ve biz tam isteneni yapacağını düşünürken büyükbabamın üstüne doğru hamle yaptı, yere düşürdü, üstüne çıktı ve yakasından tutup kafasını beton zemine vurmaya başladı. İlk kan orada akmaya başladı. Annemin ne zaman yerinden fırlayıp babasına yardıma koştuğunu anlayamadım. Çocuğu omuzlarından tutup ayırmaya çalışırken, serseri aniden döndü ve annemin ağzına yumruğunu yapıştırdı. Annemin ağzından kanlar gelerek korta devrildiğini ve bir dişinin koptuğunu gördüm. Büyükannem, Johnny ve beni yakalayıp uzaklaştırmaya, bu sahneyi görmemizi engellemeye çalışıyordu fakat artık çok geçti. Annem ve büyükbabam kanlar içinde kortta yatıyordu. Yaşadıklarımız kötü bir rüya gibiydi ama çok gerçekti. Çocuklar hızla kaçtı. Eve döndük, babam da eve geldi, hastaneye gittik. Büyükbabamın kafasına ve annemin ağzının içine dikişler atıldı. Ertesi sabah Johnny ve ben annemize bizimle tenis oynayıp oynamayacağını sorduk. Yatağından kalktı ve arka bahçede bize top attı. Çok küçüktük, nasıl bir acı çektiğini bilemiyorduk fakat hiçbir güç annemin bizimle tenis oynamasına engel olamazdı. Annem bir ay kadar hiç konuşamadı ve sonra sanki konuşmayı yeniden öğrendi. Fakat her gün bize antrenman yaptırdı.

Yıllar sonra Johnny ile bu olayı konuştuk. Neden biz bir şey yapamadık? Bu olay neden oldu? Kimdi o serseriler?

Çocukluğumdaki bu olay bende hep bir intikam alma dürtüsü geliştirdi. Bu hırsı ben korta yansıttım, Johnny de sokaklara! Eğer annem bu yaşadığı acıyla ertesi gün bizimle korta girebiliyorsa, ben de vücudumdaki acılar ne olursa olsun bir saat ya da beş saat mücadele edebilirdim, etmeliydim. Maç sırasında hırsımı ve mücadele gücümü yükseltecek bir şeyler buldum. Geçmişten gelen bu öfke beni hep ayakta tuttu. Annem bu duygulara Kaplan Suyu derdi. Bu duygularımı kortta nasıl kullanacağımı öğretirdi: Kaplan suyunu serbest bırak, aksın!

St.Louis gibi yerlerde tenis gerçek bir spor değildi. Basketbol, beysbol ya da futbol oynamıyorsan hiçbir şeysin, dışarıdasın demekti. Bu yüzden gün içinde bu sporları da yapsak akşam eve gelince mutlaka tenise devam ederdik. Tenis benim için bir meslek değil eğlenceydi. Öfkemi canlı tutup ölesiye mücadele ettiğim bir eğlence. Rakip ne kadar güçlü ve mücadele ne kadar zorlu olursa, eğlence de o kadar uzun sürerdi. Büyük bir mücadele döneminden geçtik. Mac (McEnroe), Ivan Lendl ve Bjorn Borg büyük rakiplerdi, gerçek rakiplerdi. Herkes kort içinde ve dışında aramızda gerginlik olduğunu bilirdi. Bu yumuşak bir rekabet değildi, aramızda sarılmalar ya da öpüşmeler olmazdı. Hayatımda tek bir an bile olsun, keşke başka bir iş yapsaydım demedim, tek bir an bile. Tek bildiğim iş buydu. Hiçbir zaman kalabalığın bir parçası olmadım.”

KADINLARIN YETİŞTİRDİĞİ TENİSÇİ

1952 yılının 2 Eylül günü St.Louis Illinois’te doğdu James Scott Connors. Annesi ve büyükannesi tenisçiydi. Onlar bu şampiyonu yetiştirdi. Bir zaman sonra annesi Gloria başka bir adım attı ve 16 yaşındaki Jimmy ile kardeşi Johnny’i elinden tutup Güney Kaliforniya’da Pancho Segura’ya teslim etti. UCLA Üniversitesine yazıldı ama profesyonel tenis kariyeri uğruna yarım bıraktı.

Gerisi her yerde yazıyor.

Beş defa US Open (1974, 1976, 1978, 1982, 1983), iki defa Wimbledon (1974, 1982) ve bir defa Aus Open (1974) kazandı. İlginç bir şekilde Roland Garros’ta yarı final üstüne çıkamadı.

En ilginç istatistiği de US Open turnuvasını üç farklı zeminde kazanan tek tenisçi olmasıdır. 1974 çim, 1976 toprak ve 1978 sert zemin.

Oyun tarzı çok da göz alıcı olmamasına rağmen çift el backhand ve müthiş bir servis return yanında kortun her noktasına istediği gibi nokta atışları yapması en önemli silahlarıdır. Fakat bunların üstünde çocukluğundan gelen bir öfke-hırs karışımı mücadele gücü var ki bütün otoritelerin üstünde buluştuğu silah bu.

“İster 30 dakika ister 5 saat oynayalım fark etmez. Beni yenmek istiyorsan o gün en iyi oyununu oynamalısın ya da o gün en iyi günün olmalı.”

Tenis oynadığı dönemde ara sıra öfkesini dışarı vursa da genelde sakin bir görüntü çizerdi. Neşeli ve eğlenceli. Fakat mücadele gücü sokaklardan geldiğini, Mississippi’nin kıyısında St.Louis sertliğiyle büyüdüğünü hep işaret etmiştir.

1996 yılında kortlara veda ettiğinde 44 yaşındaydı.

“Tecrübe büyük bir avantaj fakat bu tecrübeye sahip olduğunda o kadar yaşlanmış oluyorsun ki onunla yapacak bir işin kalmıyor.”

 

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün