Bürlesk bir masal

Cannes’dan Özel Mansiyon ve FIPRESCI Ödülü sahibi ‘BURASI CENNET OLMALI’ Elia Suleiman’ın zeki bir parodisi

Viktor APALAÇİ Sanat
11 Mart 2020 Çarşamba

Absürt mizahı eşliğinde günümüz dünyasına bir bakış atan kara mizahın öne çıktığı filmde, Elia Suleiman ironi sanatındaki becerisini ölçülü bir melankoli duygusuyla gözler önüne seriyor. Filmin konusunu, ülkesinden ayrılıp yeni bir hayat kurmanın peşindeki bir sanatçının kimliğini, milliyetini ve aidiyetini araştırma hikâyesi olarak özetlemek mümkün.

Dikkatli bir gözlemci olduğunu kanıtlayan Suleiman, minimalist bir mizansen eşliğinde son derece yaratıcı, cüretli, özgün, şiirsel ve satirik bir film yapmış. Alteregosu ES, dünyanın hangi köşesine giderse gitsin memleketi Filistin peşinden gelir. Yakasını bırakmayan ülkesi, ES’i gündelik hayatı içinde absürt ve komik durumlar içine sürükler.

 

Elia Suleiman’ın ‘Burası Cennet Olmalı/It Must Be Heaven’ının son Cannes Film Festivali’nde FIPRESCI Ödülü’nü kazanması, uluslararası eleştirmenlerin bu filmi festivalde yarışanların en kalitelisi olarak gördükleri anlamına geliyor.

Alejandro Gonzales Inarritu başkanlığındaki jüri heyeti de bu kanaate uyduğunu, filmi özel bir mansiyon ile ödül listesine dâhil etmekle göstermişti. Bu otobiyografik filmde ‘dünya vatandaşı’ konumundaki Suleiman, kendisini oynarken dünyanın üç köşesinden (Nasıra- Paris- New York) insanlık durumu tespitleri yapıyor.

Uluslararası Eleştirmenler Birliği (FIPRESCI), ödülün gerekçesini şöyle açıklamıştı: “Mizahtan beslenen içeriğiyle ‘Burası Cennet Olmalı’ kültürel farklılıklarla, politik kriterlerle, dinler üstü bir hikaye anlatıyor. Dikkatli bir gözlem gücünün eseri olan film, sergilediği koreografik sinematografisiyle, absürt tonuyla ikiyüzlülüğümüze ayna tutuyor.

‘Bana her şey seni hatırlatıyor’

Elia Suleiman’ın alteregosu ES, yeni bir memleket arayışını sürdürdüğü filmde, dünyanın hangi köşesine giderse gitsin memleketi Filistin peşinden gelir. Yakasını bırakmayan ülkesi, ES’i gündelik hayatın içinde absürt ve komik durumların içine sürükler. Film bu yönüyle ‘Neresi gurbet, neresi memleket?’ sorusuna cevap arıyor.

59 yaşındaki, Nazareth (İsrail) doğumlu, Ortodoks Rum kökenli yönetmen- aktör, Filistinli Elia Suleiman ülkesini terk ettikten sonra kendisine kucak açan ABD ve Fransa’da yaşadı. Filmlerinde bu gönüllü sürgün yıllarında, doğduğu toprakların kendisini hep gölge gibi takip ettiğini anlattı.

Üç bölümlük skeçlerden oluşan ‘Burası Cennet Olmalı’nın açılış sekansı, Hazreti İsa’nın doğum yeri olan Nasıra’da geçiyor. Evinin balkonundan sessizce dışarıyı seyreden ES, komşularından birinin, bahçesindeki limon ağaçlarından limon toplayıp dallarını budamasına tepkisiz kalıyor. Burada Suleiman, Eran Riklis’in ünlü filmi ‘Limon Ağacı/Lemon Tree’ye (2008) saygı duruşunda bulunuyor.

Dünya vatandaşı ES, çekeceği İsrail-Filistin gerginliği konulu filmin Fransız yapımcısıyla buluşmak için Paris’e gidiyor, senaryosu reddedilince New York’a geçiyor.

‘Burası Cennet Olmalı’nın konusunu ülkesinden ayrılıp yeni bir hayat kurma peşindeki bir sanatçının, kimliğini, milliyetini ve aidiyetini araştırma hikâyesi olarak özetlemek mümkün. Gurbette her şeyin kendisine ülkesini hatırlattığını anlatan Suleiman filminde şu soruya cevap arıyor: “Kendini nerede evinde hissedebilirsin?”

Dikkatli bir gözlemci olduğunu kanıtlayan Filistinli sanatçı son derece zeki, yaratıcı, şiirsel, cüretli, satirik ve özgün bir filme imzasını atıyor. Batı dünyasının Filistin’e önyargılı bakışını eleştiren film, dünyanın gittikçe kötüleşen hal ve gidişi üzerine parlak bir meditasyon.

Sessiz sinemaya saygı duruşu

Sessiz sinemanın görsel olanaklarını kullanırken ‘Burası Cennet Olmalı’ Fransız pandomim ustası, eşsiz Jacques Tati’yi akla getiriyor. Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ı galibi ‘Amcam/Mon Oncle’da (1958) Monsieur Hulat karakterini canlandıran Jacques Tati, film boyunca tek bir kelime kullanmıştı. O da gereksiz bir kelimeydi. ES’in ağzından çıkan tek sözcük Filistin…

Elia Suleiman bu son filminde sessiz sinemanın Onur Oscar Ödülü sahibi iki efsanesini; Buster Keaton (1895-1966) ile Charles Chaplin’i (1889-1977) akla getiriyor. Sessiz sinemanın en büyük başyapıtlarından birinin yaratıcısı olan Chaplin, ‘Limelight’taki (1952) müthiş besteleriyle En İyi Müzik Oscar Ödülü’nün sahibi olmuştu. Elia Suleiman absürt mizahı eşliğinde günümüz dünyasına bir bakış atıyor. Kara mizahtan beslenen bu politik film Suleiman’ın ironi sanatındaki becerisini ölçülü bir melankoli duygusu eşliğinde gözler önüne seriyor.

Nasıra’da devriye gezen İsrail tanklarını, Paris’te gösterilerini ve protestolarını sürdüren Sarı Yeleklileri, New York’ta AVM’lere omuzlarındaki makineli tüfeklerle giren Amerikalıları, çatışmaları orantısız güç kullanarak bastıran polisi gösteren sahnelerle film günümüz toplumsal hayatına ayna tutuyor.

Nasıra’da arabada iki erkeğin yanında gözleri bağlı oturan kız belki de günümüz kısmetsiz Ortadoğu’sunun bir simgesi. Paris’te Notre Dame Kilisesini, Louvre Müzesini, Seine Nehrini, Metro’yu, Place de la Victoire’ı gezen ES, oturduğu kafenin önünden geçen güzel kadınları seyreder.

Paris’in Luxembourg Parkından sonra New York’un Central Parkında gezinen ES’e gördüğü her şey memleketini hatırlatır. New York’ta bindiği taksinin siyahi şoförü tarafından tanınan ES, şoförün karısına telefon açıp ‘Karafat’ın (!) ülkesinden birini taşıyorum demesine tanık olur. New York’ta kaldığı otel odasında laptopunda yazı yazarken pencereden giren minik serçe her kovuluşunda dönüp laptopuna konar. Kendi alteregosu olarak karşımıza çıkan ES, askeri geçit törenlerini, New York sokaklarını ve Central Park’taki mini etekli güzel kızları gözlemliyor. Medeniyetin beşiği olarak tanımlanabilecek Paris, New York gibi metropollere yaptığı ziyarette, gittiği her yerde, polis, sınır kontrolleri ve ırkçılık ES ile birliktedir.

Şapkamın altındayım

Yeni bir topluma entegre olabilmek için elinden geleni yapan ES, herkesin ona sürekli nereden geldiğini hatırlatması ile karşı karşıya gelir. Filmde batıdaki günlük hayatındaki gözlemlerinin kendisini yabancılaştırıcı durumlar içine soktuğuna tanıklık ederiz.

Film boyunca şapkasını başından eksik etmeyen Elia Suleiman, ‘Burası Cennet Olmalı’nın Cannes’daki galasında, basın konferansında, hatta Kapanış Galasında ilan edilen ödülünü almak için çıktığı podyumda şapkasını başından çıkarmıyor. Cannes’da festivalin son gününe konan bu minimalist filmi festivalden erken ayrılanlar izleme olanağı bulamadı. Basın gösterimi sonundaki alkışlar ve Elia Suleiman’ın basın gösterimindeki gazetecilerin övgü dolu yorumları, programın bu son filminin muhakkak ödül listesinde yer alacağının habercisiydi.

Nitekim ertesi gün ilan edilen ödül listelerinde, FIPRESCI jürisinin de ana yarışma jürisinin de bu nefis parodiye ilgisiz kalmadıkları tescil edilmiş oldu. Filmde kendini oynayan Elia Suleiman, Oscar Ödüllü Fransız komedyen-yönetmen Pierre Etaix’yi akla getiren yorumuyla, oyunculuğunun da diğer hasletleri kadar parlak olduğunu kanıtlıyor. Meksikalı aktör-yapımcı Gael Garcia Bernal, filmdeki kısa rolünde kendini oynuyor.

Tunuslu futbolcu Sofian Fegouli’nin vatandaşı ve adaşı Sofian El Fani, görüntü yönetmeni olarak, sabit kadrajlı çalışmalarıyla filmin başarısına ortak oluyor. El Fani’yi Altın Palmiye Ödüllü, Abdellatif Kechiche’in ‘Mavi En Güzel Renktir/La Vie d’Adéle’ (2013) ve Abderrahman Sissako’nun ‘Timbuktu’sundan (2014) tanıyoruz.

Elia Suleiman, 2010’da İstanbul Film Festivali’nin davetlisi olarak şehrimize gelmişti. Sanatçının filmografisindeki on eserden üçü; ‘Kutsal Direniş/Divine Intervention’ (2002), ‘Geride Kalan/The Time That Remains’ (2009) ve ‘Bir Kayboluşun Güncesi/Chronicle of a Disappearance’ (1996) festivalde gösterilmişti. Cannes’da Jüri Ödülü ve Uluslararası Sinema Eleştirmenleri (FIPRESCI) En İyi Film Ödülü’nü kazanan ‘Kutsal Direniş’, Batı Şeria ve İsrail’de geçen konusuyla, Filistin’de farklı şehirlerde yaşayan bir kadın ve erkeğin birbirlerine duydukları aşkı, içinde bulundukları siyasi koşullardan ötürü özgürce yaşamamalarını anlatan bir kara komedi.

İsrail Devleti’nin kuruluş yılı 1948’de geçen konusuyla ‘Geride Kalan’, göç etmeyip azınlık olarak yaşamaya başlayan Filistinliler üzerine bir filmdi. ‘Bir Kayboluşun Güncesi’ Elia Suleiman’ın aile bireyleri, akrabaları ve amatör oyuncularla yaptığı bir filmdi.

‘Burası Cennet Olmalı’da tekrarlara düşse de, Ortadoğu’nun en usta sinemacılarından biri olan Suleiman’ı on yıllık bir aradan sonra izlemek büyük keyif. Sanatçı filmini ilk önce Filistin’e, sonra Fransız yapımcısı Humbert Balsan ile İngiliz yazar ve sanat eleştirmeni John Berger’e adamış.

**

It Must Be Heaven

Sen ve Yön: Elia Suleiman

Gör: Sofian El Fani

Oyn: Elia Suleiman - Gael Garcia Bernal - Tarık Kapty - Kerem Ghneim - Geogre Kehleifi

 

 

 

 

 

Etiketler:

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün