Kraliçe Elizabeth’in Yahudi dostu kayınvalidesi: Prenses Alice

Bahar AKPINAR Perspektif
13 Kasım 2019 Çarşamba

Bilindik kraliyet hikâyelerin çoğu birbirine benzer. Halktan bir genç kız, soylu bir prensle evlenir ve masalsı bir hayat başlar. Oysa Prens Philip’in annesi, Kraliçe Elizabeth’in kayınvalidesi olan Prenses Alice’in hikâyesi bu klasik kurguya pek uymaz. Kraliçe Victoria’nın torununun çocuğu olan Prenses Alice sıra dışı kişiliği ve olağanüstü yaşamıyla kendi masalını kendi yazanlardandır. Bilinen masalların aksine bu masalda savaşlar, akıl hastaneleri ve sürgünde geçen yıllar vardır.

Hikâye, Prens Harry ve Meghan Markle’ın nikâhlarına ev sahipliği yapan Windsor Kalesinde başlar. 1885 yılında burada doğan Prenses Alice ileri derecede işitme engellidir. Ancak azimli kişiliği ile bu engeli aşar. Sekiz yaşına geldiğinde kusursuz bir dudak okuyucusu olan Alice, bir genç kız olduğunda üç yabancı dili dudak okuyarak anlayıp konuşabilmektedir. Akıcı konuşması ve hızlı dudak okuması sayesinde sosyal hayatı yaşamada sıkıntı yaşamaz. 17 yaşındayken katıldığı Kral Edward VII’ın taç giyme töreninde Yunanistan Veliaht Prensi Andrew’a ilk görüşte aşık olur. Bu karşılıklı bir aşktır. Genç çift bir yıl sonra, 1903 yılında, evlenirler. Böylece Alice, Yunanistan Kraliyet Ailesine katılmış olur.

On yıl içinde dört kız çocuğu doğurur. Ailenin en küçüğü olan Prens Philip, 1922’de Yunanistan –Türkiye arasındaki savaş günlerinde doğar. Savaş sırasında çocuklarını geride bırakarak Yunan cephesinde revirler kuran ve bilfiil hemşirelik yapan Prenses Alice, 1913’te annesine yazdığı mektuplardan birinde baktığı hastaların durumunu anlatırken savaşın ve cephede olmanın ne denli sert ve sarsıcı bir deneyim olduğundan bahsetmektedir. Ancak yaşamındaki sarsıcı deneyimler henüz yeni başlamaktadır.

Savaşın ardından cumhuriyetin ilan edilmesiyle kraliyet ailesi Yunanistan’dan sürülür. İngiliz donanmasına ait bir gemiyle Paris’e doğru yola çıkarken sadece tahtlarını, servetlerini değil yaşam amaçlarını kaybetmiş insanlara dönüşürler. Paris sürgününün başlarında güçlü durmaya çalışan aile zamanla kaybedilen itibarın ağır duygusal çöküntüsünü hissetmeye başlar. Avrupa’nın çoğu kraliyet ailesiyle kan bağı olan Prenses Alice ve Prens Andrew, kalabalık aile toplantılarına davet edildiklerinde eskiden olduğu gibi masanın orta yerinde değil de, kenar kısmında kendilerine ayrılan yerlere oturmaya başlarlar. Masada kimsenin dudağını okuyamayan Alice, uzaktan duyduğu her kahkahayı üzerine alınmaya başlar. Akrabalarının kendisi ve ailesiyle dalga geçtiğini düşünmekten kendini alamaz. Kırılan gururu giderek içine kapanmasına ve dine düşmesine neden olur.

Sürgünde Rum Ortodoks Kilisesine kaydolarak Ortodoksluğu seçen Alice’in kendine kurduğu dünyada sadece İsa vardır. Psikolojisi hızla bozulmaya başlar. İsa ve Buda ile irtibat halinde olduğundan, onlarla konuştuğundan bahsetmeye başlar. Derken konuşmaların tonu değişir. İsa ile flörtleştiklerini ve kendisine imzalı bir fotoğrafını verdiğini söylediğinde Alice için akıl hastanesinin yolu görülür.

Berlin yakınlarındaki psikanalitik bir klinik olan Schloss Tegel’e yatırılır. Psikanalizin yeni yeni ortaya çıktığı ve akıl hastalıkları tedavisinde moda olduğu bu günlerde Schloss Tegel öncü bir klinik olmasının yanı sıra, psikanaliz deneylerinin yapıldığı bir merkez olarak da ünlüdür. Alice bu deneklerden biri olur. Kliniği ziyaret eden Sigmund Freud bu ünlü hastayla bizzat ilgilenir. Alice’in İsa ile kurduğu romantik ve cinsel hayallerin geçmişte kalan, yaşanmamış ve bastırılmış bir ilişkiyle bağlantılı olduğunu düşünen Freud, paranoid şizofreni tanısı konan genç kadının libidosunu yok etmek için rahmine yüksek dozda radyoterapi uygulayarak onu menopoza sokmaya çalışır. Akıl hastalıklarının tedavisinde tıbbi uygulamalara karşı olan ve bilinçaltına inilmesinde öncü olan Freud’un uyguladığı bu tedavi kendi görüşlerine zıtlık teşkil etmesi bakımından ilginçtir.

Buradaki günlerin ardından Alice ‘sağlığına kavuşmuş’ olarak ailesinin yanına gönderilir. Ancak akıl hastalığı teşhisi silinmez bir damga gibidir. Ailesi Alice’in iyileştiğine emin olamamakta, onu uzaklaştırıp kontrol altında tutmanın daha doğru olacağını düşünmektedir. Bir süre sonra bu kararlarını uygulamaya koyarlar. Alice, İsviçre’deki Belle Vue kliniğine kapatılır. Burası zengin ve saygın ailelere mensup hastaların kaldığı bir akıl hastanesidir. Aynı zamanda hapishane görevi de gören ve ailenin onayı dışında hastaların salınmadığı bu klinikte Alice tam üç yıl geçirir. Bu zaman zarfında ailesi dağılmaya başlar. Kocası Prens Andrew kendine başka bir hayat arkadaşı seçerek güney Fransa’ya taşınır. Evlilikleri yasal olarak bitmese de fiilen sonlanmıştır. Kızlarının üçü Nazi subayları ile evlenirken, küçük oğlu Philip İngiltere’deki akrabalarının himayesinde Deniz Harp Akademisine yazdırılır.

Belle Vue’de kaldığı günlerde kızlarından biri ailesiyle birlikte geçirdiği uçak kazasında hayatını kaybeder. Özel izin ile klinikten çıkan Alice, geri döndüğünde kendisini akıl hastanesine kapatanların bizzat özlemlerini çektiği ailesi olduğunu öğrendiğinde derin bir güvensizlik içine düşer. Kızının kaybından kısa bir süre sonra annesinin izni ile klinikten çıkartılır. Ancak Alice ailesinin yanına dönmez. Sonraki beş yıl boyunca kendisinden haber alınamaz. Avrupa’nın çeşitli yerlerindeki küçük otellerde konaklayarak geçen beş yıllık kayıp hayatı Yunanistan’a girişine izin verilmesi ile sona erer. 1938’de Atina’ya geri döner.

Tek hayali yıllardır özlemini çektiği oğlu Prens Philip ile birlikte aynı çatı altında yaşamaktır. 1938’de oğluna yazdığı mektupta tuttuğu iki katlı daireden bahsederken birlikte yaşamayı ne çok istediğinden bahseder. Ancak ailenin geri kalanı Philip’i Yunanistan’da belirsiz bir hayata göndermeyi istemez. Onun yerinde gelecek vaat eden bir subay olarak İngiltere’de kalmasını tercih ederler. Böylelikle Alice bir kez daha oğlundan ayrı kalır.  

Nisan 1941’de Almanlar Yunanistan’ı işgal ettiklerinde Alice, üç kızı Nazi subayları ile evli, tek oğlu İngiliz donanmasında Almanlara karşı savaşan, eskiden kraliçesi olduğu kentte kuşatma altında sıkışıp kalan yalnız bir kadındır. Ne var ki mücadeleci ruhu boş durmaz. Elindeki imkânlarla bir aş evi açarak halka çorba dağıtmaya başlar. İngiltere’deki akrabalarından zar zor gelen yardımları halkın karnını doyurmak için kullanır. 1943’e gelindiğinde durum iyice kötüleşir. Naziler Yunanistan’da bulunan Yahudilerin tahliyesine başlarlar. Selanik’te toplanan 600 bin Yahudi’den bazıları kaçarak Atina’ya gelir. Bunlardan biri ülkenin tanınmış Yahudi ailelerinden ve Yunanistan Kraliyet ailesinin yakın aile dostları Cohen Ailesidir.

Freddy, Rachel ve Tilde Cohen Selanik’ten kaçmayı başarırlar. Cohen’lerin Atina’ya kaçtıklarını öğrenen Alice onları bulmaya çalışır. Bu sırada mucize gibi bir olay gerçekleşir. Cohen’ler tam Alice’in evinin önünden geçerken birden kapı açılır ve Alice’in yanında çalışan kadınlardan biri Prenses Alice’in onları aradığını, kesinlikle görmek istediğini ve onları saklamaya hazır olduğunu söyler. Sonraki bir yıl süresince Prenses Alice, Cohen ailesini Atina’nın göbeğindeki rezidansının en üst katında saklar. Atina’daki savaş günlerinde Alice bir yandan aş evinde halkı doyurmaya, bir yandan evinde dostlarını korumaya çalışır. Her gün birkaç saatini Cohen’lerle geçirir. Yakalanması halinde hiçbir kurtuluşunun olmadığını bilen, yılları akıl hastanelerinde geçmiş bu cesur kadın, evi Gestapo tarafından aranmaya gelindiğinde işitme engelini bir silah olarak kullanıp onları evinden gönderecek kadar akıllıdır.

1944’te Atina özgürlüğüne kavuştuğunda Alice, oğlu Prens Philip’in Prenses Elizabeth ile evlilik törenine katılmak için İngiltere’ye gider. Bu, dört kızının nikâhlarına katılmasına izin verilemeyen Alice’in bir anne olarak gördüğü tek nikâhtır. Nikâhtan hemen sonra 63 yaşındaki Prenses Alice yine sırra kadem basıp ortadan kaybolur. Bir sonraki ortaya çıkışı şok etkisi yaratacak kadar güçlüdür.

1953’te Kraliçe Elizabeth’in taç giyme töreninde kameralar mücevherler, şaşaalı giysiler içindeki kraliyet ailesine odaklanmışken gri rahibe elbiseleri içinde tören yürüyüşü yapan biri göze çarpar. Bu Prenses Alice’dir. Aradan geçen zamanda rahibe olmuş, elindeki son kraliyet mücevherlerini satarak Atina’nın kenar mahallerinden birinde bugün bile hâlâ sosyal bir merkez olarak kullanılan ‘The Sisterhood of Martha and Mary’ adlı bir organizasyon kurmuş ve bir yetimhane açmıştır.

1967 yılına gelindiğinde tarih kendini tekrarlar. Yunanistan’daki askeri darbe sonucunda Prenses Alice bir kez daha ülkeden sürgün edilir. Ancak bu defa ülkeyi terk etmeyi reddetmektedir. Prens Philip Yunan makamları ile yazışarak annesinin sınır dışına çıkarılmasını engellerken karısı Kraliçe Elizabeth özel bir uçak göndererek kayınvalidesini doğduğu topraklara geri getirilmesini sağlar. Bunun sonucunda Buckingham Sarayında küçük bir odaya yerleşen Prenses Alice hayatı boyunca savaşlar, akıl hastaneleri ve aile politikaları yüzünden ayrı kaldığı oğlu ile nihayet aynı çatı altında yaşamaya başlar. Saraya yerleştikten iki sene sonra, 5 Aralık 1969’da hayata gözlerini yumar. Yaşamı boyunca sahip olduğu bütün maddi varlığı ihtiyacı olanlarla paylaşan bu asil kadın öldüğünde geriye sadece üç çift elbise bırakmıştı.

Prenses Alice son sürprizini vasiyeti ile yapar. Kudüs’te Zeytin Dağına gömülmek istediğini belirtmişti. 20 yıla yayılan görüşmeler sonrasında tabutu 1988’de Zeytin Dağında kurulu olan Rus Ortodoks Kilisesine taşınır. Kısa süre sonra Prens Philip annesinin mezarını ziyaret için İsrail’e gider. Bu İngiliz Kraliyet ailesinin İsrail’e yaptığı ilk ziyaret olarak tarihe geçecektir. Bu ziyarette Prens Philip’e İsrail Devleti tarafından annesine verilen The Righteous Among the Nations nişanı takdim edilir.

Prenses Alice’in çok bilinmeyen hayatı sadece kendisi için değil, dokunduğu hemen herkes için mutlu sonla biter.

 

 

 

Bu yazı aşağıdaki sitelerdeki bilgilerden derlenerek hazırlanmıştır:

https://www.yadvashem.org/righteous/stories/princess-alice.html

 

https://www.youtube.com/watch?v=rnbM0cGUTAU

 

https://www.timesofisrael.com/prince-williams-jerusalem-visit-highlights-unique-ancestor/

 

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün