Antik Yunan’a göre ‘Hayat’ eve sığar mı?

Toplum
8 Nisan 2020 Çarşamba

MERİÇ AYTEKİN

Aristoteles’e dayandırılan çerçeveye göre Antik Yunan’da oikosve polisbirbirlerinden neredeyse kesin çizgilerle ayrılır. Birincisi bugün açısından aşağı yukarı eve veya haneye tekabül ederken ikincisi kamusal alana yani siyasetin mümkün olduğu alana tekabül eder.
Arendt’e göre ev yani oikos klasik anlamıyla biyolojik ihtiyaçların karşılandığı alan anlamına gelir. Yemek, içmek, sevişmek, üremek gibi ihtiyaçlar ev aracılığıyla karşılanır. Bu yüzden ev yapısı gereği tekrara dayanır. İnsanı insan yapan niteliklerin açığa çıktığı bir yer olmaktan ziyade ev insanı hayvanla ortaklaştıran özellikleri bünyesinde taşır. Başka bir deyişle, ev yapısı itibariyle yeni ve özgün bir şeye zemin olmaktan ziyade biyolojik varlığın sürdürüldüğü bir alandır. Evin hayatla ilişkisi onun biyolojik olarak sürdürülebilirliği ile bağlantılıdır.
Buna karşın Polis yani kamusal alan yeni fikirlerin tartışıldığı, yeniliğin ve yaratımın mümkün olduğu kolektif birliğin alanıdır. Daha geniş anlamıyla Polis konuşabildiğimiz, eyleme geçebildiğimiz ve bizi özel olarak insan yapan pratikleri geliştirdiğimiz bir dünyadır. Bu yüzden Hayat’ın kamusal kısmı bizi insan kılan tek şeydir.
Kamusal alan olmadan evi, ev olmadan da kamusal alanı tanımlamamız mümkün değildir. Bugün tüm dünya ile birlikte korona virüsü salgınından ötürü evlerimize kapanmak zorunda olduğumuz bir süreçte ev ve kamu ayrımını yeniden düşünmemiz gerekiyor. Bu önlemlere halk sağlığı açısından tartışmasız bir şekilde uyulması gerekse de bu sürecin sonunda evin nerede ve ne olduğuna dair yeni sorular sormak zorunda kalabiliriz.
Türkiye özelinde şunu açıkça söylemek gerekiyor: Sağlık Bakanlığının evde kalma çağrısı yapması sonuna kadar doğru ancak bunu hangi biçimlerde yaptığı tartışmaya açıktır. Örneğin Sağlık Bakanlığının kullandığı söylemler şunlar: Evde hayat var. Zorunlu olmadıkça lütfen evi tercih edin. Evde aile var. Evde sevgi var. Evde huzur var. Evde güven var. Evde sağlık var.”
Öncelikle vatandaşlara karşı daha şeffaf bir dil tercih edilmeli. Bir halk sağlığı krizi durumunda ev hiç de bakanlığın olmasını arzu ettiği gibi bir yer olmayacaktır. Kamusal alanın olamadığı bir süreçte ev bir ev olmaktan çıkacak ve sadece tüketimin olduğu ihtiyaçların giderildiği bir sığınak hatta bir mağara olacaktır. Bu da elimizden daha iyisi gelmediği için durumun somut gerçekliğidir. Vatandaşlar huzur dolu sıcacık yuvalarında bir süre dinlenmeye çağrılıyormuş gibi bir izlenim yaratmaktansa bunun keyifsiz ve en nihayetinde hayatsız bir deneyim olduğu açıkça söylenmelidir. Elbette bu hayattan yoksun sığınaklara kapanma deneyimini de vatandaş olarak göğüslemek zorundayız ancak evde hayatın birçok niteliğinden yoksun olduğumuzu bilerek ve kabul ederek bunu yapmalıyız.
Aynı şekilde bakanlığın iyi bir amaç ile sloganlaştırdığı ‘Hayat Eve Sığar’söylemi de oldukça yanlış çünkü daha önce de söylediğim gibi eve sığan hayat biyolojik temelli ihtiyaçların karşılandığı hayattır. Oysa insanlığı bir arada tutan başka bir hayat daha vardır ve o kesinlikle ama kesinlikle eve sığmaz hatta sığmamalıdır. 
İdeal şartlarda evin kendisi bizi kamusal olarak birlikteliğe hazırlayan bir mekân olmalıdır. Şayet bu spesifik fonksiyon dışında eve kaldıramayacağı fonksiyonları yüklemeye çalışırsak vatandaşlardan oluşan bir toplum olma niteliğimizi de kaybederiz. Kamusal alanda gerçekleşmesi gereken faaliyetleri eve sığdırmaya çalışmak evin de artık bir ev olarak varlığını sürdürmesini engeller.

Salgının tüm bu yaşamsal faaliyetleri sekteye uğrattığını kabul ederek hayatın kamusal olanından biyolojik olanı için bir süre için vazgeçtiğimizi kabullenmemiz gerekiyor. İnsanlığı bir arada tutan ve çokluğumuzu deneyimlediğimiz agoramızı yeniden deneyimleyene kadar evlerimizde kalmalıyız ancak eve hayatın sığmadığını ve sığamayacağını kabul ederek ve kamusalın özlemini içimizde taşıyarak bunu yapmamızın bu süreç bittiğinde bize çok faydası olacağını aklımızda tutalım.

 



Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün