Hiçbirimizin burnu uzamiyor!

Avram VENTURA Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Hiçbirimizin, kuşku yok ki burnu uzamıyor!
Zaman zaman Pinokyo gibi yalan söylesek de, burnumuzda bir değişiklik olmadığı için, yüzümüzdeki gerçeklik maskesiyle, rahatça dolaşabiliyoruz.
O maske bizim gerçek yüzümüz!
Yalan, doğalmışçasına bir asalak gibi dilimize yerleşiyor, onsuz konuşamıyor, yaşayamıyor, insanların gözlerinin içine baka baka düşünce ve sözlerimizi çarpıtmaktan kaçınmıyoruz.
Adını nasıl istersek koyalım; ister pembe, beyaz, küçük, büyük, masum ya da kuyruklu diyelim, sonuçta değişen ne ki?
Yalan, yalandır!
Bunu günlük yaşamın doğallığı içinde benimsedikten ve hiç çekinmeden kullandıktan sonra, rengi ya da boyutu ne olursa olsun, bir kılıf mı bulmamız gerekiyor yalanımıza?..
Hiç kuşkumuz yok, onu mutlaka bir kılıfa uyduruyor ve kullanırken de sıkıntı çekmiyoruz.
Tüm ilişkilerin içine, farklı dozlarda da olsa yalan sindiğinde, beklenmedik bir anda kokusu ortaya çıkabiliyor. Bunu bilmemize ya da her koşulda açığa çıkacağını göze almamıza karşın onsuz yapamıyor, zaman zaman bir yalana sığınıyoruz.
Güzel günlerin şairi olduğunu söyleyen Melih Cevdet Anday, Yalan şiirinde şöyle diyor:
"Fakat güç oluyor bu işler
Güç oluyor yalan söylemek"
Dürüstlük her dönemde övgüye değer bulunur ve alkışlanırken, kendilerini en namuslu, en dürüst göstermeye çalışanlar, nedense hep yalancılar olmaktadır. Özellikle belli görevleri yüklenmiş, insanları yönetmeyi üstlenmiş olanlar, onun büyüsüne kapılıp herkese pembe tablolar çizerken, söylem ve eylemlerinin gerçek olmadığı ortaya çıktığında, daha farklı yalanlarla kendilerini aklamaya çalışıyorlar.
Yeni değil. Daha ilk insanla birlikte, ilk yalan da başlamadı mı?
Adem, Havva ve yılan üçgeni içinde bunun tohumları atılırken, binlerce yıl boyunca nasıl yeşerip dal budak salacağını kim kestirebilirdi ki?
Yalanın tarihi, insanın tarihidir!
Sürekli gerçeğin peşinde olduğunu, onu aradığını söyleyen insanoğlu, kim bilir hangi süslü yalanların dolambacında kendini yitirmiş, yüzyıllardır onların gerçeğinde kendini avutmuştur. Bir yalanın temeli üstüne yapılmış binalar, düşlem dünyalarımızı zenginleştirmiş, onları ömür boyu benimsemişizdir.
Bunlar bizim söylediğimiz değil, bize belletilmiş yalanlar!
Onlarla beslendik, onlarla büyüdük, onlarla mutlu olduk.
Kimi zaman söylenceler gerçeğimiz, yalanlar inancımız oldu.
İnsanın sorası geliyor:
Ya yalan olmasaydı?
Adem, Havva ve biz, Ademoğulları olarak hâlâ cennette mi yaşıyor olacaktık?
Hiç sormadan, sorgulamadan, her birimizin bilinçlerindeki ışığı sönük, en önemlisi de yaratıcılıktan yoksun olarak...
Düşünmeye gerek yok. Neyse ki, kimsenin yalandan burnu uzamıyor!