Propaganda

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba
Propaganda, Nasyonal Sosyalist hareketin Almanya’da yayılması, siyasi ve sosyal rakiplerini yok etme sürecinde baş vurduğu en güçlü silah olmuştur. Hitler’in propaganda bakanı Göbels ve ekibi, bunu o denli etkin yapmıştır ki, muhalif Almanlar dahi gelen tehlikeyi anlamakta güçlük çekmiş, savaş esnasında müttefik kuvvetler Nazi’lerin gerçek emellerini adlandıramamıştır. Tarihin tozlanmaya başlayan sayfaları Hitler’in bu anlamdaki beyanları, Nazi yanlısı basının yazdıkları ve çizdikleri ile doludur.
Televizyon ve internet sayesinde olayların odamıza kadar rahatça girdiği günümüzde, gerçeğin nerede başladığını, nerede bittiğini irdelemek habercilerin görevidir. Yazılı ve sözel medya toplumun bilgilenme hakkına saygı duyarak hareket etmeli, konumunun kendisine yüklediği sorumluluğun farkında olmalıdır…
Yazın başından bu yana Ortadoğu’da yaşanan trajedi bu bağlamda Türk kamuoyuna eksik aktarılmış, taraflardan birinin adeta sebepsiz şekilde saldırılarda bulunduğu, diğerinin bu saldırıların altında ezildiği imajının yer etmesi sağlanmıştır. Kendi tarihi ve üzerinde yaşadığı toprakların geçmişi hakkında ancak lise düzeyinde bilgisi olan, okuma ve araştırma yapmaya çok ta arzulu yaklaşmayan toplumumuzun, basının kendisine sunduklarını sorgusuz satın alması doğaldır. Dolayısı ile, gelinen noktada Türk toplumunun, örneğin Lübnan’a asker gönderilmesi konusunda gösterdiği hassasiyeti normal karşılamak gerekir. Lübnan özelinde ve Ortadoğu genelinde olup bitenlere basının magazinel yaklaşımı ile erişen kitlelerin olaya değişik şekilde yaklaşması beklenemezdi.
Şimdi de cadde ve meydanlara asılan ve Lübnan’da olanları İsrail’in acımasızlığı ile sınırlayan panolar, İsrail karşıtlığının şahsında antisemitizmi ülkemizde somutlaştırmakta, ve bir kez daha halkımızı esir almakta. Bu anlamda antisemitizm yalnız radikal İslam’ın ve aşırı milliyetçilerin söylemi olmaktan çıkmış durumda. Bugün, İsrail’i kendi sözlüğüne göre emperyalist olarak tanımlayan sol da, Yahudi düşmanlığına prim vermektedir…
Yahudiler tarih sahnesindeki yerlerini aldıklarından bu yana, varlıklarını tehdit eden sayısız olayla karşılaşmışlardır. İlk önce Firavunların Mısır’ı, daha sonra hem Helen hem de Roma dönemleri bu tür olaylara sahne olmuştur. Ortaçağ’ın bağnaz yapısı onları İsa’nın ölümünden sorumlu tutmuş, Katolik kilise Engizisyonlar’la birlikte Yahudi kimliğine darbe indirmiştir.
Rusya’daki pogromlar ise, antisemitizmin devlet politikası haline geldiği bir dönemi ifade eder. Antisemitizmin kuyruklu yıldızı ise hiç şüphesiz Holokost’tur.
Bütün bu süreç boyunca ne yazık ki Yahudiler sözlü ve yazılı basından mahrum kalmışlardı.
Krallar, kilise ve devlet gibi kendilerinden güçlü mekanizmalara karşı pek varlık gösterememişler ve sonunda çoğu kez yaşadıkları topraklardan sürülmüşlerdi… Bu aşamada, İsrail’in sınırları içinde egemen bir ülke olmak için giriştiği askeri hareketlerin Hitler’in son çözümü ile bir tutulması çok acı!
Ortadoğu insanlarının tümünün ülkelerinde hür ve özgür bir yaşantı sürme hakları vardır.
Günümüzün kendilerine sunduğu refah düzeyinden yararlanma bu coğrafyayı paylaşan tüm insanlara yakışır şüphesiz... Bu anlamda, yaşananların yaşanmamış olması elbette ki tercih edilirdi. Kim haklı, ya da kim haksız? Bunu irdelemek hiçbir sonuca varmayacak tartışmaları da beraberinde getirecektir. Dolayısı ile bu tür soruları yanıtlamak yerine, ileriye bakmak gerekir.
İleri bakmanın ise vazgeçilmezi tarihi ayrıntılı bir şekilde incelemektir. Duygusallıktan, bağnazlıktan uzak, gerçekler üzerinden hareketle toplumların, düşüncelerin yapısını anlamak adına yapılmalıdır bu… Ancak o zaman Ehud Olmert, Adolf Hitler gibi gösterilmeyecek,
Holokost bu kadar sulandırılmayacaktır.