Verimli Hilâl

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba
Verimli Hilâl adını ilk kez üniversite yıllarında seçmeli olarak aldığım Teknoloji Tarihi dersinde duymuştum. Neolitik Devrim sırasında ilk insanın yerleşik düzene geçtiği, tarihin karanlık çağlarından günümüz dünyasına yapacağı uzun yolculuğa başladığı yerdi burası…  Burada yaşayanlar yazıyı bulmuşlar, tarihi kaleme almaya başlamışlar, toplum yaşantısının sosyal yapısını kanunlar koyarak oluşturmuşlar, düşüncede eşi görülmemiş bir devrim yaparak fiziksel varlıklara tapmadan "Tek Tanrı" inancına geçmişler…
Mısır’daki Nil deltasından başlayarak, Kenaan’ın "Bal ve Süt" diyarını, Aşağı ve Yukarı Mezopotamya topraklarını da içine alacak şekilde, İran’ın güney batısına dek uzanan bu bölge günümüzde dünyanın kanayan yarası… Gün geçmiyor ki, bölgeden dolaylı ya da doğrudan gelen haberler gündeme oturmasın. Bu bağlamda, İsrail – Arap çatışması bölge ile eşanlamlı olmuş adeta.
11 Eylül saldırılarından sonra Amerika başta olmak üzere batı dünyasının terör gerçeği ile acı şekilde uyandırılışı ve oluşan travmanın etkileri, bölgeden kaynaklanan sıkıntıları kat ve kat arttırıyor ve çok uzun bir zaman daha devam ettireceğe benziyor. Afganistan ve Irak harekâtlarının temelinde de bu şokun izleri yatıyor… Bu anlamda, olayların seyri her gün çalan tehlike çanlarının daha yakından duyulduğu bir döneme taşıyor bizleri. Çokça dile getirildiği gibi bir medeniyetler çatışmasına mı gidiliyor, yoksa bir dinler çatışması mı söz konusu? Tek Tanrı inancı etrafında, yalnız yorum farkları ile kenetlenmeleri beklenirken, İbrahim’in torunları, neden kavga ediyorlar? Neyi paylaşamıyorlar? 
Yanıtı bulmak çok zor değil! Bir yanda geniş İslam kitlelerinin içinde kıvrandığı yoksulluk, geri kalmışlık… Öte yanda, Hıristiyan batı dünyasının parasal, entelektüel zenginliği…
Ve bu insan topluluklarının yaşananları algılamada gösterdikleri derin yorum farklılıkları. En basitinden son haftaların gündemine yerleşen karikatür krizi bunun en güzel örneği…
Olayı istenmeyen boyutlara çekmek adına, her iki tarafta da, uzlaşma çabası yerine devamlı kaşıma, kanırtma var. Haçlı seferlerine karşı cihad çağrılarının, ön yargılı veya en azından birbirine yabancı insan topluluklarını tehlikeli bir şekilde etkilediği bir gerçek.
Bu kavgada Yahudiler’i bir yerlere oturtmak, İsrail – Arap kavgasından dolayı son derece basit. Zaten terörist grupların, din adına yaptıkları her tür harekette sarıldıkları neden de bu değil mi?  İşte bu aşamada olayları doğru kavramak ve yerli yerine oturtmak gerekiyor.
Günümüzde bölgede yaşanan olayların kaynağında, İngilizlerin 20. yüzyıl başlarında adlandırdıkları şekli ile Filistin’de yaşayan Arap ve Yahudi toplulukları arasındaki çekişme var. Bu çekişmelerin kırılma noktası, 1947 yılında Birleşmiş Millet’lerin kabul ettiği ve bölgede bağımsız bir Arap bir de Yahudi devletinin kurulmasını öngören taksim planıdır.
İsrail Devleti, tüm dünya uluslarının katılımı ile oluşan Birleşmiş Millet’lerin kendisine tanıdığı bu yasal zemin üzerine kurulmuş bir devlettir. Hal böyle olunca ve o dönemde Araplar kendilerine verilen bu haktan yararlanmamış iken, bugün, İsrail Devletinin var olma hakkını yok saymak, bunu tartışmaya açmak veya savaş konusu yapmak, en hafifinden, doğru değil.
İsrail’in bazı politikaları kabul edilmeyebilir, 60 yıla yakındır verdiği yaşam savaşı içinde, almış olduğu bazı kararlar veya uyguladığı bazı önlemler kamuoyunda tartışılabilir. Ancak, bölgedeki olayları salt "İsrail – Filistin’li Arap" ilişkisine indirgemek, İsrail’in tutumuna eleştirel yaklaşırken, diğer Arap ülkelerinin buradaki sorumluluklarını görmezden gelmek haksızlık olur.
Örneğin, Mısır’ın efsanevi devlet başkanı Nasır’ın girişimi ile Mısır ve Suriye’nin birleşmesi ve tek vücut halinde hareket etmesi, kendi halkları yanında Filistin’de mülteci duruma düşmüş Araplara ne gibi faydalar sağlamıştır? İsrail’e karşı beraber ve ayrı ayrı giriştikleri savaşlar ne getirmiştir?
Örneğin, Ürdün’ün 1970’li yılların başında Filistin’li Arapları kendi iç işlerine fazlaca karışıyor diye topraklarından kovması ve binlercesini öldürmesi neden bugün hatırlanmıyor? Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında Padişah otoritesine karşı bayrak açan Hicaz Müftüsü Hüseyin’in torunu Kral Hüseyin’in, kendi hanedanını korumak amacı ile yaptığı ve şu anda Batı Şeria’da kısılmış kalan onbinlerce Filistinli Arabın mağdur duruma düşmesinin yolunu açan bu olaylar neden tartışılmıyor?
Örneğin, İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’daki konumu tartışma konusu yapılırken, Suriye’nin Lübnan’daki varlığı neden, ancak Refik Hariri’nin öldürülmesinden sonra gündeme geliyor? Suriye’nin Lübnan’daki varlığı neye veya kime hizmet etmiştir?
Bu listeyi uzatmak mümkün… İşin ilginci söz konusu olayların çok eskilere dayanmaması ve hala hafızalarda yerini koruyor olması…  Arap dünyasında yankı bulan ve zaman zaman diğer İslam ülkelerine de yayılan böylesi bir çifte standardın önüne geçmek, Filistin’de sıkıntılı durumda olan Arap nüfusunun – ki bunların içinde azınlık ta olsalar Hıristiyanlar da var – derdine çare bulmak için ilk adım olabilir.