Avrupa’dan İzmir’e bir keman ikonu: MARTA AMATİ

Av. Rita Ender, bu kez de merceğine İzmir’in müzik tarihinde adından söz ettiren Madam Marta Amati’yi aldı.

Mirey NASİ Sanat
13 Mart 2019 Çarşamba

Kitaplarından, araştırmalarından tanıdığımız ve ilgiyle takip ettiğimiz Av. Rita Ender, bu kez hayatını müzikle doldurmuş, doyasıya yaşamış bir kadını, Madam Marta Amati’yi kaleme almış. Marta Amati önemli bir müzisyen. İzmir’in müzik tarihinde adından söz edilen, İzmir Konservatuarının kurucularından ve yaylı çalgılardan sorumlu bir müzik öğretmeni, binlerce resital vermiş bir keman sanatçısı. Kuşaklar boyunca İzmirli Yahudilerin anılarına kemanının sesi ve görüntüsüyle nakşolan, kim bilir hangi rüzgârın savurup bu şehre getirdiği Madam Amati’nin izini süren Ender ile bir sergi ve kitaba dönüştürdüğü bu ilginç hayat hikâyesini, özel bir kadını konuştuk.

 Bu konuyu araştırma ve sergiye dönüştürme projesi nasıl ortaya çıktı?

İki buçuk yıl önce, İzmir’de, Karşıyaka Adliyesinde görülen bir dava aldım. Duruşmalara katılmak için aşağı yukarı iki ayda bir İzmir’e gidip gelmeye başladım. Bir gidişimde, Beth-İsrael Sinagogunu ziyaret ettim. Sinagogun artık sergi mekânı olarak kullanılan ikinci katında, eski bir orgun üzerinde Madam Amati’nin fotoğrafı ve ismi duruyordu. İlginç geldi. Özel bir kadın olduğunu düşündüm. Ve bir şekilde onun peşine takıldım. Her duruşma çıkışında farklı kişilerle buluşup Madam Amati üzerine konuşur oldum. Tanıdığım, bildiğim her İzmirliye onu sordum. Sorulara tam bir cevap verilemediğini görünce araştırmaya başladım. Tam sormak ile araştırmak arasındayken de, öğrendiklerimi, hissettiklerimi Berge’e (Arabian) anlattım ve Madam’ın hayat yolunu fotoğraflamak ister mi diye sordum.  Berge “tabii” deyince, doğrudan İzel Rozental’i buldum.  Rozental, Madam Amati üzerine olan sergi önerimizi Schneidertempel’a sundu, olurlarını aldı, sergi tarihini bize iletti. İmkânım ve zamanımın el verdiği kadar araştırdım, Berge fotoğrafladı. Yazdım, canım arkadaşım Neşe Nogay da afişlerin ve hatta kitabın tasarımını yaptı. Böylece bu iş, İzel Rozental’in ifadesi ile ‘sanat mabedimizde’ bir sergiye dönüşmüş oldu.

 Hiç tanımayanlar için, kitabında ‘Avrupa’dan İzmir’e bir keman ikonu - Hayatını müzikle doldurmuş ve doyasıya yaşamış bir kadın’ diye tanımladığın Madam Marta Amati kimdir, anlatır mısın?

Madam Marta Amati bir müzisyen. Hayata ve insanlara müzik aracılığı ile dokunmuş, müzik ile izini bırakmış bir kadın. Bir keman sanatçısı ve öğretmeni. Bu, onun hikâyesinin değiştirilemeyecek, yorumlanamayacak ve hiçbir şekilde aksi iddia edilemeyecek gerçeği. Bunu şunun için söylüyorum, görüştüğüm insanların çoğu onu “çok iyi bir kadın” olarak anlattı. Bir iki kişi iyiliğini, ‘yardımsever’ ve ‘anlayışlı’ olması ile açıkladı. Ama yarın biri çıkıp, Marta Amati’nin ‘kötü, bencil ya da anlayışsız’ biri olduğunu iddia edebilir. Fakat bunlar doğru veya haklı olan/olmayan iddialar olarak ve bir takım yorumlar olarak kalır. Ancak hiç kimse, hiçbir sözü veya yorumuyla, onun müzisyen olduğu gerçeğini değiştiremez. Çünkü müzik onun varoluş biçimi olmuş. Müzikle bütünleşmiş.  Müzikle anılmış ve belli ki hayatında hiçbir dönem müziğe küsmemiş. Çünkü Madam Amati’nin de hayatı, hepimizinki gibi -ve belki çoğumuzunkinden fazla- değişikliklerle, kayıplarla, belirsizliklerle dolu imiş. Avusturya-Macaristan İmparatorluğunda doğmuş. Konservatuarda okumuş, Jeno Hubay’ın öğrencisi olmuş. İtalya ve Almanya’da bulunmuş ve Naziler tarafından ‘Yahudi müzisyen’ olarak işaretlenip, saldırıya uğradıktan sonra Türkiye’ye gelmiş. İzmir Konservatuarının kurucuları arasında olmuş. Keman çalmayı öğretmiş, müzik dersleri vermiş. Beth-İsrael Sinagogunda yıllar boyunca müzik icra etmiş. Sinagogda gerçekleşen her düğünde keman çalmış ve böylece kuşaklar boyunca İzmirli Yahudilerin hatıraları arasında yer almış.

“Arabian, hiç tanımadığı bir kadının izinden gitti, gün doğumundan gün batımına vardı”

 Bu sergi için Berge Arabian ile çalıştın; kendisini tanıtır ve sergiye olan katkısını paylaşır mısın?

Berge, benim için çok özel bir insan ve bence yaptığı işlere ruhunu koyan bir fotoğrafçı. Onunla çalışmayı çok seviyorum. Alışkanlığımız da var, Agos’ta yazdığım yazı dizilerinden beri beraber çalışıyoruz, bu üçüncü ortak işimiz. Madam Amati’yi Berge’e anlattığımda, sözlerle, cümlelerle asla yapamayacağımı onun fotoğrafla yapabileceğini biliyordum. Yaptı da. Hiç tanımadığı bir kadının izinden giderken, gün doğumundan gün batımına vardı. Ev, yol, mezar taşı gibi somut kareler çekerken soyut olanları da buldu. Madam’ın gezdiği, dolaştığı, soluk alıp verdiği şehirde, Madam’ın düşlerini düşündü. Madam ile Berge’in ortak yanları da vardı. Berge de Madam gibi, farklı ülkelerde yaşadıktan sonra Türkiye’ye geldi. Özgeçmişi şöyle: 1957’de Ermeni bir ailenin bir çocuğu olarak Suriye’de doğdu. 1966 -1973 arası Lübnan’da yaşadı ve 1973’te, ailesiyle birlikte Kanada’ya göç ederek 37 yıl Toronto’da yaşadı. Toronto’da siyaset bilimi okudu. Uzun yıllar NOW Dergisinde fotomuhabirliği yaptı. Alaylı bir fotoğrafçı olan ve sosyal belgesel fotoğraf alanına odaklanan Arabian, sekiz yıldır İstanbul’da yaşıyor. Ayrıca, sergide, 2012 yılında Sarit, Selim ve Aksel Bonfil tarafından yapılmış olan, ‘Dünden Bugüne İzmir Sefarad Düğünleri’ isimli belgeselin kısa versiyonu da yer alıyor. Bu çalışma da bizim anlatımızı tamamladı bence.

Kuşaklar boyunca İzmirli Yahudilerin anılarına kemanının sesi ve görüntüsüyle kaydolan Madam Amati’nin üç soyadı var; Schwenk, Sadi, Amati.  Sergi yazında, “Soyadı yani isimleri değişen kadınların kaderi de değişir miydi? Madam’ın kaderi değişmişti!” diye yazmışsın.  Nasıl?

Sergideki metni hazırlarken, Madam’ın hayatında belirleyici olan kesitleri tarihlere göre değil soyadlarına göre tasnif etmek istedim. Zaten aslında soyadları kronolojik bir akış sağlıyor. Zira bilindiği üzere, dünyada hâlâ çoğu yerde, erkek adlarının bütünlüğü korunup, devamlılığı sağlanırken kadınlarınki parçalanıyor.  Hem de bir düğün hediyesi olarak! Buradan bakarsak, Madam Amati aslında Beth-İsrael Sinagogunda çaldığı her düğün marşıyla bir kadının isim değişikliğini de anons etmiş oldu. Taratataam taratataaam taratatam. Peki, o parçanın duyulduğu anda başka ne değişiyordu, neler oluyordu orada?

İzmir Yahudi düğün gelenekleri, İstanbul’dakinden biraz farklı. Kitaba, İzmir düğünlerinin Madam Amati ile bağlantılı olan bölümlerini aktararak başlamayı tercih ettim. Çünkü bu, hem onunla kurduğum bağla ilgiliydi, hem de onun sinagog ile ve İzmir’de yaşadığı süre boyunca Yahudilik ile kurduğu bağa dairdi. Onun doğumla aldığı soyadı yani ‘Schwenk’, yüksek ihtimalle bir Yahudi ailenin soyadıydı. ‘Amati’, ya bir eşten gelen soyadı ya da seçilmiş bir sahne adıydı. ‘Sadi’ ise, Yahudi olduğu veya öyle kabul edildiği için ve İkinci Dünya Savaşı sırasında kaçmak için yaptığı evlilikten edindiği soyadıydı. Türkiye’deki nüfus kayıtlarında ismi böyle yer alıyordu: Marta Amati Sadi. İmzası da böyleydi. Peki, bu isimler, hayatının belirli dönemlerine ait olan soyadları, acaba Marta için ne ifade ediyordu?  Ve kim bilir, yüzlercesine tanıklık ettiği evlilik, geleneksel bir düğün, beyaz bir gelinlik onun için nasıl sembollerdi…

Madam Amati ile hiç tanışmadan, ölümünden 28 sene sonra, kendisi ile ilgili iki sene süren detaylı ve uluslararası bir araştırma yaptın, bir sergi hazırladın, ayrıca sergiye paralel olarak bir kitap yazdın. Gizemli fakat müziğiyle bir o kadar farklı kişinin hayatına dokunmuş, hafızasında yer etmiş bu hayat hikâyesinin sende bıraktığı izi okuyucularımızla paylaşır mısın?

Madam Amati’yi çok sevdim. Bu söylediğim, araştırma işinin doğasına, objektif olma gerekliliğine filan aykırı olabilir. Birileri tam da bu nedenle beni ve kitabı eleştirebilir ama varsın eleştirsin. Bu işi yaparken, ondan bana geçen duygudan ve bu vesile ile hayatıma giren insanlarla tanışmaktan çok memnunum. Daha önce de biyografik metinler yazmıştım; Mösyö Vili’nin, Madam Dimitra’nın, Rafael Torel’in hikâyesini, hikâyelerinin parçalarını yazmıştım. Ama Marta Amati üzerine yazmak bende daha farklı bir etki yaptı. Yaşamış olduğu tüm acılara rağmen hayata sıkı sıkıya tutunmuş olduğunu görmek, kemanı ile olan bağını anlamak, müziğin ilahi olanla bağlantısını düşünmek, kırmızı rujlu bir kadın olarak Ortodoks bir sinagogun tarihine yazılmış olduğunu fark etmek çok hoş ve etkileyiciydi.

Son olarak Madam Amati ve kemanı diye sorsam?

Belli ki, kemanı ile o bir bütünmüş. Anlatılanlara göre, bu keman çok da değerliymiş. Almanya’da saldırıya uğradığı sırada çaldığı kemanın da çok değerli olduğu söyleniyor. Sözü geçen kemanlar aynı keman mı bilmiyorum. Fakat, “Madam Amati’nin kucağında doğdum ben” diyen Franz Şloser, Madam Amati’nin vefatından sonra kemanını almış ve Budapeşte’ye göndermiş. Nereye, kime gönderdiğini, bunun için kiminle iletişime geçtiğini hatırlamıyordu. Ama göndermekle iyi yaptığını düşünüyordu. Bence de iyi yapmış. Çünkü belli ki, Madam’ın ölümünden sonra kimi fırsatçılar üşüşmüşler ve kadıncağızın iki üç parça değerli eşyasını alıp satmaya kalkmışlar. Örneğin yine çok değerli olan bir arşesi varmış, kaybolmuş gitmiş. Sinagogda çaldığı parçaların bulunduğu bir nota defteri varmış. O da kayıp. Umarım bir şekilde ortaya çıkar da, Beth-İsrael’de kendisini bekleyen yere yerleştirilir. 

 

 

 

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün