Kadın ağırlıklı iki Fransız filmi

En İyi Senaryo Ödüllü ‘PORTRAİT DE LA JEUNE FİLLE EN FEU’ ile ‘SİBYL’ Cannes’da başarılı oldular

Viktor APALAÇİ Sanat
7 Ağustos 2019 Çarşamba

İki genç Fransız kadın yönetmen, Céline Sciamma (39) ve Justine Triet (41) Cannes Festivalindeki kadın sanatçıların yüz akı oldular. Duygusal bir dille anlatılan ‘Ateşli Genç Kızın Portresi’, his ve arzu temalarının hakkını veren kostümlü bir dramdı. Erkeklerin hiç gözükmediği, ekranda iki saat boyunca sadece dört kadının yer aldığı, senaristi ve yönetmeni kadın olan bu dönem filmi, ‘usta işi kadın filmi’ sıfatına hak kazanıyor. Film bir lezbiyen ilişkiyi zarafet içinde işliyor.

‘Sibyl’de biri psikiyatr, biri aktris, diğeri yönetmen üç sorunlu kadın kahraman var. Triet’nin duygularını ifade etmedeki becerisi, mizah kullanmadaki ve özgün konu seçmedeki becerisiyle, uyumlu bir oyuncu kadrosu ‘Sibyl’i birinci sınıf bir seyirlik yapıyor.

72. Cannes Film Festivali’nde Fransa’yı temsil eden beş yönetmenden ikisi kadındı. Bunlardan Céline Sciamma ‘Ateşli Genç Kızın Portresi/Portrait de la Jeunne Fille En Feu’ ile En iyi Senaryo Ödülü’nü kazandı. Justine Triet’nin ‘Sibyl’i ödül listesine giremedi ama kadın psikolojisini aktarmadaki becerisiyle çok beğenildi.

Senarist olarak tanınan genç yönetmen Céline Sciamma (39) dördüncü uzun metrajlı filmi ‘Portrait de la Jeune Fille En Feu’de ilk kez dönem filmini deniyor. Duygusal bir dille anlatılan bu kostümlü drama, his ve arzu temaları etrafında dönen bir tarihi fresk.

Senaryo ve diyalogları bir kadın tarafından yazılan, ekranda iki saat boyunca yalnız dört kadının yer aldığı, erkeklerin hiç gözükmediği ve bir kadın tarafından yönetilen ‘Ateşli Genç Kızın Portresi’ tam anlamıyla bir kadın filmi.

Duygu yüklü bir aşk şarkısı olarak nitelendirilebilecek film, klasisizmi ve romantizmi harmanlarken modern de olabiliyor ve etkileyiciliğini taşıdığı estetik duygudan alıyor.

Céline Sciamma ‘La Naissance des Peuvres’(2007), ‘Tomboy’ (2011) ve ‘Bande des Filles’den (2014) oluşan trilojisinin ardından, kadın karakterlerden oluşan bir film yapıyor.

Sinemayla resim sanatını birleştiren film

Céline Sciamma, erkeklerin koyduğu kurallarla yaşamaya şartlanmış kadınların kaderine isyan ediyor. ‘Ateşli Genç Kızın Portresi’, toplumun koyduğu kurallar doğrultusunda, evlilik yaşı gelen genç bir kızın tanımadığı bir erkekle evlendirilmek üzere, hayatını geçirdiği manastırdan baba evine getirilmesinin hikâyesi.

Fransız yönetmen, kadınların özgür iradelerini kazanmak uğruna güçlü bir savaş vermeleri gerektiğini bu son filminde yineliyor. Güçlü kadın karakterleri yücelten bu film, Jane Campion’un başyapıtı Altın Palmiye Ödüllü ‘Piyano Dersi’ ve ‘Portrait of a Lady’sini akla getiriyor.

Film 18. yüzyılın sonlarında (1770) resim hocası Marianne’ı (Noémie Merlaut) bir grup talebesine portresini çizmeleri için poz verdiği bir sekansla açılıyor. Ardından Marianne’ı, yanında resim malzemeleri olduğu halde, bir sandalda ıssız bir adaya yaklaştığı tehlikeli bir yolculukta görüyoruz.

Kendisi Britanya’nın gözden uzak bir adasında, evlilik arifesinde bir genç kızın portresini yapmakla görevlendirilmiştir. Evlendirilmek için manastırdan çıkarılan, arzusu dışında evlenmeye karşı çıkan Héloise (Adéle Haenel), gelinlik portresinin yapılmasını da tasvip etmemektedir.

Kontes annesi (Valeria Golino) Héloise’den Marianne’ın ressam kimliğini gizler, kendisine gündüz gezmelerinde eşlik etmekle görevlendirildiği yalanını söyler. Marianne gündüz incelediği modelini gece tualine yansıtacaktır. Zeki bir kız olan Héloise durumu kavrar ve Marianne’a poz vermeye hazır olduğunu söyler.

Tutkulu lezbiyen ilişki

Günler geçince bu iki kadın yakınlaşır. Marianne müstakbel gelinin son özgürlük günlerini, yaklaşan düğün öncesi paylaşma fırsatı bulur. Kontesin, Milanolu bir aristokrat ile evlenmek üzere olan büyük kızının intihar etmesinden sonra, gelin olarak erkek tarafına küçük kızı Héloise’i teklif ettiğini öğreniriz.

Filmde, değişik çevrelerden gelen, birbirlerine yabancı iki kadın, şehirli sanatçı ile gençliğini rahibe eğitimiyle geçiren genç kız arasında zamanla bir yakınlaşma başlar. Sonra ikili kendilerini tutkulu bir lezbiyen ilişki içinde bulurlar.

Abdullatif Kechiche’in Altın Palmiyeli ‘Mavi En Güzel Renktir/La Vie d’Adéle’i akla getiren film, ilki kadar cüretli olmasa da, iki kadın arasındaki tensel ilişkiyi zarafet içinde işliyor. Burada Adéle Haenel ile Noémie Merlaut’nun yönetmen Sciamma’nın mizansenini kolaylaştıran müthiş performanslarının altını çizmek lazım. Céline Sciamma senaryosunda Marianne rolünü Adéle Haenel’i düşünerek yazdığını söyledi.

İkili ilk işbirliği yaptıkları ‘La Naissance des Pauvres’den on yıl sonra tekrar bir araya geliyorlar. İki başrol oyuncusunun parlak performanslarına, hizmetçi Sophie rolündeki Luana Bairimi de katkı veriyor. Sinemayla resim sanatını birleştiren film Jacques Rivette’in ‘Belle Noiseuse ünü ve Victor Erice’nin ‘Le Songe de la Lumiere’ini akla getiriyor.

Son bir not: C. Sciamma senaryosunu yazdığı, En İyi Animasyon Film Avrupa Ödüllü ‘Ma Vie De Courgette’ ile En İyi Uyarlama Senaryo dalında César Ödülü kazanmıştı.

 

Üç sorunlu kadın

Yine genç bir kadın yönetmenin, Justine Triet’nin (41) elinden çıkma ‘Sibyl’ Cannes’da çok iyi karşılandı. Henüz üçüncü uzun metrajlı filmine imza atan, senaryo yazarı-editör-yönetmen Justine Triet, ‘Victoria’ (2016) ile Eleştirmenler Haftası’na geldiği Cannes Festivalinde ‘Sibyl’ ile ilk kez ana yarışmaya katıldı.

Justine Triet’nin Arthur Hariri’yle müştereken yazdıkları ve mükemmel karakter tahlilleri barındıran renkli ve ustalıklı senaryosunda zeki sürprizler var.

Triet’nin duyguları ifade etmedeki becerisi, mizah kullanmadaki ve özgün konu seçmedeki becerisine olağanüstü bir oyuncu kadrosu destek verince, ‘Sibyl’ birinci sınıf bir seyirlik oluyor.

Filmin ilginç üç kadın kahramanı var. Arzuladığı romanı yazabilmek için asıl işi psikiyatriyi bırakan Sibyl, ilk filmini çevirirken partnerine aşık olan Margot ve filmin insan sarrafı yönetmeni Mika.

Çocukları ve eşiyle mutlu görünen bir yuvası olan Sibyl (Virginie Efira) başarılı bir psikiyatrist iken, roman yazma tutkusuna fırsat tanımak için hastalarının kimini terk eder, kimini meslektaşlarına yönlendirir. Bu zorlu süreci tamamlayıp arzuladığı romanı yazmak için ilham gelmesini beklerken yolu genç bir aktris olan Madelaine (Adéle Exarchopoulos) ile kesişir.

Madelaine, film çekimi devam ederken, yönetmenin (Sandra Hüller) eşi olan filmin başrol oyuncusu Igor’a (Gaspard Ulliel) aşık olmuş ve kendisinden hamile kalmıştır. Ne yapacağına karar veremez durumda, Sibyl’e bir yardım çığlığıyla yaklaşan Madelaine, çocuğu hemen aldırmazsa kariyeri başladığı yerde bitecektir.

Igor’un kadın düşkünü bir çapkın ve bir yalancı olduğunu bilen Madelaine, doğurmak ile kürtaj yaptırmak arasında kararsız kalmıştır. Ağır depresyon geçiren, panik içindeki bu genç kadının talebine duyarsız kalamayan Sibyl işin içine girmeyi kabul eder. Ve filmin çekildiği Stromboli’ye gider.

Sibyl burada tanıştığı yönetmen Mika’nın kocasının bu son macerasından haberdar olduğunu öğrenir. Yakışıklı aktörün cazibesine kapılıp aynı yatağı paylaşması olayları içinden çıkılmaz bir kargaşaya dönüştürür.

İkilem yaşayan Sibyl, yeni hastası Madelaine ile yaptığı konuşmaların tümünü gizlice kaydetmiştir. Psikiyatri seanslarının içeriğini yazmayı düşündüğü romanda kullanma isteği işleri büsbütün karıştırır.

Baş döndürücü bir hızla gelişen olaylar, izleyiciyi Sibyl’in çıkan kitabının imza günündeki final bölümüne taşır.

Filmde iki güçlü iş kadını deneyimlerini etik olmayan bir tarzda kullanıyorlar; Sibyl hastasıyla yaşadıklarını, yaptığı Hipokrat yeminine ihanet ederek, bir romanda kullanıyor. Yönetmen Mika, başarıyı yakalamak yolunda, oyuncularının duygularını hiçe sayarak Makyavelist yüzünü ortaya koyuyor. Filmde herkes, herkesi kullanıyor.

Justine Triet’nin kariyerindeki üç film de aynı ana tema etrafında dönüyor. İş hayatıyla aile hayatı arasındaki zorlukları ve bunalımları yaşayan kadın kahramanları hep filmin odağına yerleştiriyor.

Senarist-yönetmenin evli çiftler, aşk, tutku, bunalım, yaratıcılık, travmalar ve yalanlar gibi birçok temanın hakkını verdiğini teslim edelim. Sürükleyici sinema diline deneyimli bir oyuncu kadrosu destek vermiş.

İkinci filmi Cannes’ın Yönetmenler Haftası’nın açılışını yapan ‘Victoria’da (2016) avukat rolünü oynayan Virginie Elfira, ‘Sibyl’deki psikiyatrist kompozisyonuyla harikalar yaratıyor.

Yönetmen olmadan Altın Palmiye sahibi olan (Léa Seydoux ile birlikte) ilk iki oyuncudan biri olan Adéle Exarchopoulos, bunalımdaki tecrübesiz aktris rolünde çok başarılı. Aynı sahnede hem komik, hem duygusal, hem etkileyici olabilen Belçikalı Virginie Elfira’nın karşısında deneyimli aktör Gaspard Ulliel rolünün hakkını veriyor.

Maren Ade’nin unutulmaz filmi ‘Toni Erdmann’ (2016) başyapıtının aktrisi Sandra Hüller, oyuncularıyla başı dertten kurtulamayan film yönetmeni rolünde başarılı.

Son bir not: Justine Triet’nin ilk uzun metrajlı filmi ‘La Bataille de Solferino’ (2013), seçim öncesi kampanyalarını anlatan psikanalitik bir komediydi.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün