Güney Kore’nin ‘Çirkin, kirli ve kötüleri’

‘Parasite’ konusu itibarıyla geçen yılın Altın Palmiyeli Japon filmi ‘Arakçılar’ ile akrabalıklar taşıyor. Her iki filmde de ayakta kalabilmek için her türlü yola başvuran Makyavelist ve fakir iki aile var. Tümü işsiz dört kişilik Seullu aile hile ve kurnazlıkla zengin bir ailenin yanında işe giriyorlar. Farklı sosyal sınıflara mensup bu iki aile üzerinden Bong Joon-Ho, etkileyici bir toplumsal eleştirisi çıkarmayı başarıyor. Mizah duygusu yüksek, hicivden beslenen sinemasıyla, Koreli usta sınıf ve gelir eşitsizliğinin altını çizerken etkili bir burjuvazi eleştirisi yapmaktan geri kalmıyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
12 Haziran 2019 Çarşamba

İki yıldır üst üste Cannes festivallerine damgasını vuran, Asya sinemasından gelme ‘Parasite/Gisaengchung’ iki favorisinden biri olduğu yarışmada Altın Palmiye Ödülü’nü kazandı.

50 yaşındaki Güney Koreli Bong Joon-Ho, yurt dışında çevirdiği iki filmden ‘Snowpiercer’ (2003) ve ‘Ojka’dan (2017) sonra ülkesine dönüp kariyerinin en önemli filmiyle ülkesine ilk Altın Palmiye Ödülü’nü getirdi.

Jüri Başkanı Alejandro Gonzales Inarritu’nun ödülü açıklarken, jüri heyetinin oy birliğiyle karar aldığını söylemesi, diğer favori Pedro Almodovar’ın ‘Acı ve Zafer’e aralarında destek verenin olmadığının ifadesiydi.

Farklı sosyal sınıflara mensup iki ailenin yolunun kesişmesinden Bong Joon-Ho, etkileyici bir toplumsal eleştiri çıkarmayı başarıyor. Sinemasının hicivden beslenen karakteristikleri olan, aşırı bürlesk durumlar yaratma alışkanlığı, oburlukta ve açgözlülükte doyumsuzluk, gergin bir kurgu alışkanlığı, kaotik ortam yaratma becerisinin tümü ‘Parasite’de mevcut.

Ülkesi Güney Kore’yi neoliberal sistemin bir laboratuvarı olarak ele alan senarist- yönetmen, sınıf çatışmasını ince bir mizah duygusu eşliğinde gözler önüne seriyor.

Zaman zaman aşırı şiddet sahnelerine yer veren film, izleyicisini alt sınıfın yanında saf tutmaya yönlendiriyor. Bu arada sınıf ve gelir eşitsizliği temalarının hakkını veriyor.

Bong Joon-Ho’nun duygu dolu sinema dili, Ettore Scola’nın 70’li yılların başyapıtı ‘Çirkinler, Kirliler ve Kötüler/Brutti, Sporchi e Cattivi’sini akla getiriyor. Napoli banliyösündeki kirli bir aileyi yönetmen Güney Kore’nin başkenti Seul’a taşıyor.

Küçük bir pencereden çıkmaz sokağı gören bir bodrum katında yaşayan, tümü işsiz Ki-Taek ailesinin bir bireyi zengin bir evde işe girme fırsatını buluyor.

Yurtdışına giden arkadaşının İngilizce hocalığına talip olan Kevin, fotokopiyle sahte evrak üretmede uzman olan kız kardeşinin yaptığı sahte bir diplomayı referans olarak gösterip Park ailesinin kızına ders vermeye başlıyor.

Kevin müthiş bir manipülasyonla Parkların personelini işten kovdurup, kız kardeşini, anne-babasını aynı evde işe yerleştirmek için her türlü yalan ve hileye başvuruyor.

FARKLI SOSYAL STATÜLÜ İKİ AİLE

 

Böylece şehrin lüks bir semtinde, bahçeli bir villada, görkemli dekorasyonlu, bol personelli bir hayat süren dört kişilik Park ailesiyle tanışıyoruz.

Hamam böcekleri gibi bir bodrum katına tıkılıp yaşayan, internet abonmanları kesildiği için üst kattaki mağazanın wi-fi’ndan yararlanmak için tuvaleti kullanan Ki-Taek Ailesi ve hiçbir masraftan kaçınmayarak lüks bir hayat süren Parklar üzerinden, Bong Joon-Ho bir sınıfsal çatışma komedisi çıkarıyor.

İki ayrı sosyal sınıfa mensup iki aileyi aynı evde, aynı ortamda birleştiren yönetmen, trajikomik öyküsüyle, Batılılaşan ülkesinde kapitalizmin yaptığı tahribatı gözler önüne seriyor.

Melankoliyle yaklaştığı fakir sınıfın ise fırsatçı, açgözlü, zenginlere karşı içinde bir kin barındıran yüzünü de sergilemekten geri kalmıyor.

Bong Joon-Ho, ülkesindeki sınıflar arası uçurumun sebep olduğu sosyal çatışma ortamından yararlanarak, metaforlar aracılığıyla etkileyici bir toplumsal eleştiri filmi yapıyor. Bu burjuvazi eleştirisinde, hayatın gerçekleri, fırsatçılık, hüzün gibi temaların da hakkını veriyor.

Nemli, pis, dar bir bodrum katında yaşayan Ki-Taek ailesinin reisi (Kang-Ho Song) işsiz bir şofördür, karısı artık çalışmıyordur, oğlu tahsilini yarıda bırakmıştır, kızı ise yüksek teknolojik bilgisiyle her türlü hileyi yapabilmesine rağmen işsizdir.

Başarılı bir iş adamı olan Park Ailesinin reisi (Lee Sun Kyun), her türlü imkân tanıdığı eşine, 15 yaşlarındaki kızına ve küçük oğluna modern bir hayat tarzı yaşatıyordur.

Kevin, kız kardeşini terapist ve resim öğretmeni olarak, babasını şoför, annesini de hizmetçi olarak Parkların yanına yerleştirir. Ancak bahçede verilen görkemli bir doğum günü partisinde gelişen ve beklenmedik bir olaydan sonra iki ailenin kaderi değişir.

METAFORLAR ARACILIĞIYLA TOPLUMSAL ELEŞTİRİ

Filmin bu kilit noktasından sonra gelişen olaylar ‘Parasite’i bambaşka bir kulvara sokuyor. Bong Joon-Ho şiddet filmlerinde de başarılı olabileceğini kanıtlayan, sonu kötü bitebilecek kanlı kavgalarla, ölümcül kovalamalarla izleyicisini ters köşeye yatırıyor.

Filmin ironik finali izleyiciye sürprizli gelişmeler yaşatıyor. Geçen yılın Altın Palmiyeli Japon filmi ‘Arakçılar/Shoplifters’ ile ‘Parasite’ akrabalıklar taşıyor. Japon usta Hirokazu Kore-Eda bize aralarında akrabalık bağı bulunmayan ama aynı evde yaşayıp aynı masayı paylaşan beş kişilik bir ailenin, aralarına aldıkları fakir bir kız çocuğuyla yaşantısını anlatmıştı.

Japon ve Güney Kore filmlerindeki iki fakir ailenin bireyleri, karınlarını doyurmak için hırsızlık yapan, ayakta kalabilmek için her türlü yolu mubah sayan Makyavelist kişiler.

‘Parasite’in müthiş oyuncu kadrosu Bong Joon-Ho’nun mizansenine katkıda bulunuyor. Başta Güney Kore’nin ünlü aktörü, şoför baba rolündeki Song Kang-Ho olmak üzere, Park ailesinin reisini oynayan Lee Sun-Kyun, sosyetik karısı Yeon-Kyo’da Yeo- Jeong Cho, hizmetçi annede Hyae Jin Chang ve Kevin’de Jung Hyeon-Jun çok başarılılar.

Burada olağanüstü bir Koreli aktörden, Bong Joon-Ho’nun fetiş oyuncusu Song-Kang-Ho’dan bahsetmek lazım. Yönetmenin önceki önemli üç filmi ‘Memories of Murder’, ‘The Host’ ve ‘Snowpiercer’de de yer alan bu müstesna oyuncu, filmin burleskten trajediye, komediden şiddete geçmesinde birinci derecede etkili oluyor. Yumuşak başlı, saygılı şoförün imkân elde edince fırsatçı, şiddet yanlısı yönünü ortaya çıkaran bir performans izledik.

 KAOTİK ORTAM YARATMADA USTA BİR KORELİ

Yazımızı türler arasında dolaşmaktan hoşlanan, hep mesaj taşıyan filmler yapan, kaotik ortam yaratmada ustalığını kanıtlayan Bong Joon-Ho ile bitirelim.

Senaryo yazarı- yönetmen, 1969 Deagu doğumlu yönetmenin aktifinde yedi uzun metrajlı film var. ‘Barking Dogs Never Bite’ (2000) ile başlayan sinema kariyerine bir polisye olan ‘Memories of Murder’ (2003) ile devam etti. Bu filmde üç dedektif, kadınları öldüren bir seri katilin peşine düşüyordu.

Yönetmenin Cannes Festivaline katıldığı, ‘Yönetmenlerin 15 Günü’ bölümünde gösterilen ‘The Host’u (2006) bir canavar filmi idi. Seul’den geçen Han River nehrinden çıkan devasa canavar dehşet yaratıyordu.

Cannes’da yine aynı bölümde gösterilen ‘Ana/Mother’ (2009), bir annenin oğlunun üstüne yıkılan korkunç bir cinayetin asıl suçlularını aramasını anlatıyordu.

Tilda Swinton ile Ed Harris’in oynadığı, yönetmenin ülkesinin dışında yaptığı ilk film ‘Snowpiercer’ (2013) bir bilimkurguydu. Yine Tilda Swinton’la yaptığı ve Bong Joon-Ho’nun Cannes’da ana yarışmaya ilk kez katıldığı ‘Okja’ (2017) dev bir domuzun fantastik öyküsüydü. Jüri Başkanı Pedro Almodovar Netflix ürünü bu filme karşı tepki koymuş ve ardından gelen iki Cannes Festivaline Netflix’in alınmamasının yolunu açmıştı.

Son bir not: Sağanak yağmurun önemli yer tuttuğu, yağmurun öykünün seyrini değiştirdiği ‘Parasite’i izleyen Cannes takipçisi bu durumu hiç yadırgamadı. Zira bu yıl Cannes’da festival boyunca hemen her gün yağmur yağdı.

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün