Yeni bir dönem için...

Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba
Her sene olduğu gibi, bu sene de Eylül ayı ile birlikte yeni bir döneme giriyoruz. Yazın “rehaveti” kalkıyor, okullar-fakülteler açılıyor, takvimimiz Roş Aşana’yı gösteriyor. Sayfa yönetmenleri olarak, Marsel ve ben, son zamanlarda perspektifimizi genişletebilmek adına neler yapabileceğimizi düşündük ve hâlen de düşünüyoruz. Yeniye, geleceğe ve yazabilmek adına heyecanlıyız.
2006–2007 döneminde de, sayfa olarak çizgimizi sürdürmeye kararlıyız. Aktardığımız okur mektupları ve basından seçmeler dışında, “Geniş Açı” bölümümüzde tarih, felsefe, edebiyat ve bilim alanında, akademik bir dile yakın yazıları okurlara sunduk. Gönül isterdi ki, okurlarımızdan gelecek daha fazla mektubu paylaşabilelim; ufkumuzu geliştirebilecek tartışmaları yayınlayabilelim. Geçtiğimiz Aralık ayında bir dosya olarak “Türk Yahudileri’nin Sanattaki Yeri”ni bir dizi hâlinde sütunlarımıza taşımıştık. Bu çalışma esnasında kimi zaman toplumuzun önde gelen sanatçılarının kapısını çalmakta zorlanırken, bir sanatçıdan beklenebilecek duyarlılığı toplumun bireylerinde yakalayabilmek ne kadar olanaklıdır, bilemiyorum; sadece sorabilmekle yetiniyorum.
2005–2006 senesine dönüp baktığımda, sayfada dikkati çeken bir başka dizi “Perşembe Sohbetleri”ydi. Ahmet Hakan, Mine Kırıkkanat, Engin Ardıç, Salih Memecan ve Ömer Madra ile sohbet ettik, konuştuklarımızı okurlara aktarmaya çalıştık. Önümüzdeki aylarda da bu çalışmamızı devam ettirmeyi umuyoruz.
Geçtiğimiz hafta bu sayfada “Tartışmalıyız” başlıklı bir açık davet yayınladım. Bu hafta, Marsel Russo’nun konuyla ilgili metnine yer veriyoruz. Sizin de “tartışmak adına” paylaşmak istedikleriniz varsa, sayfamızın açık olduğunu bir kez daha hatırlatmak isterim. Perspektif’i tarih, felsefe, edebiyat ve daha nice alandaki yazılarla sürdürmeye devam edebiliriz; ama amaç sadece bu değil. Evet, yeri geldiği zaman tarihe, bilime, sosyolojiye, felsefeye değinmek de önemli ve gerekli; buna karşılık cemaatimizdeki iletişimi arttırabilmek bizim en temel amaçlarımızdan biri… Bu yüzden tartışmalıyız, konuşmalıyız, yazmalı ve yayınlamalıyız diyoruz.
***
“2006 Eylül’den itibaren, bizleri nasıl bir gelecek bekliyor?” şeklinde bir soruyu dile getirmek ne kadar gerekli? Elbette, hepimizin vereceği bir yanıt vardır. Dünyada her gün olup-biten çok şey var. Hayatlarımızı uydurmaya çalıştığımız düzen çok karmaşık, zor ve geleceğe dair bilinmezliklerle dolu. Öyle ki, bir insan ne kadar bencil olmaya çalışırsa çalışsın, bir noktadan sonra “Bana ne?” diyemeyeceği bir zamandayız. Kulaklarımızı kabartırsak etraf hakikaten çok gürültülü… Ya son dönemdeki savaşların getirdiklerini duyuyoruz, ya iç politikalardaki değişimlerin gündelik hayatlarımızdaki etkilerini, ya da bireyler olarak kişisel iş-okul-aile ve yarının seslerini… “Bana ne?” demeye ne lüksümüz var, ne de daha fazlasıyla hakkımız. Yine de isteyen istediğini yapar, dilediği gibi yaşar; kimi zaman sadece küçük bir azınlığın çabası bile yeterli olabiliyor toplumu, herkesi kucaklamaya…
Eğer insanlar anlaşıp (veya anlaşamayıp) bir düzeni kurmaya yüzyıllar öncesinden karar vermişler, ihtiyaç duymuşlarsa; bu zincirde, bugünün halkası olduğumuzu inkâr edemeyiz. Az önce belirttiğim gibi de bugünün düzeni çok karışık ve nereden nasıl bir darbe alacağımızı veya karşımıza piyango çıkacağını bilemeyiz. Öte yandan ne kıyamet senaryoları ile yaşayabilir, ne de çok fazla hayalperest olabiliriz. Tüm bu saydıklarımız Eylül 2006/Roş Aşana sonrası için de geçerli…
Bütün dinlerin öğretisi “iyi olmak” ve içlerimizde barındırdığımız potansiyeli iyi adına kullanmak üzerinedir. Dünyanın pratik hayatında ise dinin öğretilerinin yeri daha çok bir kenarda duruyor ve önümüzdeki yıllarda da duracak gibi…
Ne yapabiliriz?
“Vicdanımızın sesine kulak vermek ve iyi olmaya çalışmak”, demek istiyorum; ama kelimeler yetersiz kalıyor. Bu yeni yılda “hissedin” diyebilirim. Hep beraber hissedelim; ardından hissettiklerimizi düşünelim, bilgiyle yoğuralım ve beraberce konuşalım…