İkinci Arap bariş girişimi

Haymi BEHAR Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Arap ülkeleri tarafından ortaya konulan ilk barış planı, Ortadoğu’nun yeniden savaş alanına döndüğü 2002 yılında Suudi Arabistan Kralı Abdullah tarafından hazırlandı.  Arap Barış Girişimi adıyla anılan bu planın formülü basitti: “İsrail’in 1967 yılında işgal ettiği topraklardan çekilmesi karşılığında Arap ülkeleri ile ilişkilerinin normalleştirilmesi.” Ancak Beyrut’ta yapılan Arap Birliği toplantısında tasarı birçok ekleme yapılarak kabul edildi.
Onaylanan planda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 194 sayılı kararına atıfta bulunularak Filistinli mülteci sorununa kalıcı bir çözüm bulunması istendi. Filistin tarafının bu maddeyi tüm mültecilerin İsrail topraklarına geri dönmesi şeklinde yorumlaması üzerine dönemin başbakanı Ariel Şaron planı gerçekçi olmadığı gerekçesi ile red etti.
Mülteci sorunu Kudüs’ün geleceği ile birlikte İsrail-Filistin anlaşmazlığının sert çekirdeğini oluşturuyor. 1948’de Arap ülkelerinde göç eden yarım milyonu aşan Filistinli’nin nufusu bugün dört milyondan fazla.. Bu insanların tamamına geri dönüş hakkı tanınması altı milyon nufuslu İsrail devletinin ne ekonomik ne de demografik olarak baş edemeyeceği  yaşamsal bir sorun, yani İsrail’in kırmızı çizgisi.
Noam Chomsky dahil birçokları yıllardır İsrail devletinin Arapları göçe zorladığını hatta “etnik temizlik” yaptığını idda ediyor, ancak tarihi belgeler ve önemli Arap yöneticilerin açıklamaları bu görüşün gerçeği yansıtmadığını ortaya koyuyor.
Altı Arap devleti İsrail’e bağımızlığını ilan ettiği anda topyekün savaş açtılar. Bu ülkeler “Yahudileri denize dökene kadar” Filistinlilerin geçici göçünü desteklediler. Filistin Araştırmalar Enstitüsü, mültecilerin “kendi rızalarıyla savaş bölgesini terk ettiklerini ve % 68’inin tek bir İsrail askeri dahi görmediğini” belgeliyor. 
1972 yılında anılarını yayınlayan Suriye eski Başbakanı Khalid al-Azm bakın ne diyor: “1948’den beri mültecilerin geri dönüşünü biz istedik... ama onları göçe zorlayan da bizdik... onları biz felakete sürükledik... ülkemize çağırdık ve mülteci kamplarına tıktık.” FÖY Lideri Mahmud Abbas 2003 yılında Wall Street Journal’e verdiği demeçte bu gerçeği doğruluyor: “Arap orduları Filistin halkını evlerini terk etmeye ve göçe zorladılar, kendi ülkelerine götürerek Yahudi gettolarına benzer hapislere tıktılar.”
Bu açıklamalar, İsrail Devleti’nin mülteci sorununda hiç kusuru olmadığı anlamına gelmiyor. Özellikle bağımsız hareket eden Yahudi militanları onlarca Arap köyünün boşaltılması için halka baskı uyguladı. Ancak, 1949 yılında ateşkes ilan edildikten sonra İsrail Devleti sınırları içinde kalan Arap nüfusuna vatandaşlık hakkı tanıdı..
Diğer taraftan Ürdün dışındaki Arap ülkeleri Filistinli mültecilere çalışma ve mülk edinme hakkını dahi yasaklayarak bugüne kadar kamplarda yaşamaya mahkum etti. Bu nedenle 59 yıl sonra tüm mülteci sorununu İsrail Devletinin üzerine yıkmanın gerçekçi ve yapıcı bir yaklaşım olmadığı açık.
İsrail devletinin kurulması ile birlikte Arap ülkelerinde yüzyıllardır yaşayan 850 bin “Arap Yahudisi” yurtlarından kovularak yeni kurulan  Yahudi Devletine göç etmeye zorlandı. Bir anlamda ortada mübadele anlaşması olmasa da karşılıklı bir nufus değişimi yaşandı.
28 Mart’ta Riyad’da düzenlenecek Arap Birliği zirvesinden çıkması muhtemel İkinci Arap Barış Girişimi adil ve kalıcı bir çözüm bulmak adına önemli bir fırsat. Yolsuzluk ve fiyasko ile sonuçlanan İkinci Lübnan Savaşı soruşturmaları nedeniyle Ehud Olmert’in başbakanlık ofisindeki günleri sayılı. Barış sürecinin yeniden canlanması Olmert’in başarısız sıradan bir politikacıdan adını tarihe yazdıracak bir devlet adamına dönüşmek için belki de son şansı. Bu amaçla İkinci Arap Barış Girişimi’ne olumlu ve yapıcı bir yanıt vermesi gerekiyor.