Kusurlu beyinler, kusursuz algoritmalar

Yaşam
1 Temmuz 2020 Çarşamba

Akan Abdula-Doris Cemel


Hümanizm, 14. yüzyılda İtalya’da doğdu. Türkçe karşılığı ‘insan-merkezcilik’ olan bu düşünceye göre her şeyin asıl konusu ve merkezi insan olmalıydı. 

İnsan evrende tekti ve kusursuz bir varlık olabilme potansiyeli vardı ve haliyle de en yüksek değer kendisine atfedilmediydi. Bundan dolayı insanı daha çok geliştirmek ve yüceltmek gerektiğini söyleyen bir düşünüştü. 

Yani kutsal-merkezcilik geri plana atılmalıydı ve insan-merkezcilik esas alınmalıydı.

İleride Hümanizmin Rönesans ile ilişkisinden, Rönesans Hümanizmi doğdu. Rönesans Hümanizmi güç ve otorite karşısında insanı güçlü kılma çabasının gerekliliğinden bahsediyordu. O zaman otorite Kilise idi ve otoritesini zaten kaybetmeye çok yakındı. 

İnsanın potansiyelinin artırımı oldu olmasına da bu süreçte asıl artan kibri oldu ve ben-merkeziyetçiliği bugüne kadar taşındı. 

İnsanı kusursuz olma yeteneğinden bahseden bu düşünce, insanı özgürleştireyim derken, dünyayı yaşanılmaz hale getirdi.

İnsan kendini dünyanın tüm canlılarından üstünde ve ekosistemin sahibi olarak görmeye başladı. Doğayı tüketti. Canlıları tüketti. Ve asıl diğer insanları tüketti.

İnsan bu süreçte çok daha merhametsiz bir varlığa dönüştü.

Peki, neden böyle oldu?

Sorunun yanıtına hümanizmin içinden yanıt vermeye çalışalım.

Hümanizme göre gerçeği bulmak bir insanlık yeteneğidir ve bunun hiçbir gizemli tarafı da yoktur. Peki, insan beyni gerçeği bulmakta bu kadar yetenekli mi?

Teknoloji o seviyeye geldi ki, insanlık nörobilim üzerinden bazı beyin sırlarına daha vakıf hale geldi.

Beynimiz toplam bedenimizin yüzde 2’si ama vücudumuzun ürettiği enerjinin yüzde 25’ini tek başına tüketiyor. Yani çok maliyetli bir organımız ve onu kullandıkça daha çok enerji tüketiyoruz. 

Oysa biyolojimiz enerjimizi harcamamızı istemez ve bundan dolayı da beyin rölantide çalışır. 

Minimum beyin devrine, minimum enerji. Biyolojik formülümüz budur. Rölantide çalışabilmek için de beynin soyut sistemlere ihtiyacı vardır. Bu sistemlerden biri olan Sistem1 veya oto-pilot enerji harcamamamız için vardır. Oto pilot duygularımıza ve sezgilerimizin sayesinde çalışır. Amigdala’da, yani beynin evrimimizde erken gelişen bölümlerinde çalışır. Bu sistem günlük alışkanlıklarımızı yönlendirir, anlık kararlar vermemizi ve tehlikeli durumlarına anında tepki vermemizi sağlar.

O kadar hızlı karar verir ki, ikinci sistemimizden ciddi rol çalar. Nedir bu ikinci sistem? 

İkinci sistem rasyonel düşüncemizi yansıtır. Mantıklı karar vermemizi sağlar. Biz ona kısaca Sistem2 diyelim. Sistem2 mantığımızın, rasyonalitemizin olduğu yerdir. Ama pek kullanmayı sevmeyiz. Çünkü Sistem2 çok yavaştır ve ciddi enerji harcar.

Haliyle de bir gün içinde verdiğimiz kararların yüzde 85’ini Sistem1 ile veririz. Yani duygularımız ve sezgilerimizle karar veririz. Ve bu kararları verirken de çok ciddi hatalar yaparız. 

Özetle beynimiz enerjimizi daha az tüketmesi adına, kısa yollar üzerinden hatalı kararlar vermeye hazırdır. 

Bilgisayar terimleriyle anlatmak gerekirse; Sistem1 saniyede 11 milyon bit veri işliyor ama gelen verinin sadece 44 biti beynimizin bilinçli sistemi olan Sistem2’ye taşıyor.  

İnsan mükemmel olmaktan ve mükemmel kararlar vermekten çok uzaktır ve kendini geliştirebilse de, mükemmele asla kendini taşıyamaz. Bu biyolojik olarak imkânsızdır.

Yani özetle beynimiz mükemmel değil, beynimiz kusurlu. 

Örnek mi istiyorsunuz?

Ünlü bir deneyde şu soruyu soruyorlar: “Bir gemide 600 kişi var ve amansız bir hastalıkla pençeleşiyorlar. İki ilaç var ve deneğin seçim yapması gerekiyor. A ilacını seçerlerse 200 insan kurtulacak, B ilacını seçerse 200 insan kurtulacak ama 400 insan kurtulamayacak. Aslında iki seçenek de aynı ve insan biraz düşününce bunu bulabiliyor ama bu çerçeveleme yüzünden, A ilacını seçenlerin oranı yüzde 72 iken, B ilacının oranı sadece yüzde 28. Peki neden ilk seçeneği tercih ediyor beynimiz? Çünkü kısa yoldan, düşünmeden bir mutluluk sunuyor. 

Peki, hümanizmle birlikte, kendimizi bu denli beğenmeye başladığımız bu dünyada, sosyal medyadaki yazılımlar (algoritmalar) neyimizden yararlanıyorlar? Mükemmeliyetimizden mi?

Hayır. Onlar mükemmel olmadığımızı hep biliyorlardı. Algoritmalar beynimizin kusurlarından yararlanıyor. Kusurlu insanın kusurlarından yararlanan, kusursuz algoritmalar var hayatımızda.

En çok yararlandıkları kusurumuz da bu kendimizi beğenmişliğimiz.  Önce kendimizi bir normal standardı olarak görüp, sonra bu kriterlere göre etrafımızdaki herkesi değerlendirmeye çalışma zaafımızdan yararlanıyorlar. 

Algoritmalar bu zaafımıza bayılıyor. Karşımıza hep seveceğimiz, bize benzeyen, bizim gibi düşünen kişileri çıkartarak, bizi yapay bir mutluluğun içine sokuyorlar ve bu sayede de bize daha çok tükettiriyorlar. Yani Facebook’ta 300 arkadaşımız olabilir ama arkada çalışan algoritma sadece 30’nun içeriklerini bize gösteriyor. Çünkü 30’unun içeriği bizimkiyle benzer. Geri kalan 270 kişi aslında hayatımıza hiç girmiyor.

Peki değişmeye nereden başlamamız gerekiyor?

Farkındalığımızı artırmaktan başlamamız lazım. Kendimi tanımamız, beynimizi anlamamız, mükemmel olmadığımızı kabul etmemiz önceliğimiz olmalı. İşte o zaman dijital devrimle beraber, zaaflarımızı kullanan bu algoritmaların nasıl çalıştıklarını daha iyi anlayacak ve kendi düşünme algoritmalarımızı oluşturacağız.

Ve yıllar sonra bu dijital rüyadan uyandığımızda, belki kendimize yeni bir yol çizmeye hazır olacağız…

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün