‘Kaldırım Serçesi’ni izleyenler “içimizi umut kapladı” diyor

20. yüzyılın efsanelerinden Edith Piaf’ı, ‘Kaldırım Serçesi’ adlı tiyatro oyunuyla sahneye koyan Tülay Günal ile rolüne hazırlığı, Piaf’a olan kişisel hayranlığı ve bu karakterin kendisindeki yankısını konuştuk. ‘Kaldırım Serçesi’ 26 Aralık’ta Duru Ataşehir’de tiyatro severlerle buluşacak.

Zehra ÇENGİL KÜÇÜK Sanat
18 Aralık 2019 Çarşamba

Edith Piaf’ı canlandırdığınız ‘Kaldırım Serçesi’ oyunu ile sahnedesiniz. Oyundan biraz bahsedebilir misiniz?

Oyun, usta yönetmen ve yazar Başar Sabuncu tarafından 80’li yılların başlarında kaleme alınmış. 20. yüzyılın en müstesna seslerinden biri olan efsane şarkıcı Edith Piaf’ın hayatını anlatıyor. Sokakta doğmuş, annesi tarafından terkedilmiş, genelevde büyümüş. Sekiz yaşında gözlerinden çok ciddi bir rahatsızlık geçirmiş, yoksul ve neredeyse okuma-yazması bile olmayan Edith’in aklını ve yeteneğini kullanarak kendini yeniden yaratmasını, dostluklarını ve tabii aşklarını anlatıyor. O, kelimenin tam anlamıyla bir aşk kadını. Yönetmenimiz Yiğit Sertdemir, bu gerçek yaşam hikâyesini göstermeci bir üslupla sahneledi. Sahnede anlatıcı yedi oyuncu ve beş kişilik orkestra var.

Çok küçük yaşta genelev işleten anneannesine bırakılan, hayatının aşkını bir uçak kazasında kaybeden ve 48 yaşında kanserden hayata gözlerini yuman genç bir kadının dram dolu hayatı... Rolü canlandırmaya başlamadan önce okuduklarınız sizi nasıl etkiledi? Psikolojik olarak kendinizi nasıl hazırladınız?

Piaf’ın psikolojisini, doğal olarak yazılı metin üzerinden yorumladım. Onunla ilgili özellikle ölümünden sonra yapılmış çalışmaları inceledim. Aynı şekilde, söylediği parçaları ve görebildiğimiz hayatını da. Burada önemli olan hem onun hayatına ve şarkısına sadık kalmak hem de Başar Sabuncu’nun Piaf’ını Yiğit Sertdemir’in dünyası ile buluşturmak ve bunları seyirciye taşımak. Gülriz Sururi 80’lerin başındaki performansıyla çok büyük bir iz bıraktı. Biz de yaklaşık kırk yıl sonra iz bırakan bir iş yapmaya çalıştık. Takdir seyircinin…

Edith Piaf’ın yaşam hikâyesinde sizi en çok etkileyen ne oldu?

Büyük aşkı Marcel Cerdan’ın uçak kazasında ölmesi. Kim bilir, eğer “hemen gel” diye baskı yapmasaydı Cerdan belki de uçak saatini değiştirmeyecekti.

Attila İlhan, bir kitabında “Piaf’ın ölmesi, gerçekte kıyısından köşesinden bizim de tanıdığımız eski bir Fransa’nın ölmesi demekti” demiş; katılıyor musunuz?

Katılıyorum. Ancak şarkılarıyla, sesiyle yaşıyor Piaf ve hep yaşayacak.

Aslında Piaf, sayısız trajedi yaşamasına rağmen yine de hayata sarılmış. Siz de güçlü bir kadın mısınız?

Güçlü olduğumu sanıyorum. Hayat gösterir.

Edith Piaf şarkılarını söylerken ruhunuzu hangi duygu kaplıyor ve seyirci oyununuzdan nasıl duygularla çıkacak?

Müstesna bir sanatçının hayatını, trajedisini, sesini sahneye taşımaya çalıştık. Seyircinin oyun ile kurduğu özel ilişkiye dair bir şey söylemek çok zor. Onu sadece kendi bilir; kendi deneyimleri, biriktirdikleri devreye girer. Bazı seyirciler oyun sonunda “içimizi umut kapladı” diyor. Bunu çok kıymetli buluyorum. Şarkıları söylerken tek bir duygudan söz etmem çok zor. Karışık, karmakarışık duygular.

Neolitik çağda, Göbeklitepe’de yaşıyor olma arzunuz varmış, sebebini öğrenebilir miyiz?

Evet, öyle bir soru sorulmuştu. Biliyorsunuz Göbeklitepe’nin keşfi insanlık tarihini değiştirdi. Şimdiye kadar bu konuda bildiğimiz birçok şey altüst oldu. Tarihçiler de büyük şok yaşadı. Bence bunlardan en önemlisi, kültür ve sanatın insanoğlunun yerleşik düzene geçmesiyle başladığı bilgisinin Göbeklitepe ile yerle yeksan olması. Yerleşik düzen yok ama kültür ve sanat var! Buradaki eserler büyüleyici. 13 bin yıl öncesinden bahsediyoruz...

“Bu ülkede tiyatro yapmak gerçekten zor”

Meslek hayatınızda imza attığınız başarılarla birçok ödülün de sahibi oldunuz. Ödül sizin için nasıl bir motivasyon?

Ödülün hayatımda bir motivasyon olduğunu söyleyemem. Verirlerse sevinirim ama vermezlerse kızmam; ama hepsini saklarım! Altıdan Sonra Tiyatro çok zor şartlarda ve borçlanarak bu işi hayata geçirdi. Bu ülkede tiyatro yapmak gerçekten zor. Kaygılarla, korkularla iş yapıyoruz. Devletin kültür ve sanata destek olan kuruluşlardan vergi muafiyetini kaldırması, bu yüzden sponsor bulunamaması gibi o kadar çok sorun var ki... Ekipteki tüm arkadaşlarım bu işe inandı, oyunun çıkması için büyük fedakârlıklarda bulundular. Bu bakımdan seyirci bizi yalnız bırakmaz, bu emeği görür ve takdir ederse en büyük ödül bu olur. Benim en büyük motivasyonum budur.

Oyunculuğunuzla olduğu kadar şarkı söylediğiniz performanslarınız da tiyatro severlerin favorisi. Sizce bir oyuncunun ses performansı ne kadar önemli?

Oldukça önemli. Bir dönem tiyatro sınavlarında -en azından kendi okulumdan örneklerle gidersem- çok yetenekli olsanız da sesiniz vasatsa kazanamazdınız. Acımasız bir yaklaşım gibi gelebilir. Ancak ses ve bedenin birlikte uyumlu kullanılabilmesi bir oyuncu için çok önemlidir. Sonuçta oyunculuk sadece kelimelerin iyi ve yetkin aktarılması değildir.

“Birbirine benzeyen işlerin alıcısı kalmadı”

Dizilerde dijital dünyaya dönüşümün Türk yapımları arasında en sevilen temsilcilerinden ‘Fi’de oynadınız. İnternet dizileri sizce televizyonların yerini alacak mı?

Alacak gibi görünüyor. Özellikle genç kuşağın ilgisi o yönde. Artık sürekli yinelenen birbirinin çok benzeri işlerin alıcısı kalmadı. Birçok insan, değil dizi izlemek televizyonu bile açmıyor. Dijital mecradaki işler daha çok takip ediliyor gibi geliyor bana. ‘Fi’ gerçekten çok ses getirdi.

Tiyatro projesi dışında yakın zamanda sizi ekranlarda görecek miyiz?

Yakın zamanda pek kolay değil ama önemli olan projenin kalitesi.